09 Ocak 2025 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 C S ngiltere’nin ‘Birleşik Avrupa’ macerası… TRATEJİ İ ‘Uyumsuz’ bir Avrupalı Cemile Akça ATAÇ TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası caatac@tusam.net vrupa’yı demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde düşündüğümüzde İngiltere, hemen asla “kötü” bir Avrupalı olmadığını söyleyecek ve Fransa, Paris isyanlarından sonra Avrupa’nın en ağır terörle mücadele yasalarından birini kabul ederken kendilerinin, geçtiğimiz haftalarda gözaltı süresini 90 güne çıkaran yasayı, Avam Kamarası’nda reddettiklerini anımsatacaktır. Ama AB’de suların durulmadığı ve tartışmaların ortasında yine İngiltere’nin olduğu da bir gerçek. 1 Ocak 2006 itibariyle dönem başkanlığını Avusturya’ya devredecek olan İngiltere’nin AB içindeki bu aykırı duruşu veya Stephen George’un İngiltere’nin AB macerasını anlatan kitabında dediği gibi “tuhaflığı” AB’nin gelecekte ilerleyeceği yön konusunda, Fransa’ya rağmen, çok etkili olacak gibi gözüküyor. A vrupa’nın birleşik bir yapıda bütünleşmesi yönündeki düşünürlerce çok önceden dile getirilmeye başlandı. İtalya’da Dante, Fransa’da Victor Hugo ve Almanya’da Immanuel Kant, bu konudaki yapıtlarıyla ön plana çıkıyor. Bu düşüncenin ada ülkesi İngiltere savunucusunu bulmak olanaklı değil. İngiltere’nin daha sonra birliğe üye olmaları ise tamamen ticari çıkarlarından kaynaklanıyor. A The Economist 17 Aralık rekirse; İtalya’da Dante, Fransa’da Victor Hugo ve Almanya’da Immanuel Kant, bu konudaki eserleriyle ön plana çıkar. İngiltere’ye baktığımızda ise, İngiliz felsefeci ve politikacıların, akngiltere’nin AB bünyesindeki dulımıza gelebilecek her türlü politik ruşu, Roma Anlaşması ile şekilkavram ve oluşum ile ilgili ciltlerce kilenmemiştir. Bu duruşu anlayabilmek tap yazmış olmalarına karşın, birleşik için yüzyıllar öncesine gitmek gerekir. Avrupa üzerine mesai harcamamış olBildiğimiz gibi, “birleşik Avrupa” düduklarını görürüz. Onun yerine tarih şüncesi, ilk olarak Jean Monnet ve Roboyunca gündemlerini, İngiltere’nin abert Schuman tarafından da ortaya atılda olmasının ne anlama gelebileceği, madı. Avrupa’da yüzyıllar boyunca fitüm Avrupa’yı birleştiren Papa otoritelozof ve edebiyatçılar, çeşitli siyasi ve sinin neden kabul edilemez olduğu, dini kaynaklara dayanarak bu ülküyü Avrupa’dan uzakta birinci imparatorgerçekleştirmenin yollarını aradı. En luklarını oluşturan Amerikan kolonilebilinenlerden birkaç örnek vermek geri ve başta Hindistan olmak üzere ikinci imparatorluklarını oluşturan ülkelerle ilişkiler, güç dengesi ve serbest ticaret gibi konular meşgul etmiştir. İngilizlerin Avrupa ile tam anlamıyla bütünleşmekten uzak durmalarında bu faktörlerin hepsi etkili olmuştur. İngiltere’de, birleşik Avrupa’nın aslında iyi bir şey olabileceği, Avrupa genelinin Blair AB komisyon başkanı Barosso ve parlemento başkanı tersine, ilk defa, travBir adada Avrupa’dan uzak olmak İ matik iki dünya savaşından sonra, 1947’de gündeme geldi. Savaş sonrası ilk seçimden yenik çıkan Winston Churchill, Zürih Üniversitesi’nde yaptığı ünlü konuşmasında, Avrupa Birleşik Devletleri düşüncesini, kalıcı istikrar ve barış unsuru olarak sundu. Churchill’e göre, böyle bir birlik ancak Fransa ve Almanya’nın önderliğinde gerçekleşebilirdi. Bir İngiliz politikacı için hiç de olağan olmayan böyle bir teklifin aslında ne anlama geldiği konuşmanın ilerleyen bölümlerinde ortaya çıktı. Fransa ve Almanya’nın uzlaştırıcılığında birleşen Avrupa’da İngiltere yer almayacaktı. İngiltere’nin çıkarları ve misyonu, Avrupa’dan ayrı, ABD ile yan yana olmayı gerektiriyordu. İngiltere’nin Amerika gibi bir yoldaşı ve de hâlâ kârlı olan bir imparatorluğu vardı. Avrupa’ya yöneliş ğer İngilizler, Avrupa’dan bağımsız duruşlarından bu kadar memnundularsa, nasıl oldu da 1961 yılında tam üyelik başvurusu yaptılar? 1950’lerdeki dekolonizasyonun etkisi ile imparatorluktan ayrılan eski kolonilerini, İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) altında yine kendine bağlı tutan İngiltere için, bu ülkelerle ticaret hâlâ Avrupa ile yaptığından daha kârlıydı. 1955 yılında, ihracatının E Borelli ile birlikte. (20 Aralık) yüzde 55’ini Milletler Topluluğu ülkelerine, yüzde 12’sini ileride Roma Anlaşması’nı imzalayacak 6 ülkeye yapıyordu. 1960 tarihinde ise bu oranlar tersine döndü. Kıtada çok kârlı bir ekonomik oluşum gerçekleşiyordu ve ticaret ustası İngiltere bunun dışında kalmamalıydı. Daha sonra basılan ve çok okunan ayrıntılı günlüklerinde Roma Anlaşması’nın imzalanmasını bahsi geçecek kadar önemli görmediği anlaşılan Başbakan Harold Macmillan, tamamen ekonomik nedenlerle üyelik başvurusunu yaptı ve karşısında Fransız Cumhurbaşkanı de Gaulle’ü buldu. “Avrupalı Avrupa” yaratma yolunda olduklarına inanan de Gaulle, Macmillan’ın sözlerini ona karşı kullanarak Amerika ile “özel ilişki” içinde olan bir ülkenin bu birlikte yerinin olmadığını söyledi. Üstelik İngiltere, korumacı politikalar gütmeye çalışan topluluğa, mucidi olduğu serbest uygulamaları getirecekti. Bu nedenlerle İngiltere’nin başvurusu reddedildi. 1967’de bu sefer Harold Wilson’ın başbakanlığında ikinci başvurusunu yaptığında yine aynı duvara, yani de Gaulle’e çarptı. “İngiltere’nin üyeliğinin hali hazırda kurulu olan birliği bitirip yeni bir birliği başlatması” anlamına geleceğini söyleyen Fransız Cumhurbaşkanı, İngiltere’nin Milletler Topluluğu ilişkilerini bu vesile ile Avrupa’nın içine sokacağını savundu. İngiltere, Avrupa Toplulukları’na (AT) ancak 1973’te de Gaulle’ün yokluğunda resmen katılabildi.İlk eylemlerinden biri olarak, de Gaulle’ü haklı çıkardı ve Yeni Zelanda süt ürünlerinin üye ülkelere serbest girişini sağladı. Aslında, Avrupa’dan bağımsız kaderleri ile tarih boyunca gurur duyan İngiliz halkının 1975’teki referandumda, üyeliğe (üyelik başvurusu İngiltere ile beraber kabul edilen Norveç’in “hayır” demesine rağmen) nasıl olup ta “evet” dediği, üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Böylesine bir “evet” ancak, kâr temasının ön plana çıkması ile gelebilirdi. Nitekim İngiliz işadamları, referandumun sonucunun istedikleri gibi olması için sadece kâr ve ekonomik kazancın vurgulandığı müthiş bir kampanya düzenlediler. Böylece İngilizler, temel olarak sadece serbest pazar gözüyle bakılan bu oluşuma katılmakta mahsur görmediler. İngiltere’nin aykırı duruşu, 1979 yılında başbakan olan Margaret Thatcher döneminde iyice su yüzüne çıktı. İlk başbakan olduğunda AT’yi NATO’nun bir kanadı sanan Thatcher, bu cahilliğinden çabuk sıyrılıp, topluluk ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle