27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 07 7/9/06 16:20 Page 1 CUMARTESİ EKİ 07 CMYK 9 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 7 Hız ve hırs dolu bir yaşam Mesleğinde başarılı, hırslı... Yarışmak ise onun için vazgeçilmez bir dürtü ama ‘‘aslında kendimle yarışıyorum’’ diye açıklıyor durumu. Şirketi de kendi yaşam stiline göre yönetiyor. Herkesin elinden gelenin en iyisini yapması için kendisini zorlaması gerektiğine inanıyor. İş başarısı kadar sosyal yaşam da, onun için olmazsa olmazlar arasında... Seyahat kitabı yolda... İş yaşam dengesine geri dönecek olursak, neler yapıyorsunuz? ‘‘Bol bol geziyorum. Çin, Tibet, Himalayalar. Fırsat bulduğum her zaman diliminde. Bir kız arkadaşımla bir seyahat kitabı hazırlıyoruz birlikte. Gelecek yıl eylülde çıkacak aksilik olmazsa. İş ile özel yaşamın arasına bir yerlere de kişisel sosyal sorumluluk diye adlandırdığım projeleri sığdırmaya çalışıyorum. Örneğin Sivil Toplum Kuruluşlarında görev alıyorum: GİYAD, İstanbul Erkek Liseliler Vakfı Mütevelli Heyeti’nde görev almak, Özel Sektör Gönüllüleri Derneği gibi... Bir de LİMRA var. Açılımı, Uluslararası Hayat Sigortaları ve Bireysel Emeklilik Organisazyonu. 800 üyesi var. Türkiye’den ise 5 şirket üye. Türkiye’den komite kuruldu başkanlığına beni seçtiler. O görevi sürdürüyorum. Ayrıca Ak Emeklilik bünyesinde de önemli bir ilk gerçekleştirdik. Şirketimiz Global Compact’a sektörde ilk üye olan kuruluş oldu. Ben hep devlet okullarında okudum. Ve bu konuda üzerime düşen sorumluluklarımın olduğunu düşünüyorum. Aldığım eğitim sayesinde bu yerlere geldiysem benim de vereceklerim olmalı. Bu birikimler parayla satın alınamaz ve bunu topluma geri vermek lazım. Bu nedenle Marmara Üniversitesi’nde 4 yıldan beri bankacılık ve sigortacılık dersi veriyorum.’’ Her anlamıyla aykırı bir kadın, aykırı bir yönetici. Gözlerinden enerji fışkırıyor. Cıva gibi, yerinde duramıyor. Heyecan onun yaşam biçimi haline gelmiş. Göreve geldiği gün, ‘şirketi sektörün ilk üçü içine sokacağım’ deyip sözünü tutmuş. Bir yandan genel müdürlüğünü üstlendiği Ak Sigorta’yı basamak basamak yükseltirken bir yandan da dağlara tırmanmış, araba yarışlarına katılmış... Sözünü ettiğimiz kişi Meral Ak Egemen. On parmağında on marifet. İşini çok seviyor, ama işyaşam dengesinin önemine de inanıyor. Gezi kitabını bitirmek üzere aynı zamanda üniversitede ders de veriyor. Egemen ile söyleşiye ilk mesleği olan bankacılık ile başladık ve daha iş hayatına atılmaya ilk hazırlandığı günlere dönerek ‘‘hayalleriniz içinde bankacılık kaçıncı sıradaydı?’’ sorusunu yönelttik. ‘‘Bankacılığı meslek olarak hiç düşünmedim. Çünkü önümdeki profiller ile hayalimdeki meslek örtüşmüyordu. Ablam bankacıydı. Rakamlarla boğuşur, o dönemde karbon kağıtlardan giydiği beyaz gömlekler simsiyah olurdu. Ben daha satış ve pazarlama ağırlıklı bir iş yapmak istiyordum. Daha yaratıcılığa açık bir mesleği hayal ediyordum. Ancak Aisec programı ile yurt dışında staj imkanı doğdu ve şansıma bir banka çıktı. İşte o bankada staj yaptığım dönemde fikrim değişti. Çünkü bankada da rakamlarla boğuşmak yerine satış ve pazarlama ile uğraşılabileceğini anladım. Uzun yıllar bankacılık sektöründe çeşitli görevler ve yöneticilik yaptıktan sonra sigorta sektörüne geçtim.’’ Bankacılık sektörünün, sizin de içinde bulunduğunuz dönemine geri dönüp bakarsak epey sancılı geçtiğini biliyoruz. Bugünün gözlüğü ile o dönemi değerlendirecek olursanız neler söylersiniz? ‘‘Gelişmeye ve yeniliklere ne kadar açıksanız risk almaya da o kadar açık olursunuz. İşte bankacılık bu iki farklı çelişkiyi bünyesinde barındırdı. Bir yandan teknoloji, insan kaynakları ve eğitim ile çok hızlı bir gelişim gösterirken öbür taraftan da Türkiye gerçeğinin ÖZLEM YÜZAK bir parçası olarak almaması gereken riskler aldı. Açık pozisyonların ve kredi risklerinin iyi denetlenmesi gerekiyordu ve kontrol eksikliği vardı. Oportünist yaklaşan kimi girişimciler bankacılığı sektörün asli amaçları dışında kullandılar... Kumdan kalelerle oynandı o dönemde. Bir tecrübesizlik de bence o dönemin çalışanları açısından yaşandı. O döneme baktığımda, kimi çalışanların attıkları imzaların sorumluğunu algılayamadıklarını düşünüyorum. Patron şirketi kıvamında yönetildi bir çoğu. Patrona ‘hayır’ diyemeyerek oradan gelen talimatları yerine getirdiler. Aldıkları riskin sorumluluğunu tam anlayamadılar. Aralarında arkadaşlarım da oldu. Hâlâ mahkemeleri ve yurt dışına çıkış yasakları devam ediyor.’’ İş yaşamında kendinizi eleştirdiğiniz oluyor mu? Olumsuz bulduğunuz yönleriniz.. ‘‘Tabii ki kendimi eleştiriyorum, hem de sürekli olarak. Sivri dilli ve her aklına geleni söyleyen biri olmam ise en olumsuz bulduğum yönüm. Bir de sanırım fazla mükemmelliyetçiyim. Herkesin elinden gelenin en iyisini yapması için kendini zorlaması gerektiğine inanıyorum. Ortalama insan olmaya razı olmamak lazım. Bu olmadığı zaman rahatsızlık duyuyorum.’’ Zamanınızı iyi kullanıyor musunuz? ‘‘Zamanı çok disiplinli ve iyi kullananan rol modellerim oldu. Ama hiç bir zaman disiplinli bir zaman planlayıcısı olmadım ben. Buna karşılık işyaşam dengesine önem verdim ve burada belli bir mutluluğu yakaladığıma inanıyorum.’’ Sanırım sizin yaşamınızda hız ve hırs çok önemli... ‘‘Evet son 4 yıldır günde 16 saate yakın çalıştım. Ama bu arada iki uluslararası klasik otomobil rallisine katıldım. Türkiye 2003 ve 2005 bayanlar birincisi oldum. İş hayatımdaki hırsı orada da devam ettirdiğimi ve hobiyi bile yarışma haline dönüştürdüğümü söylüyorlar.’’ Biraz da yaşamınızdaki yarışlara gelecek olursak? Neden bu yarış aşkı? ‘‘Aslında ben kendimle yarışıyorum. Derdim kendimle. Yarışta önemli olan başkasını geçmek değil geçen yarışta aldığım dereceyi aşmaya çalışıyorum ben. Kaybedince tabii ki üzülüyorum ama iş yaşamındaki kadar fazla dert de etmiyorum tabii. Aslında bu tür yarışlar insanı çok fazla hırslandırıyor. Örneğin bu yarışlara eşli katılanlar oluyor. Ama karı koca işin heyecanına öyle kaptırıyorlar ki kendilerini birbirleri ile kavgaya tutuşanlar hatta birbirlerinin kafalarına kronomitre fırlatanlar bile oluyor.’’ Arena Di Verona, Castelvecciho ve Sirmione Geleneksel Verona Müzik Festivali’nin bu yıl 84.’sü 24 Haziran27 Ağustos arasında Arena Di Verona’da festivali direktörlüğünü Franco Zefirelli’nin yaptığı Giacoma Puccini’nin TOSCA Operası’yla başladı. Bir müzik olayı için 84 yıl dile kolay... Her yıl dünyanın her köşesinden gelen binlerce sanatsevere opera, bale, tiyatro ve caz da dahil bir sanat ve kültür ziyafetinin sunulduğu inanılmaz bir organizasyon akıl almaz bir kültür şöleniydi Verona Müzik Festivali... Verona’ya gidiş olarak da biraz uzun fakat ilginç bir yol seçtim. Bu seyahatin İstanbul Zürih arasını uçakla, Zürih Verona kısmını ise trenle yaptık. Nedeniyse hem tren yolculuğunun klimalı vagon rahatlığını hissetmek hem de Zürih Milano arasındaki 4 saatlik Alp Dağları’nın doyumsuz manzarasını izlemekti. Burada geçen 4 saat öylesine büyüleyiciydi ki yemyeşil çam ormanları, nehirler ve gölleri kapsayan doğa harikası, bu güzel yol bizi çok etkiledi. Kanımca bu seyahati yapmayan tüm okurlara önerim Zürih Milano arasındaki bu güzel beldeyi hiç olmazsa bir defa tren seyahatiyle görmeleridir. Verona orta büyüklükte bir İtalyan şehri. Nüfusu ise 270 bin. Burası Venedik’ten sonra İtalya’nın sanat ve kültür açısından en önemli ve en zengin kentlerinden biri... Şehrin ortasından kıvrılarak ve süzülerek geçen Adiga Nehri, etrafına ayrı bir güzellik veriyor. Şehrin en önemli meydanı Piazza Bra’nın tam ortasında Arena Di Verona (Verona Antik Arenası) tüm ihtişamıyla durmakta. Karşısında ise birbirinden güzel kafe ve restoranlarda yerli ve yabancı halk yiyip içip eğlenmekte. Arena Di Verona Roma’daki Colllosium’dan sonra İtalya’daki en büyük hipodrom. Zamanında gladyatörlerin savaştığı bu eşsiz güzellikteki arena 1913’ten sonra dünyanın en önemli operalarının oynandığı ve eserlerinin sergilendiği anfi tiyatro olarak kullanılmakta. Elips şeklinde olan bu arenanın boyu 140 metre, eniyse 110 metre olup zamanında kapasitesi 25 bin kişi imiş... Ancak bugün büyük sahne düzenlemeleri alanın bir kısımını aldığı için bugün tam dolu kapasitesi konserler sürecinde 15 bin kişi civarında... En ucuz biletin 50 en pahalısının da 200 Avro olduğu düşünülürse bir operanın getirisinin yaklaşık 2 milyon Avro civarında olduğu belirtiliyor. Tabi ki dünyanın dört bir köşesinden gelenlerin otel, lokanta ve diğer eğlence masrafları bunun dışında. İşte kültür turizminden ilginç bir örnek. Bu müzik olayı için geldiğimiz Verona’da izlediğim Carmen ve Aida operalarının gerek sahneye konuşu ve zenginliği gerekse de sahne performansının mükemmelliği bizlere unutulmaz anlar yaşattı. İSMET AKTEKİN İstanbul’a dair hikâyat KADİR AYDEMİR Deniz tutkunu bir romancı Vecdi Çıracıoğlu. Everest yayınlarından çıkan son kitabı ‘Sarıkasnak’ da yine denizle ilgili. Çıracıoğlu ile kitabını, projelerini ve tutkusunu konuştuk. ‘‘Sarıkasnak’’ bir eski İstanbul anlatısı sanki. Böylesi ilginç bir denizci hikâyesinin ne kadarı kurgu, ne kadarı gerçek? ‘‘Sarıkasnak, denizi ve deniz kıyısı insanlarını anlatan bir uzun hikâye. Konusunu Karadeniz’den alması, onun, o yöreye aitliğini vurgulamaz. Denizinin özelliği o yöreye ve insanına öyle yansımıştır. ‘Denize Dair Hikâyat’ alt başlıklı bir üçlemenin ilk halkası Sarıkasnak. Denizle ilgili, denizi ve insanlarını kucaklayan bir üçlü olacak. Sarıkasnak’ın ardından gelenler İstanbul’la ilgili anlatı olacak. Hikâyeyi barındıran tüm öyküler gerçek. Başka başka yer ve mekânlarda geçseler de Sarıkasnak’ta bir bütünlük kazandılar.’’ Gençliğinizin Rumelihisarı’nda geçtiğini biliyoruz. Deniz kültürünü böylesine ayrıntılarıyla nasıl öğrendiniz diye sormadan edemiyor insan? ‘‘Çok genç yaşta Boğaz’ın Rumelihisarı köyünde denizle iç içe yaşamaya başladım. Şimdikinden çok uzak, adeta bir köy yaşamı vardı o zamanlar. Orada, o şartlarda, denizin bitmediği zamanlarda deniz insanlarıyla başlayan dostluğum beni denizle de tanıştırdı.’’ O yıllarda İstanbul Boğazı nasıldı? ‘‘Az önce söylediğim gibi, insanlar birbirlerine nereye gidiyorsun diye sorduklarında, ‘Şehre gidiyorum’ diyerek Eminönü’nü ya da ‘Köy’e gidiyorum’ diyerek Boğaz’ın herhangi güzelim incisi bir köyünden sözederlerdi. Denizinin kirlenmediği, nüfusun bu kadar azmanlaşmadığı, sokakları, seğirdimleri arnavutkaldırımlarıyla bezeli, sessiz, ana biliyorum. Dalyan dendiğinde, İstanbul Boğazı’nda Beykoz’da kurulan dalyan aklıma geleni. Beykoz Vapur İskelesi önünde ‘Kılıçdalyanı’ olarak kurulan büyük dalyandı. Eskilerde kurulan ve Beykoz Kasrı önüne kurulan ve adına küçük dalyan denilen başka bir dalyan daha varmış. Denizdeki gözetleme direğinin tepesine bir erkete tünetirlerdi. Karadeniz’den gelen kılıçbalıkları limana girince erkete, ucuna beyaz bir mermer taşı bağlı elindeki uzun bir sırığı balıkların arkalarından sağa sola atarak dalyanın içine girmesine yardımcı olurdu. Beykoz’da yetmişli yılların ortalarında dalyanların varlığını biliyorum. Dalyan bana Mısır piramitlerinin içindeki kral lahtine giden karmaşık, dolambaçlı sistemi hatırlatır. En son balığın girdiği ve su yüzüne alındığı yere ‘yatak odası’ denirdi. Konu deniz ve Boğaz olunca, Beykoz’un meşhur kalkanbalığından söz etmemek büyük haksızlık olur. Aslında meşhur Beykoz kalkanı, dalyanlardan çıkan bir balık türü değildi. Ancak yine de Beykoz’un adıyla meşhur olmuştur. Bunun nedeni, 1923 mübadelesine dek, cesaretleriyle ünlü Beykozlu Rum balıkçıların, Karadeniz açıklarında tuttukları kalkanbalıklarını, balıkhanede satarken ‘Beykoz kalkanı’ diye bağırmalarıymış. Şimdilerde balıkçı tablalarında el kadar kalkanlar boy gösteriyor. Deniz kültürünün olduğu, dolayısıyla balığın olduğu yerde fakirlikten de söz edilemez. Deniz tarla gibidir. Anlattığım bu küçük ayrıntıları gözümüzde canlandırdığımızda, güzelliklerin ne yöne, nasıl değiştiğini de fark edebiliyoruz.’’ CASTELVECCHİO (ESKİ SARAY) Eski saray 14. asrın ikinci yarısında ‘Lords of Verona dalla scala’ tarafından tamamen kentin korunması için askeri bir maksatla yapılmıştır. Bugün ise Verona kentinin ikinci simgesi olan bu tarihi yapıt ünlü Venedikli mimar Carlo Scarpa (19061978) tarafından restorasyonuna 1958’de başlanmış ve 1977’de tamamlanmıştır. Bir restorasyon başyapıtı olan bu eser gerek sadeliği gerekse de aslına uygun olarak yapılmış olmasıyla bize de bu alanda çok şey öğreteceğe benziyor. SİRMİONE Verona’ye gidecek olan herkese önerim özellikle kendilerine en az 1 gün ayırıp kente en az 40 kilometre mesafede olan Garda Gölü’nde bir gezi ve tarihi Sirmione kasabasını da dolaşmalarıdır. İtalya’nın en önemli kaplıca ve turizm merkezlerinden biri olan bu şirin ufak göl kasabasının nüfusu gerçekte 5 6 bin kişi iken kaplıca turizmindeki dünyaca ününden dolayı yılda yüzbinlerce turisti ağarlamakta ve yüzden fazla irili ufaklı otel bulunmaktadır. Ayrıca her türlü spor, su sporları ve eğlencenin tüm ziyaretçilere sunulduğu bu yeri Verona’yı ziyaret eden herkese içtenlikle öneririm. [email protected]. yollarından tek tük motorlu araçların geçtiği, mahsulünün suyuna küsmediği bir İstanbul Boğazı vardı bir zamanlar. Bu anlattıklarım otuz beş yıl öncesi olmasına karşın yine de İstanbul’a sonradan gelen orta yaşlılar için ilginç gelmekte.’’ Eski İstanbul dalyanlarını yaşayan biri olarak günümüzle kıyaslandığımızda neler değişti dersiniz? ‘‘Bu sorunun yanıtını İstanbul Boğazı köylerinden Beykoz’u ve eski dalyanlarını biraz açtığımda az da olsa vermiş olacağım kanısındayım. Kadıköy Göztepe sahilinde adı da Dalyan olan bir semtte eskilerde dalyan kurulduğunu [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle