Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 22 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ rih Ta Osmanlı, Kızılbaşlığı sapkınlık olarak gördü ERDOĞAN AYDIN Söz Pir Sultan’dan açılmışken, sağlıklı bir tarih bilinci açısından yüzleşmemiz gereken önemli bir sorun da Anadolu halkının Osmanlı egemenliğiyle niçin barışamadığı, niçin direndiği ve niçin ezildiğidir. Osmanlının yayılma dönemine dair bizden gizlenen, gizlenemediği durumda da çarpıtılan şey, en büyük fetih alanının Anadolu, savaşlarda en büyük muarızın Türkmenler olduğu gerçeğidir. Türkmen Beyliklerin tekrar tekrar ezilmesini takip eden süreç ise, Anadolu halkının, yaşadığı sefalet ve asimilasyona karşı yinelenen itirazı ve buna karşı ezilmeleridir. Resmi tarihçilik bu sorunu es geçer, geçemediği durumda ise ‘‘dış güçlerin kışkırtması!’’ mazereti kurgulayarak tarih bilincimizi dumura uğratır. Bu yaklaşımın, geçmişe dair es geçilebilir bir yorum yanlışı olduğu düşünülmemeli; aksine devlet toplum ilişkisi ve yurttaşlık bilincimizi dumura uğratan güncel bir sorunla karşı karşıyayız. Çünkü devlete tebaalığın kutsandığı, itirazın ve hakların ise olumsuzlandığı böylesi bir tarih bilincinden toplumsal kültürümüze yansıyan etki, yurttaşlık haklarını, laikliği, hukuku, demokrasiyi içselleştirememektir. Resmi tarihçiliğin temel misyonu da budur zaten. e ç TÜRKMEN ELİNDEN FETHOLUNMA Tarih yazımını gerçeklere sadakatle yapmamız halinde, teslim edeceğimiz en önemli olgulardan biri, Osmanlı sarayının halka yönelik ağırlaşan sömürüsü ve despotizmidir. Bu duruma karşı halkın bir dizi itirazı ve bıçağın kemiğe değmesine karşın ayaklanması ile karşı karşıyayız. Özellikle 16. yüzyıl tam anlamıyla bir ayaklanmalar ve kıyımlar yüzyılı olacaktır. Oysa resmi tarihçiliğin bu döneme ilişkin çizdiği tablo, tarihimizin ‘‘yükseliş çağı’’ ve ‘‘en parlak dönemi’’dir. Böylece halkı katl ve istismar edenler, bize ‘‘en büyük atalarımız’’ olarak öğretilir ve onlarla gurur duymamız sağlanmaya çalışılır. Oysa Osmanlıların bu dönemi, gerçek atalarımız olan halka karşı artan vergi artırımları ve aşağılamalar ve buna karşın halkın zembereğinden boşalmışçasına gelişen direnişidir. Saray ise halkın bu ‘‘artık yeter!’’ diyen tavrı karşısında, beylikler dönemindekini aşan kayıplar pahasına Anadolu’yu adeta yeniden yeniden fethe yönelmiştir. Bu süreçte yüzbinlerce insan katledilirken çok daha fazlası Mora, Girit, Trakya, Balkanlar, vb. uzak diyarlara sürgün edilecek ve bu yolla halk her istenene boyun eğer hale getirilerek tabaalaştırılacaktır. Dönemin doğrudan tanıklarından Celalzade Mustafa, durumu şöyle anlatır: ‘‘Mukeddema (öncelikle) ol memleketler Türkman elinden fetholunmağla taifei mezburenin timarları ve dirlikleri alınıp havassı hümayun için zaptolunmuştu; evbaşı memleket (memleketin ayak takımı) esbabı maaştan mahrum olmağın bizarure (zorunlu olarak) fesada ikdam ve mübaşeret eylemişlerdi (isyana kalkışmışlardı)’’ (İ.H. Uzunçarşılı). Bu süreçte Saray, Anadolu’daki yöneticilere: ‘‘...Mezkurları hüsnü tedarik ile ele geçirüp dahi kimesne ifşa etmeden el altından Kızılırmağa iletüb boğasın. Ve yahut ahar vecih ve münasip görüldüğü üzere hırsızlık ve haramilik eylediler deyu iddia eyleyüp haklarından gelesin’’ (Ahmet Refik) gibi bir dizi talimat yollayacaktır. Temmuz 1568’de, yani II. Selim zamanında Rum (Sivas) Beylerbeyine gönderilmek üzere Mustafa Çavuş’a verilen bir hükümde, Sarayın Anadolu’da tebaalaşmayan halka nasıl yaklaştığının çarpıcı bir örneğidir: ‘‘Buyurdum ki: Vusul buldukda (ulaştığında) bu hususı kimesneye ifşa eylemeyüp (söylemeyip) gönderilen defterde mastur (yazılmış) olan müfsidleri hafiyyeten (gizlice) tetebbu eyleyüp (inceleyip) dahı tedarükle ele getürüp, kuttaı tarik (yol kesen) ve hırsuz namına gereği gibi haklarından gelüp cezaların viresin..’’ (7 Nolu Mühimme Defteri, Hüküm No: 1984) YOLDAŞA TIMAR YOK! Halkı kontrol etmek ve tebaalaştırmak için SünniHanefileştirme yoluyla asimile eden bu devlet yapısı için muhalif inanç boyun eğdirme zorluğu yaratmaktadır. Oysa halkın o günkü inancı düzenli bir vergiye ve gazilik dışında bir askerliğe bağlanmaya karşı, eski alışkanlıkların, başına buyrukluğun sürdürülmesi için ideolojik bir temel sağlamaktadır. Bunu değiştirme sürecinde halkın onayını alma, hak ve inançlarına saygılı olma yaklaşımı ise Osmanlı despotizmine aykırıydı. Dolayısıyla diğer ‘‘meşru’’ dinlere karşı, kelle vergisi (cizye) karşılığında da olsa ‘‘hoşgörülü’’ davranan devlet ve uleması bu ‘‘hoşgörüyü’’ çoğunluğu Kızılbaş inançlı Etrak ve Ekradlardan esirgemektedir. Osmanlı uleması nezdinde Hıristiyanlık ve Yahudilik, tabi olmak koşuluyla da olsa Kitab nezdinde belli bir meşruiyete sahip olduğu halde Kızılbaşlık, ya düzeltilmesi veya imha edilmesi gereken bir ‘‘sapkınlık’’ olarak bu meşruiyetten yoksundu. Özetle Osmanlının imparatorluk yapısından gelen çok dinliliğinde, içinden çıktığı halkın değerlerine yer yoktur. Çünkü Türkmenler, Tanrının yeryüzündeki halifesi olduğu iddiasındaki padişaha kulluğa, Onun keyfi vergi ve askerlik düzenine, özetle kendine dayatılanı kader belleyip tevekkül etmeye, dolayısıyla tebaalığa itiraz etmektedir; inanç değerleri de bu itiraza moral kaynağı oluşturmaktadır. Osmanlının halkı kontrol altına alma, aşağılama yöntemlerinin dayanılmaz hal aldığı noktada ise isyanlar gelişecekti. Nitekim 1500’lü yıllardan itibaren Şahkulu, Nur Halife, Şeyh Celal, Baba Zünnun, Kalender Çelebi vb. büyük ayaklanmaları ve irili ufaklı direnişler bu sürecin sonucudur. Bunlardan ilk büyük ayaklanma olan Şahkulu ayaklanmasını, Osmanlı Devleti adına araştıran görevlinin Divan’a verdiği raporda belirtildiği gibi, halk giderek ağırlaşan bir şekilde haksızlıklara, sefalete itilmiştir: ‘‘...Tımarımızı satun alı alı cemi rızkımız tükendi. Tımar almağa deve gerek, mal gerektir. Yoldaşa tımar yoktur. Nerede maldar etrak taifesi varsa, bezirgan oğulları varsa, kadı oğulları, mütevelli oğulları varsa cümlesi ehli tımar oldular. Padişahın ne kadar ahçısı, seyisi, mehteri vesair hüddamı varsa cümlesi ehli tımar oldular. Yoldaşa dirlik kalmadı. Görsünler imdi tımarı namahalle verüp sipahi taifesini zulmetmekten ne fitneler zahir olsa gerektir’’ (Çağatay Uluçay) susması veya bireysel tepkilerle eşkıyalaşması dönemini aşarak, zincirlerini kırmaya başlayacaktır. Ayaklanmada Kızılbaş tonu kuşkusuz çok belirgindir, ancak o asla bundan ibaret değildir. Tam tersine asıl faktör halkın ayaklanma dışındaki umutlarını yitirmesindeki çaresizliğinin ve tımarları ellerinden alınan sipahilerin tepkisidir. ‘‘Osmanlı tarihçileri, sipahi askerleri dışındaki Şahkulu yandaşlarını şöyle anlatacaklardır: ‘...görünüşleri korkunçtu. Paçavra çıkınına benzeyen elbiseleri, bağırış ve çağırışları, uzun bıyık ve sakalları, kırmızı saçlarıyla geçtikleri yerler ahalisine dehşet saçıyorlardı’ (Ç. Uluçay). Görüldüğü gibi, bugün de belli bir ölçüde canlı ve egemen olan Osmanlı ideolojisi, yoksul halk hareketlerini korkunç bir vandalizm olarak görmektedir. Oysa Şahkulu’nu izleyenler, benzer toplumsal koşullarda Baba İshak’ı, Şeyh Bedrettin’i ya da Hurufileri izleyenlerden farksızdılar. Yani halk yığınlarıydılar ve ‘korkunç’lukları yoksulluklarından ileri geliyordu’’ (T. Timur). Sonuçta ezilmelerine karşın bu ayaklanmalar, dünyayı titreten devasa Osmanlı savaş aygıtına kök söktürecektir. Pek çok Osmanlı paşası dahil yüzbinlerce Osmanlı askeri savaş meydanlarında kalacaktır. Halkın kayıpları ise çok ama çok daha fazladır ve bastırmalar sonrası cezalandırma ve sürgünlerle acılar daha da katlanır. 16.yy. ozanı Pir Ali’nin söylemiyle halkın çığlığı, ‘‘Osmanlı oğluna gücümüz yetmez / Bize ettiklerin Yezitler etmez / Gözümden obamın hayali gitmez / Gönül yarasını yoktur bir sağlar’’ diye dillenir. OSMANLI’NIN ‘KÂFİR’LERİ Antalya yöresi Tükmenleri üzerinden başlayan Şahkulu ayaklanması hızla Anadolu içlerine yayılmaya başlar. Şehzade Korkut ve Antalya Subaşısı Hasan Bey’in kuvvetlerini yenmesiyle halkta büyük bir umut oluşur; ‘‘Şehirlerde, kasabat, kurada, cibalde, yaylaklarda ve obada ne değlü eşirrai Etrük ve ne miktar Levent varise...’’ (Celalƒ Zade, Selimname) onun etrafında toplanır. Bütün bastırma girişimlerine rağmen Şahkulu önce Burdur’u, ardından bir dizi zaferi takiben Bursa’ya yönelir. Veziri Azam Hadım Ali Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu karşısında Sivas’a doğru geri çekilir. Çekilirken Karaman Beylerbeyi Haydar Bey’i de yener. Gedik Hanı yakınlarında başlayan büyük çarpışmada da Osmanlı ordusunu yener ve Hadım Ali Paşa’yı öldürür; ancak bu savaşta Şahkulu da öldürülür. Kadın erkek birlikte yürüyen bu direniş ezilir.(Çetin Yetkin). Şahkulu ayaklanması yenilirken, Sivas merkezli Nur Halife ayaklanması başlar. Bu sırada Yavuz Selim, bir darbeyle babası II. Bayezit’i tahttan indirir. Halkı ‘‘kâfir ve mülhid’’ ilan edip katledilmelerini ‘‘vacip’’ gören fetvayı aldıktan sonra topyekün saldırıya geçer. Önce halk sonra da Safevilerin başı Şah İsmail yenilir (1516). Ancak Anadolu’da yürütülen tenkil ve askeri zaferlere rağmen halkın dayanılmaz koşulları nedeniyle ayaklanmalar devam eder. Resmi tarihçilerin ayaklanma kışkırtıcısı ilan ettiği Şah İsmail devre dışı bırakılmıştır, ama halkın ayaklanmaları devam eder; çünkü bunlara sebep dışta değil içte, bizzat Osmanlı düzeninin kendisindedir. Nitekim Yavuz, Mısır Seferine çıkarken Yozgat Türkmenlerinden Şeyh Celal ayaklanır. Halkına yabancı despot ve devşirme iktidar ayaklanmanın bastırılması ve taraftarlarının tenkili için Yozgat’tan Elbistan’a kadar geniş bir alanda terör estirir. Ayaklanma nihayet dağıtılırken, ele geçirilen Şeyh Celal’in bedeni parçalanır.. Yavuz sonrası gelenin adı ‘‘Kanuni’’dir, ama öncekini aratacak uygulamalara devam eder. Halkın iliğinden akçe çıkarmaya yönelik yeni uygulamalarla durum daha da ağırlaşır. Bu kez Söklen Boy Beyi Musa ile Dulkadirli soyundan Baba Zünnun ayaklanması başlar. Kanuni’nin vergileri arttırması operasyonu çerçevesinde halkın moral değerleri ve önderleri aşağılanır. Faruk Sümer’in çarpıcı belirtmesiyle, Kanuni Mohaç’ta yeni topraklar ele geçirmeye çalışırken ‘‘Anadolu’da kan gövdeyi götürüyordu’’. Bunu takip eden Donuz Oğlan, Veli Halife, Yenice Bey’in ayaklanmalarının ardından Bektaşi Dergahı Postnişini Kalender Çelebi önderliğindeki ‘‘en büyük’’ (Peçevi) ayaklanma başlar... KORKUNÇ YOKSULLUK Aşkımızın Son Durağı Enka Kültür ve Sanat 18. Yaz Yaz Etkinlikleri kapsamında, Ferhan Şensoy’un yazdığı ve yönettiği ‘Aşkımızın Son Durağı’ adlı oyun, 25 Ağustos’ta Enka Açıkhava Tiyatrosu’nda saat 21.00’de sahnelenecek. Aşkımızın Son Durağı, Şensoy’un yazdığı 50. oyun. Oyun da emekli tiyatrocu bir karı kocanın, İstanbul’un bir varoşunda sadece tren ile ulaşılabilen evlerinin garajında oluşturdukları, uyduruk bir sanat akademisinin öyküsü anlatılıyor. Oyunda, Ferhan Şensoy, Nefrin Tokyay, Erkan Üçüncü, Ali Çatalbaş, Özkan Aksu, Elif Durdu ve Ebru Soyuerden rol alıyor. Oyunun kostüm tasarımını Gönül Sipahioğlu, ışık/efekt Hüseyin Ulaş, dekorunu ise yine Şensoy hazırlıyor. HAFTA SONU 06 K Aşk senin, ütü masası benim S Şahkulu ayaklanmasıyla halk, haksızlıklara karşı oznurogras?gmail.com ahne tozu Haybeden Gerçeküstü Aşk, Çeşme’de Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ’ ın iki kişilik oyunu ‘Haybeden Gerçeküstü Aşk’ 11 Ağustos’ta Çeşme Açıkhava Tiyatrosu’nda saat 21.00’de sahnelenecek. Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği, gerçekçi ve çok etkileyici bir dille yazılan ‘Haybeden Gerçeküstü Aşk’, teması aşk olan bir oyun. Bir kadın ve bir erkeğin ilişkiler içinde farketmeden ne kadar komik durumlara düştüğünü anlatan bu oyunu izlerken gördükleriniz ve duyduklarınız bir yerlerden tanıdık gelecek size... Oyunun müziğini Deniz Erdoğan, dekorunu Tol Çevik ile Yaşar Kartoğlu, ışığı İlhan Demir, kostümünü ise Canan Göknil hazırlıyor. (Bilet fiyatı 2845 YTL arasında) Behiç Ak’ın yazdığı, Metin Zakoğlu’nun yönettiği ‘Aşk Sende Kalsın Ütü Masası Bende’ adlı oyun Enka Açıkhava Tiyatrosu’nda saat 21.00’de sahnelenecek. Çok uyumlu görünün bir çiftin aslında yaşadığı iletişimsizliği anlatan oyun, hem eğlendirecek hem düşündürecek. eaydin?cumhuriyet.com.tr