21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ 7 Kültür analisti Klaic: İstanbul’un 2010 yılını ‘rezil olmadan’ atlatması için çalışmalara hemen başlanmalı Kültür turizmin gölgesinde LEYLA TAVŞANOĞLU Dragan Klaic Hollanda’da yaşayan bir Yugoslavya’lı; Avrupa’da iyi tanınan bir tiyatro uzmanı ve kültür analisti . Tiyatro eleştirmenliği ve profesörlüğü yapmanın yanında uzun süredir kültürel yapılanma ve değişim konusunda çalışmış, önemli Avrupa kültür kurumlarında görev yapmış bir araştırmacı. Geçen sonbahar İstanbul’da bir ay kalarak buradaki kültür faaliyetlerini ve olanaklarını incelemiş, bunları Avrupa’daki benzerleriyle karşılaştırmış ve Avrupa Kültür Kurumu için bir rapor hazırlamıştır. Daha sonra ‘Avrupa Tiyatrolarının Resmi Olmayan Toplantıları’ adlı kuruluşun (IETM) yıllık toplantısına katılmak için yeniden İstanbul’a geldi. 2010 yılında Avrupa’nın kültür başkentlerinden biri olacak İstanbul’un, işin içinden yüz akıyla çıkması için yapılması gerekenleri konuyu çok iyi bilen Prof. Klaic’ le konuştuk. Türkiye’de kültür faaliyetleri konusunda genel olarak ne düşünüyorsunuz? reklam bütçeleri bulunmalıdır. Dahası da var; bu bütçeler profesyonelce kullanılmalıdır. Bu unsurun cidden eksik olduğunu gördüm. Bu kültür odakları, nüfusu 16 milyon civarında olan bir kentin kültür ihtiyacını karşılamak için çok yetersizdir. Bu durumda kent nüfusunun büyük bir bölümünün klasik anlamıyla kültürden gereğince yararlanmadıkları söylenebilir. Belediye ve devlete ait büyük örgütler ucuz bilet karşılığında ve zaman zaman çevrede yer alan kültür binalarına giderek kültürü yaygınlaştırmaya çalışmıyorlar mı? Bilgi’nin üstlendiği Haliç’teki Santral Kampusu inşaatı bittiğinde, 2006 sonbaharında faaliyete geçtiğinde İstanbul’un çok önemli kültür odaklarından biri olacaktır. İstanbul’da kültür faaliyetlerinin düzeylerini, başarılarını arttırmak için neler yapılabilir? Bunlar tabii ki iyidir ama devlet ve belediyeye ait Çok dikkate değer çalışmalar izledim ancak bu konuyla ilgilenen bakanlığınızın adının ‘Kültür ve Turizm Bakanlığı’ olması, kültürün de, turizmin de pek doğru yorumlanmadığını yansıtır: Bu başlık, kültürün daha çok turizm amacıyla desteklenmesi gerektiği sanıldığını yansıtır ki Avrupa’da böyle bir şeye rastlayamazsınız. Kültür ve Turizm Bakanlıkları birbirinden apayrı konularla ilgilenmesi gereken bakanlıklar olmalıdır. Bu bakanlığın 2006 bütçesinin 712 milyon YTL olduğunu ve bu miktarın 15%’ten azının kültüre ayrıldığını öğrendim. Daima turizmin gölgesinde olmak kültür faaliyetlerinize çok şey kaybettirmektedir. Farklı kültür birimlerinin temsil edileceği bir platform oluşturulmalı. Bu platform mesela kültür faaliyetlerinin yazılı basında, radyolarda ve tv kanallarında daha fazla yer almasını sağlayarak yararlı olabilir. Ayrıca kültür birimleri arasında sürekli işbirliği ve iletişim sağlayacak ittifaklar ve şemsiye kuruluşları da oluşmalı. Bu kuruluşlar yada benzerleri, Kültür Bakanlığı ile diyalog güç olsa da yerel belediyelerle sürekli olarak diyalog sağlama yoluyla bu konuda çalışanların bir çok alanda önünü açabilirler. Ciddi bir eksiğiniz daha var: Çağdaş kültür hareketlerinin sürekli bir şekilde dokümantasyonu, bu bilgilerin isteyene kolayca aktarılması, kültür hareketlerinizde gerçekleşenlerin daha yeterli bir şekilde irdelenmelerine, ilersi için daha yararlı düzenlemelere gidilebilmesine yol açar. Bu işi bir üniversitenin üstlenmesi doğru olurdu. Bu alanda yapılması gerekenleri saptayan ve tümünü kapsayan planlamayı gerçekleştiren, koordine eden de yok.. Böyle bir oluşumun devlet ve belediye memurlarını kültür konularında eğitecek, onları kültür faaliyetleri konusunda daha hassas kılacak programlar hazırlayıp uygulaması kültür odakları ile bakanlıklar ve belediyeler arası ilişkilerde kolaylıklara yol açabilir. REKLAMA PARA AYRILMALI İstanbul’daki kültür faaliyetleri konusunda ne düşünüyorsunuz? DANIŞMANLAR ŞART bu şekilde yapılanmış büyük kültür organizasyonları, kalabalık kadrolarıyla, yüklü bürokratik bağlantılarıyla, iktidardan iktidara ve esen politik rüzgarlara bağlı sürekli değişimlerle devamlı olarak düzeyli üretim yapamazlar.. Yılda 30 oyun çıkaran 280 oyunculu bir kent tiyatrosunun çalışmasında yaratıcılıktan çok lojistik konular ağır basar. Bir merkezden yönetilen bu yapıların İstanbul gibi bir kentin sürekli gelişen ve değişen kültür ihtiyaçlarına cevap vermesi güçtür. İstanbul’un 2010 da Avrupa’nın kültür merkezi olması konusunda ne dersiniz? DRAGAN KLAIC Dragan Klaic bir tiyatro uzmanı ve kültür analisti. Amsterdam’daki Felix Meritis Foundation’da görevli; Leiden Üniversitesi’nde sanat ve kültür planlaması konusunda ders veriyor. Çeşitli kurumlarda danışman, editör, köşe yazarı, araştırmacı ve eğitmen olarak çalıştı. Uzmanlaştığı konular, modern performans sanatları, Avrupa kültür planlaması ve uluslararası kültür dayanışması stratejileri, kültürler arası ilişkiler. Belgrad’da dramaturji okudu, Yale Üniversitesi’nde tiyatro tarihi ve tiyatro eleştirmenliği doktorası yaptı. Tiyatro eleştirmeni ve dramaturg olarak calıştı. Belgrad Sanat Üniversitesi’nde ve Amsterdam Üniversitesi’nde profesörlük, Theater Instituut Nederland’de de yönetmenlik yaptı. ‘Tiyatro ve sürgün’ konularındaki kitapları Amerika, Hollanda ve Hirvatistan’da yayımlandı. 2006 kışında yayımlanmış olan ‘Istanbul’un kültür oluşumu ve Avrupa emelleri’ başlıklı önemli raporu var. Bu rapor, 2010 yılında Avrupa’nın kültür başkentlerinden biri olacak İstanbul’da bu fırsatın iyi değerlendirilmesini, geçmişte bazı şehirlerde gerçekleştirilmiş ve bugün olumsuz bir şekilde anılan organizasyonların benzeri olmamayı amaçlayanlarca dikkate alınmalıdır. Bu kentin kültür faaliyetlerinin çoğu Levent ile Galata köprüsü arasında sıkışmış bir alanda yer almaktadır. Buradaki çok kırılgan, ufak mekanlarda faaliyet gösteren küçük konser salonları, dans stüdyoları, tiyatrocuklar yanında devlete ait, belediyeye ait büyük işletmeler, bir de büyük çaplı özel girişim kurumlarının geliştirdiği az sayıda uluslararası standartta müze ve tiyatrolar yer almaktadır. Asya tarafındaki kültür odaklarının sayısı azdır. Kültür odağı yoğun bölgenin ötesinde yer alan bazı çevre belediyelerinin prestij amacıyla oluşturdukları ancak yeterince bilgi sahibi olunmadan, bilenlere danışılmadan yaptırılmış tiyatro ve kültür merkezleri binaları bulunmaktadır. Bu kültür merkezlerinden bazılarının büyük tiyatro salonları vardır ama bu salonların doğru dürüst perde arkası alanı, ‘sofita’ları yoktur. Hazırlop seyirci bulunmaz. Seyircinin de hazırlanması, bu kültür merkezlerinde yapılacaklar konusunda aydınlatılması ve bunları izlemenin yararlarının bildirilmesi gerekir. Demek ki reklama da para ayrılmalı, kültür merkezlerinin ciddi PLATFORM OLUŞTURULMALI Peki diğerleri? Küçük, özel tiyatro kuruluşları gibi bazısı çok etkileyici olan girişimlere gelince, bunlar sürekli olarak ekonomik güçlüklerle cebelleşmekte, bu nedenle oyunlarını sürekli sergileyememekte ve her sene bir bölümü faaliyetini durdurmaktadır . Büyük özel sanayi ve ticari kuruluşlarının girişimlerinden Kıraç ailesinin Pera Müzesi, Sabancı’ların Emirgan’daki Müzeleri ve Eczacıbaşı’nın önderliğinde oluşturulmuş İstanbul Modern Müzesi görenleri etkileyecek başarılar sergilemektedirler. Özel bir üniversite olan Dört yıl çok kısa bir süredir. Hemen çalışmaya başlanmalı! Biliyorsunuz Avrupa’ya her sene bir kültür merkezi seçmek 1985’de Yunan Kültür Bakanı Melina Mercouri’nin önerisiyle Atina’dan başlatılmıştı. Bu güne kadar geçen 20 yıl içinde seçilmiş bir çok kentte bu sıfat yararlı sonuçlara yol açtıysa da başarısızlıklar, felaketler de az değildir. Bildiğiniz gibi bir süredir bir tek değil her yıl için 23 Avrupa kültür merkezi seçilmektedir. İstanbul’un 2010 yılını rezil olmadan atlatmasını isteyen yetkililer, Robert Palmer’in son 10 yılda kültür merkezi seçilenler konusunda yaptığı araştırmayı okumalıdırlar. Palmer, İskoçyalıdır. 1990’da Glasgow’un çok başarılı bir kültür kenti olmasını sağladığından 2000’de Brüksel, bu kentin kültür programının başına onu getirmiş ve böylece güzel bir sonuç alabilmiştir. Palmer’in raporuna internette www.palmerrae..com içinde ‘Study of European Cultural Capitals’ bölümüne bakılabilir. Sizin de Avrupanın kültür merkezi hazırlıklarınızı yürütürken bu bilgilere sahip danışmanlara sahip olmanız gerekir. Fatih Akın, ‘aşk’ın ardından ‘ölüm’ ve ‘şeytan’la karşımıza çıkmaya hazırlanıyor Kaybedenler bana daha yakın ŞULE KÖKTÜRK ‘‘Duvara Karşı’’ ile hepimiz onu yakından tanıdık. Türk toplumunu, zaaflarıyla, güçlü yönleriyle, şiddetiyle, yardımseverliğiyle, Almanya’dan görünümüyle anlattı bize. Tük asıllı Alman yönetmen olarak Türkiye’nin kahramanlarından biri oldu Fatih Akın. Onun kahramanları ise dünyayı daha fazla tanımayı, daha fazla öğrenmeyi, yaşamın lezzetini ruhlarında hissetmeyi umut edenler, ancak bunu başaramadıkları için parçalanmış şekilde yaşamı sürdürmeye çalışanlar, yaşamın kıyısında kalmış ‘‘antikahramanlar’’ oldu. Duvara Karşı’yla başlayan üçlemenin ikincisi olan ‘‘Yaşamın Öteki Kıyısı’’nı çekeceği mekanlarda çalışmak üzere, teknik ekibiyle Türkiye’ye gelen Fatih Akın, Zonguldak’ın sahil beldesi Filyos’taydı. 1 gün kaldığı Filyos’ta iş arasında akraba ziyaretini de yapan Akın’ın sıcakkanlılığı ortamı da ısıtıyor. Akın, yanına gelenlerle fotoğraf çektirirken ‘‘Bu da filmde oynuyor’’ esprisiyle yüzlerdeki gülümsemeyi arttırıyor. Birçok ipucu olsa da elimizde, önce filmin konusunu soruyoruz Akın’a, bir aile filmi olduğunu söylüyor, ‘‘Bir annekız ve bir babaoğlun tesadüfler sonrası birleşen hikayesi’’. Bu filmde bir mesaj kaygınız var mı sorusuna ise birçok mesaj olduğu şeklinde yanıt veriyor. ‘‘Bu bir üçgen aslında’’ diyen Akın şöyle devam ediyor:‘‘Duvara Karşı’yla başlayan bir üçgen, konu olarak. Duvara Karşı’nın konusu ‘aşk’tı, ikinci filmin yani bu filmin konusu ‘ölüm’, üçüncü filmin konusu ise ‘şeytan’ olacak.’’ ‘Yaşamın Öteki Kıyısı’nın siyasi mesajlar da içerdiğine değinen Fatih Akın, ‘‘Bu film siyasete de giriyor. Sağ solun sonrası ne, sağın solun üstü ne... Solun karşıtı sağ, sağın karşıtı sol ama bunların karşıtı ne. Başka bir şeyler de var. Sadece didaktik hayata bakmamak gerekiyor. Sağa geçeceksin, sola geçeceksin, onun etrafında ne olabilir... Belki hümanizm’’ diyor. Üçüncü filmin de senaryosunu yazdıklarını ifade eden Akın, ‘şeytan’ı konu edinen filminde insanların kötülüğünü anlatacağını ifade ediyor. Filmlerde daha çok parçalanmış bir şekilde yaşamı sürdürmeye çalışan bireyleri, zor yaşamları konu edinen Akın, o insanların ilgisini çektiğini söylüyor: ‘‘Örneğin, Filyos’ta çekmek... Buranın halkı ilgimi çeken bir şey. Loser’lar (kaybeden), anti kahramanlar bana hep daha yakın. Bilmiyorum sanki onlar bana daha sıcak.’’ Daha çok evrensel mesajları olmasına karşın Filyos, Trabzon gibi Türkiye’nin ayrıntı mekanlarında setini kuran Akın, ‘‘Çünkü bunlar da var... Ortak noktada buluşuyorlar. Sonuçta bildiğim şey... Benim sosyolojim, sosyeteden kaynaklanan bir sosyolojim yok. Beni ben yapan bu. Ben zengin bir ailenin çocuğu değilim, orta sınıf muhafazakar bir ailenin çocuğuyum. Bizim ailelerde yardım etmek vardır. Kültürümüz bu. Benim yardımım da belki sinema yapmak olacak... Daha fazla göstermek ve ‘heyy bu da var’ demek belki...’’ Türk sinemasını ve özellikle Yeşilçam’ı sevdiğini dile getiren Akın, ‘‘Türk sinemasını seviyorum, çünkü ben de kendimi asistan olarak görüyorum...’’ diyor. HAFTA SONU 07 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle