24 Ocak 2025 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Utku YAPICI AÜ SBF Uluslararası İlişkiler Bölümü yapiciuutku@hotmail.com Deneyimlerden alınan dersler ışığında… C S TRATEJİ demokrasi ve pazar ekonomisi olarak sunulmaktaydı. Ancak laiklik, özellikle Türkiye’ye ‘modellik’ misyonunu yüklemeye çalışan ABD tarafından sadece görünürde bulunması gerekli bir özellik olarak savunulmaktaydı. Asıl istenen (Batı çıkarlarına karşı) ılımlı İslamı kurumsallaştırmaktı. Böylelikle aslında modelliğin içeriğini oluşturan diğer iki ilke de yeniden biçimleniyordu. "Ilımlı İslam" üzerinden okunan yani çarpıtılan laiklik, demokrasiyi de laik bağlamından; aslında yeşerebileceği yegane bağlamdan koparıyordu. Diğer taraftan yine "Ilımlı İslam" ile kol kola giden bir pazar ekonomisi, Batı çıkarlarına karşı hareket edebilecek her tür yerli sermaye birikiminin ve devletçi önlemlerin oluşum sürecini baltalıyordu. Aslında modelliğin ürettiği şey Batı’ya bağımlılıktan başka bir şey değildi. Türkiye, bir model olarak büyük ölçüde bir aracılıkla yetinmekteydi... B u sayfalarda yer bulan "Çıkar Tasarımlı Ulusalcılık" başlıklı çalışmamızda (Cumhuriyet Strateji, 7 Mayıs 2007, S.149, ss. 4,5) küresel çağda bağlamı Kemalist ideoloji olan yeni ve alternatif bir dış politika teorisi geliştirme yolunda bir denemeye girişmiştik. Kemalizm’in eylemsel ve ideolojik kökenlerince şekillenecek bir dış politika yaklaşımının küresel çağda izolasyonist değil emperyalizm karşıtı, barışçı ve bölgesel işbirliği mekanizmaları yaratıcı bir aktif konumlanışı ortaya çıkaracağını savlamıştık. Bu çalışmamızda ise, temel ilkelerini ortaya koyduğumuz Kemalist dış politika paradigmasından yola çıkarak Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrasya coğrafyasına yönelik Türk dış politikasını dört noktada değerlendireceğiz. Bölgeye yönelik alternatif bir yaklaşım ortaya koymaya çalışacağız Bağımsız Avrasya politikası Türkiye’nin Sovyet sonrası Avrasya’ya yaklaşımı Batı çıkarlarına karşı bölgeyi ılımlılaştırmayı üst kabul olarak algılayan bir politikaydı. Bu yaklaşım günümüzde ‘ağabeyler dengesi’ni doğurmuş durumda. resmi gezi sırasında Türkiye’nin eski SSCB coğrafyasında oynaması gereken önemli bir rol olduğunu söyledi. 1992 yılı Mart ayında Federal Almanya Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkan Yardımcısı Hans Koschnik, Orta Asya cumhuriyetlerine Türkiye’nin bir model olduğunu ileri sürdü. Benzeri bir açıklama Haziran 1992’de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Catherine Lalumiere’den geldi. Lalumiere, Türkiye’nin yeni bağımsız olan birçok Asya ülkesi için geçerli bir model oluşturduğunu söyledi.(2) Türkiye Batı’dan gelen desteğin etkisiyle model olmayı bölgeye yönelik temel dış politika ilkesi ve gayesi haline getirdi. Kısa zamanda kendini bölgeye bir "big brother" (ağabey) olarak sundu. Bir başka "ağabeyin" baskısından yeni kurtulmuş bölge ülkelerinin yeni bir ağabeye ne şekilde yaklaşacaklarını sorgulamadı… İşin kötü yanı modelliğin ilkelerinin de yine Batı tarafından belirlenmesiydi. Bu ilkeler görünürde laiklik, DIŞ POLİTİKA ARAÇLARI BATI’YA ÜST BAĞLILIK Sovyetler Birliği dağıldığında Türk dış politikasının temel ekseni Batı idi. Dolayısıyla Sovyetlerin dağılması, (zaman zaman içeriği değişen) "Batı" ile ilişkileri merkeze alarak küresel ve bölgesel gelişmeleri değerlendiren mantıkla okundu. Önce Sovyetlerin dağılmasının Türkiye’nin Batı açısından taşıdığı stratejik ve askeri değerin azalmasına yol açacağı fikri işlendi. Bu fikir aynı yöndeki endişeyle birlikte sunuldu. Koşullar değiştikçe ve zaman geçtikçe, Sovyet sonrası coğrafya Türk dış politika yapıcıları tarafından bir fırsat alanı olarak değerlendirilmeye başlandı. Ancak bu yorum değişikliği, bir mantık değişikliği demek değildi. Bu kez Türkiye Batı gözünde Soğuk Savaş sonrasında kaybettiği stratejik önemini yeniden kazanabilmek için; yani bizzat Batı ile olan ilişkilerinde kullanmak üzere Orta Asya ve Kafkasya’ya yöneliyordu… Bu demek oluyor ki Sovyet sonrası coğrafyayla ilişkilere yanlış bir mantıkla başlandı. Yanlış mantık, Batı’ya dönük bir üst bağlılıkla biçimleniyordu. Batı’yla ilişkiler prizmasından bakarak bölgesel politikalar üretilmesinden kaynaklanıyordu. Bu yanlış mantık zaman zaman edilgen bir bölge politikasını zaman zaman da ölçüsüz bir etkinliği zorunlu kılıyordu... DIŞ POLİTİKA İLKELERİ Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkasya politikasını yöneten üst bağlılıklar, bölgeye yönelik dış politika ilkelerini de şekillendirdi. Sovyet sonrası coğrafyanın politik, ekonomik ve sosyolojik gerçeklikleri konusunda yeterince bilgi ve vizyon sahibi olunmamasının da etkisiyle bu bölgeye yönelik dış politika ilkelerinin saptanması gayrı resmi olarak "Batı’ya" bırakıldı. Hatta Türkiye’nin bölgeye yönelik temel dış politika ilkesini oluşturan "modellik misyonu" ve bu misyonun içeriği Batı tarafından şekillendirildi… İlk olarak dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Douglas Hurd, Nisan 1992’de Türkiye’ye yaptığı Demirel’in Türk Cumhuriyetleri’ne yaptığı ziyaretlerden... Türkiye’nin bu süreçte kullandığı dış politika araçları, dış politikayı yöneten üst bağlılıkların ve sunulan dış politika ilkelerinin gerektirdiği araçlar oldu. Bölgeye yönelik Türk dış politikasını yöneten üst bağlılık Batı, temel ilkeler model olma arayışı, Ilımlı İslam, Ilımlı İslam’ın gelişmesine uygun bir demokrasi düşüncesi ve pazar ekonomisi olduğundan, Türkiye’nin dış politika araçları da bu ilkelerle uyum sorunu yaşamayacak araçlar oldu. Bu araçlara sahip olma adına Türk dış politikası şekillendirilirken, eşzamanlı olarak Türk politik ve ekonomik yaşamı da şekillendirildi. Çünkü öncelikle "modelin" kalıba uyması gerekiyordu. "Batı çıkarlarına karşı ılımlılık" öncelikle "modelde" kurumsallaştırılmalıydı… Böyle bir "ılımlılaştırma" sürecinin temel aracı, "dinsel unsurların" kullanımıydı. Bu yolda, Batı çıkarlarına karşı ılımlı, Türk İslam sentezi yaklaşımını benimsemiş unsurlar popüler kültürün aklayıcılığından geçirilerek yeniden tanımlandılar. Yönetim kadrolarınca teşvik edilip yeniden üretildiler. 1980 ihtilali sonrasında Türkiye’de oluşan iç siyasal yapının İslamcı kimliğin politizasyonu yönündeki gayretlerinin Batıcı paradigmayla kesişmesinin 1990’lardaki bir sonucu olarak "Ilımlı İslam" temel dış politika ilkesi haline taşınırken, bu anlayış kendi araçlarını yarattı. Dinsel unsurların kullanımı genelde "Ilımlı İslam" gömleğini giymiş ve eğitim alanına el atmış tarikatlar vasıtasıyla gerçekleştirildi. Tarikat yapıları, sivil toplum örgütleri olarak sunularak, demokrasinin temel unsuru olan sivil toplumun içi de boşaltılmış oldu. Böylelikle laiklik bağlamından kopartılmış bir demokrasi evreninde Batı çıkarlarına karşı ılımlı yeni nesiller yaratma misyonu Türkiye merkezli görünen (ama doğaları gereği olamayan) sivil toplum örgütü olarak aklanan (!) yapıların etkinliklerine bağlandı. Kemalist bağlamından kopartılıp, çarpıtılarak üretilen "heykel Atatürkçülüğü" mantığı ılımlı İslam’ın eğitim kurumlarında aynen benimsendi. Böylelikle 19231938 uygulamasının kodlarından kopan rejim ile iç bağlar da (takiyeci biçimde) kurulmuş oldu. Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti düzleminde meşruiyetin ikinci kaynağı olarak değerlendirilen Türkçe araçlaştırıldı. Oysa bu tarikat okullarının tedrisatından geçenlere Türkçe ile eşzamanlı olarak (ve çok daha yoğun bir biçimde) İngilizce de öğretiliyordu. Türkçe sadece,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle