17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 kadar "fevkalade" Rice’nin ısrarlar sonucu katıldığı olarak algılanan bu İstanbul’daki Irak Toplantısı’nın süreç aslında neydi, aile fotoğrafı... neyin nesiydi sorusunun cevabını bulmaya. Tüm bu söylenenler doğrudur ama aynı zamanda da değildir diyerek kısa ve net bir cevap versek çok mu karmaşık olur? Ama kafanız karışmasın hemen; bir çelişki değil bu bilakis Türkiye gerçeği! Evet, Türkiye, yaşanan son diplomatik açılımlarla bölgede adı geçen bir ülke olmuştur; Peres ve Abbas’ı Türkiye çatısı altında birleştirmek dünya tarihi açısından oldukça olumlu bir fotoğraf karesi oluşturmuştur; tarih, Ankara’nın adını Oslo ve Madrid’in yanına İsrailFilistin barışının konuşulduğu şehirler listesine eklemiştir; yazılıydı biliyor musunuz? Kalın ve altılı çizili bir ABD Başkanı George Bush bir önceki demecinde şekilde ve tabii ki kırmızı kalemle İran yazıyordu "dağdan gelen adamlar" olarak nitelendirdiği PKK’yı neredeyse hepsinin ajandasında. Kimisi İran Beyaz Saray’da Erdoğan’ın yanında "ortak düşman" meselesini Şimon Peres gibi açık açık getirdi masaya, ilan etmiş ve ABD’den "PKK ile mücadelede ortak öyle ki Peres’in 5 sözcüğünden 2’si İran oldu, kimileri hareket" sözü bir kez daha alınmıştır, hatta ABD’den de ABD gibi Beyaz Saray’ın duvarları arasında kalan daha önce "yerlerini bilmiyoruz" diyerek nazikçe gizli görüşmelerde. Başka bir deyişle Türkiye reddettiği istihbarat paylaşımı gerginliği aşılmış ve çantasında terör dosyası ile oturduğu masalardan, "gerçek zamanlı istihbarat" konusunda bile kolunun altına sıkıştırılan İran dosyaları ile kalktı. mutabakata varılmıştır. Ortadoğu’nun en zengin Türkiye’ye gelmeden önce "Türkiye'nin ılımlı ve ülkesi, petrol krallığı Suudi Arabistan’ın kralı, Kral demokratik yapısı, İran ile özdeşleşen aşırı dinci Abdullah Cumhurbaşkanı Gül’ün deyimi ile İslam'a karşı bir denge gücü olabilir" diyen Peres, "protokol kuralları esnetilerek" yani en esnek şekilde Türkiye ziyareti sırasında da sözlerini pekiştirerek ağırlanmış ancak ne yazık ki "hac kotası" istenilen Türkiye’yi Ortadoğu’nun barış, İran’ı ise terör ekolü seviyeye çıkarılamamıştır. Ama olsun böylece ilerisi ilan etti. Tıpkı ABD gibi. ABD’de uzunca bir süredir için "fizibilite çalışması" yapılmış umutlar bir sonraki "Radikal İran’a karşı, ılımlı Türkiye" sloganını hayata "huzur(l)a çıkılacak ziyarete" ertelenmiştir. Bu geçirmeye çalışıyor. ABD, söz konusu sloganı hayata pencereden daha doğrusu aynadan yansıyan geçirerek Ortadoğu’da hem bölgesel hem de yerel görüntüye bakarsanız Türkiye’nin gerçekten de olarak kendi eleri ile oluşturduğu "radikalılımlı" Ortadoğu’da adı oldukça sık geçmiş olmalı demekten ayrıştırmasına yeni ve belki de daha derin bir boyut kendinizi alamazsınız. Tabii ya bu kadar yoğun ve katmak istiyor. Üstelik kendi nazarında başarılı olur üstelik peşi sıra görüşme, ziyaret, romantik meclis ve söz konusu kutuplaşmayı İran ve Türkiye olarak konuşmaları, verilen fotoğraflar vs. sayesinde Türkiye cisimleştirirse hem sloganı hayat bulmuş olacak hem adı görülmemiş bir sıklık ve yoğunlukla geçmiştir de ABD ve İsrail açısından tehlikeli ve kesinlikle Ortadoğu ve hatta dünya ajanslarında. Oradan da istenmeyen bir durum olan İran ve Türkiye’nin ortak gazete manşetlerine, köşe yazılarına ve tabii ki haber paydalarda buluşması, enerji başta olmak üzere bültenlerine… ekonomi alanında ve akabinde de olasılık da olsa C S TRATEJİ getiriyorlar. Bu bağlamda en az ABD ve İsrail kadar Türkiye ve İran’ın iyi ilişkiler içerisinde olmasından rahatsızlık duyuyorlar. İşte bu nedenle de kapalı kapılar ardında Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin de Türkiye ile "İran" konuştuğu öne sürülüyor. GERÇEK BÜTÜNDE GİZLİDİR Olaylara parça parça değil de bir bütün olarak bakmak gerçeğe daha da yakınlaşmamızı sağlıyor her zaman olduğu gibi. Alman filozof Friedrich Hegel boşuna dememiş demek ki "gerçek bütünde gizlidir" diye… Ayrıntıları kaçırmadan hatta bilakis şeytanın kendini gizlediği o ince ayrıntılara mercek tutup, onları yakalayarak bakmalı bütüne. Ancak o zaman görülebilir gerçek ya da gerçeğe en yakın olan. Örneğin bu kadar bilgi ve yorum yığını arasında gerçekten/bütünden kopmak istercesine gözlerden kaçan bir şey var, Filistin. Oysa ki TürkiyeABDİsrailİran ve İran ile ilgili bu çemberin görece dışında kalan İsrail Filistin Forumu için önemli bir yol kat edilecekti Türkiye’de. 27 Kasım’da yapılacak olan Annapolis Zirvesi’nin provası, ön hazırlığı olacaktı Ankara buluşması. Nitekim Ankara’da eller buluştu hatta eller kenetlendi, pozlar verildi, defalarca deklanşörlere bastı gazeteciler, kameralara gülücükler dağıtıldı ama sonuçta yine barışa dair buharlaşan sözler söylendi ve yine retorikler dizildi ardı sıra… Yani barış adına söylenen sözler yine uçtu geriye eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un "Burası Ortadoğu, burada sözler verilir, anlaşmalar imzalanır ama tek bir gerçeklik vardır o da yapılan eylemlerdir" sözlerini hatırlatırcasına bir Ortadoğu masalı kaldı. Şaron’un dediği gibi tek gerçeği var Ortadoğu’nun o da yapılan eylemler. Zira Filistin, söylem bağlamında "hep aynı hikaye" olarak nitelendirdiği söylemlerle karşılaştı Türkiye’de, eylem bağlamında da görünüşte yine "elde var sıfır"dı Filistin için ama, ayrıntılarda gizlenen şeytana göre durum hiç de sanıldığı gibi değil. Satır aralarını okuyabilenler gayet net bir şekilde görebileceklerdir ki Türkiye, Mahmut Abbas’ı en üst düzeyde ağırlayarak 2006 yılında yaşanan "Hamas kazasının" izlerini silmiş böylece hem İsrail hem de artık Hamas’ı açıkça düşman ilan eden El Fetih kanadını memnun etmiş oldu. Yine bütünden bakarsak manzarayı şu şekilde de görmek mümkün: Türkiye böylece ABD tarafından içerisine çekilmeye çalışıldığı radikalılımlı gergefine "ılımlı Türkiye" motifini kendi elleri ile işlemiş oldu. Daha açık bir ifade ile ABD ve İsrail tarafından Ortadoğu’daki terörün kaynağı ilan edilen, radikallerin "ele başı" İran’ın Filistin’deki "kader ortağı" olarak görülen Hamas’a sırtını dönüp yine ABD ve İsrail’in ılımlı Filistinlisi El Fetih’e kucak açmış bir Türkiye resmi çıktı ortaya. Her ne kadar Peres’in Ankara’da İran’a yönelik yaptığı yorumlar, izlendiği söylenen "denge siyaseti" gereği Cumhurbaşkanı Gül tarafından diplomatik manevralarla geçiştirilmiş olsa da bütünden bakınca görünen Türkiye portresi dile gelip şöyle diyor sanki "ılımlıyım, ılımlısın, ılımlıyız"! Sözün özünde ise halen siz okuyucuların kafasını kurcalayan baştaki aforizmaya geliyoruz dönüp dolaşıp. Tümcedeki Roma’yı kaldırıp yerine Tahran’ı koyun ve tekrarlayın tümceyi yine bir bütün olarak ve tabii ki bütünü düşünerek. "Tüm yollar Tahran’a çıkıyor!" ABD, ‘radikal’ İran’a karşı ‘ılımlı Türkiye’yi konumlandırmak istiyor, Peres bunu açıktan dile getirdi. Suudilerin ezeli korkusu ‘Şii yayılmacılığı’… Manşetlere yansıyanlar birer günlüktü, PKK sorununa kalıcı çözüm görünmüyor. Ama gösterilen ‘her yol Tahran’a çıkıyor’… AYNANIN ARKASI Görüldüğü üzere Türkiye son dönemde gerçekten de Ortadoğu’da "adı geçen" bir ülke haline geldi bundan şüphe yok. Ama peki ya sözü geçiyor mu gerçekten? Türkiye’nin adının geçmesi sözünün de geçmesi için yeterli midir? İşte bu noktada ne düz mantık işler ne de meşhur Aristo mantığı. Gerçekçi bir düzlem ve kesinlikle rasyonel yani tam karşılamasa da akılcı bir mantık silsilesi gerekir olay örgülerini doğru okuyabilmek için. Her şeyden önce şunu gör(e)bilmek gerekiyor Türkiye’nin ajandasında ne vardı tüm bu diplomatik görüşmeler zinciri sonucunda ve sonuçta elde ne kaldı? Türkiye’nin ajandasında terör vardı, Irak vardı, Irak’ın kuzeyi vardı, PKK vardı, ulusal güvenlik vardı, bölgesel güvenlik ve bölgesel istikrar vardı. Peki Irak’a komşu ülkelerin özellikle de Körfez ülkelerinin, Suudi Arabistan’ın, İsrail’in ve ABD’nin ajandalarında ne siyasi alanda yakınlaşmaları sorunu ortadan kalkmış olacak. Bu arada tabii ki TürkiyeSuriye yakınlaşması meselesi de kendiliğinden "halledilmiş" olacak. SUUDİLERİN SIKINTISI Gelelim Suudi Arabistan’a ve Körfez ülkelerine. Irak ve bölgedeki İranŞii etkisinin her geçen gün daha da artması, söz konusu ülkelerdeki kronik İranŞiilik güçleniyor/yükseliyor endişesini arttırıyor. Oldum olası İran’dan özellikle de içlerinde barındırdıkları Şii nüfus nedeniyle kendilerini de etkileme olasılığı son derece yüksek olan Şii ideolojisinden tehdit algılayan Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri bir an önce İran’ın dizginlenmesi için dua ediyorlar. Sadece dua etmiyorlar bunun için ciddi çabalar da sarf ediyorlar. Hatta zaman zaman İran’ı nükleer açıdan "dengeleyebilmek" için nükleer çalışmalara başlamak istediklerini de açıkça dile
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle