02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ Yeditepe Ünv. Kamu Yönetimi Bölümü eçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz, ünlü Fransız felsefeci Baudrilliard’ın kullandığı ‘içe doğru infılak’ kavramı, Irak’ta 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’yla başlayan, 2003 İkinci Körfez Savaşı’yla hızla yaşama geçen Irak’ın yeni statüsü ve Türkiye’ye etkileri konusunda önemli ipuçları vermektedir.(1) Şöyle ki, 19841999 döneminde PKK terörü, Irak’la yapılan antlaşmalar çerçevesinde, sınır ötesi operasyonlarla, önemli oranda engellenebiliyordu. İçteki terörün, dış bağlantısına yapılan müdahaleler, kesin sonuç getirmese de, stratejik bir hattı engelleyebiliyordu. 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra PKK, Irak’ın kuzeyindeki otorite dışı bölgenin oluşması ve Çekiç Güç’ün etkinliklerine koşut olarak, önemli bir manevra alanı kazanmıştı. Terör örgütü, 19841992 sürecinde, ‘stratejik savunma’ olarak adlandırdığı konsepti, 1992 Şırnak olaylarında, dış desteğin yardımıyla, ‘stratejik denge’ konumuna yükselttiğini düşünüyordu. Eğer, başarılı olsalardı, ‘stratejik saldırı’ya hazırlanıyorlardı. TSK’nın 1992 sonrasında, mobilize birliklerini çoğaltması, tümen sistemini değiştirmesi ve teröre karşı sistemli saldırıya geçmesi, sınır ötesindeki faaliyetlerini de, söz konusu uygulamalarla pekiştirmesi, terör örgütünü, ciddi oranda tahrip etti. 1999’da, terör örgütü başının Türkiye’ye getirilmesi ve yargılanıp, cezaevine konmasıyla, PKK’nın eylemlerinde yoğun bir azalış görüldü. 2003’teki İkinci Körfez Savaşı’nın ardından, 19912003 arası, Türkiye’deki İncirlik Üssü’nde konuşlanan Çekiç Güç tarafından korunan Irak’ın kuzeyindeki otorite dışı bölge, işgal ve ardından hazırlanan anayasayla, Kürdistan adında bir özerk bölgeye dönüştürüldü. Yeni anayasadaki statünün, merkezi yönetimi zayıflatan, özerk bölgelere yasama, yürütme ve yargı yetkisi veren konumu, özellikle Irak’ın kuzeyindeki bölgede, yeni bir antitenin ete kemiğe bürünmesinin, altyapısı oldu. Bu bölge, etnik ve tarikat çerçevesindeki bağları kullanarak, ülkemize yönelik, ‘yayılmacı’ bir unsur olarak yorumlanmaya başladı. Kendi yurttaşlarımıza, yeni bir sadakat bağı oluşturulmaya başlandı. Irak’ın kuzeyi, ülkemizin belli bir bölgesi ve o bölgede yaşayan yurttaşlarımıza yönelik, ‘içe doğru patlama’ yeteneğine sahip, araçsal bir unsur haline geldi. ABD’nin birinci ve ikinci harekatları sürecinde… C S TRATEJİ bakış açısı, ulusdevletleri atomize eden, dinsel ve etnik kümelere, ‘ademi merkeziyet’ çerçevesinde bölen bir stratejiyi öngörmektedir. Bu noktada, Türkiyeli sıfatının kullanılması boşuna değildir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı, Türk ulusal kimliği çerçevesinin dışına çıkarılıp, coğrafi bir sıfata, ‘yerelleştirilme’ye dönüştürülmektedir. Ancak, bu anlayışta, ulusal kimlik geri plana itilirken, dinsel kimlik yerini korumakta hatta ön plana çıkarılmaktadır. ABD müttefikliği İslam’a aykırı görülmemekte, ABD çizgisinde, ılımlı bir İslam modeli tercih edilmektedir. Böylece ‘Müslüman Demokrat’lar, dinsel kimliklerini siyasal sisteme, ABD’nin seküler anlayışı ve dış politikadaki hamiliğiyle entegre edecekler, laik siyaseti, ikinci cumhuriyet çizgisindeki ‘liberal’ aydınlarla ‘demokrasi’ adına gerileteceklerdir. Kürt etnik kimliğine dayanan siyasal arayışlara daha hoşgörüyle yaklaşılarak, ABD çıkarları çerçevesinde, Irak ve Ortadoğu sürecinde rol oynanacaktır...."(3) G ‘Türkiye’yi Iraklaştırma’ stratejisi ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından Türkiye’ye yönelen tehdit, giderek yükseliyor. Irak’ın kuzeyindeki yapının ARİKAT ORTAKLIĞI Türkiye’deki çevrelerle işbirliğinden T İktidarın Kürt hareketine, özellikle ümmetçi bir refleksle yaklaşması, Amerikan toplum yararlanılarak ‘içerden patlatma’ modeline zaman zaman öykünmesi, başka sorunları da beslemekte, Barzani ve iktidar yöntemi kullanılmak isteniyor. partisi arasında, Nakşibendilik sıcak bir iklimin oluştuğu Sistematik girişimler tehdidi büyütüyor. çerçevesinde, izlenimi yaratılmaktadır. Bölge farklı dinsel cemaatlere hoşgörüyle yaklaşan milletvekillerinin, tarikataşiret yapısını temsilen ya da ‘sekülerleşme’ kavramından övgüyle söz en azından söz edilen unsurlardan etmektedirler. Bu noktada, dine bakış açılarını etkilenerek hareket etmeleri, ABD referansıyla ifade etmek, bu çizgi siyasal iktidarın ulusalcılığa açısından bir sakınca teşkil karşı rahatsızlığını etmemektedir. AKP’nin AB’yle ilgili arttırmakta, ulusal yaklaşımı, Türkiye’deki siyasal anlamda Türk kavramı zeminde gerçekleştirme cesareti çok fazla itibar bulamadıkları değişiklikleri, ‘AB görmemektedir. uyum paketleri’ sayesinde Liberal çevrelerin, uygulamalarından ötürü, farklı bir ulusalcılık ya da çerçeve içinde değerlendirilmelidir. milliyetçiliğe karşı "Artık Türk sözcüğü yerine, olma anlamında, ‘Türkiyeli’ sözcüğü dinci ve etnikçi kullanılmalıdır" anlayışı, yeni akımlarla işbirliği, sentezde Türk öğesinin toplumda karşılığı bulunmadığını göstermektedir. olmayan bir elit AKP iktidarının başbakanı ABD koalisyonunun, örneğinden yola çıkarak, farklı etnik adeta halka karşı kümelerden gelen insanların, Amerikalılık kampanya bilinciyle bir arada yaşadıklarını ifade açmasını ederek, Türkiye’de de ‘Türkiyelilik’ anlayışının egemen olması gerektiğini dile getirmektedir.(2) Ancak, dikkat edilmesi gereken nokta, söz konusu konuşmada ‘Amerikan’ sözcüğünün Türkiye’deki karşılığı ‘Türkiyelilik’ olarak yorumlanmaktadır. ABD yurttaşlarına ‘Amerikan’ olma hakkı tanınırken, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına ‘Türk’ olma hakkı tanınmamaktadır. Oysa, Türk sözcüğü Kemalist anlayış çerçevesinde Türkiye’ye yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesi kapsamaktadır. Türk, Türkiye’de bir ırkın adı değil, ulusal kimliğin adıdır. ABD’nin ve küreselleşmenin ulusdevletlere Büyükanıt, Kürt liderlerle görüşmeyecğini açıklamıştı. İKTİDARIN ZAFİYETİ Siyasal iktidarın, ulusalcılığa karşı olan tavrını, kendi kurumsal ve ideolojik yapısında analiz etmek gerekmektedir. İktidar partisinin siyasal sosyolojik yapısı, belli konularda açılımlar sergilemesini engellemektedir. Söz ettiğimiz yapıyla ilgili Jeopolitik’in Kış 2004 sayısında ele aldığımız değerlendirmeyi yinelemekte fayda bulunmaktadır: ".........AKP, kendi siyasal referanslarını ‘Milli Görüş’ çizgisinden çok, DP ve ANAP’a kadar uzandırmıştır. Söz konusu siyasal referansların ortaya atılışını taktiksel bir siyasal davranış ya da rastlantı olarak değerlendirmemek gereklidir. Gerek DP, gerekse de ANAP, yapıları itibarıyla sağ koalisyon konumundadırlar. Her iki siyasal parti de ‘ekonomide liberal’, ‘siyasette, dinde ve kültürde muhafazakar’ bir portre çizmektedirler. Yine her iki parti, dinsel cemaatlerin temsil edildiği ve laiklikle ilgili kuşkulu yaklaşımların bulunduğu bir çerçeveyi ifade etmektedirler. DP ve ANAP’ın ‘ekonomide liberal’ çizgilerinin, dış politika ve ekonomideki müttefiki de ABD’dir. ABD müttefikliği, devlet politikası olmanın dışında, her iki siyasal parti için, siyasal referans noktasındadır. AKP sözcüleri, Cumhuriyet Türkiyesi’nin laiklik anlayışını eleştirirlerken, ABD’nin Fotoğraf: Necati SAVAŞ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle