Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ 13 ‘Kentliler yalnız ve öfkelidir’ KADİR AYDEMİR Bombacı. Gazeteciyazar Yıldırım Boran’ın yayımlanan ilk romanı. Boran’ı daha önce Dışarıda Kimse Var mı? adlı kitabıyla tanımıştı edebiyat dünyası. 1999 Ağustos ayındaki Marmara depremi sırasında Çınarcık’taki evlerinin yıkılması sonucu Yıldırım Boran ve ailesi enkaz altında kalmışlar, çevreden yetişen köylülerin yardımlarıyla Yıldırım Boran ve ailesi uzun uğraşlar sonucunda enkaz altından güçlükle çıkarılmışlardı. İşte Yıldırım Boran, bu felaket anını ve yaşananları bir gazeteci titizliğiyle kitaplaştırmıştı. Yıldırım Boran şimdi bambaşka bir yüzle, bir romanla karşımıza çıkıyor: Bombacı. Bombacı bir roman, ama farklılığı ilk sayfalardan itibaren göze çarpıyor. Yazar, romanında varoluş ve ölüm arasında gidip gelen, bir türlü aradığı mutluluğu bulamayan günümüz insanının çelişkilerini güzel bir dille ortaya koymuş. Yıldırım Boran ile Bombacı’yı, ilk romanını konuştuk... Kitabınız bu ayın ilk günlerinde okurlarla buluştu. Romanı yazarken yola çıkış duygunuz neydi? Kentte insanlar bütün gün birbirleriyle iç içedirler. Birlikte çalışıyorlar, birlikte eğleniyorlar, sokaklarda topluca geziyorlar. Aynı otobüsü, tramvayı kullanıyorlar, ama birbirlerine yabancılar. İlişkiler yapay. Şen’lik YALÇIN PEKŞEN Yıldırım Boran ile ilk romanı Bombacı’yı konuştuk... 82 sterline 1 haftalık tatile heves etmeyin Öfkesini bir şekilde dışa vurmasının bir yoludur bu. Eşitsizliğe, yozlaşmaya, vurdumduymazlığa öfkelidir o. Sistem insanı ele geçirmiştir ve istediği gibi yönlendirmektedir. Arif bunun farkındadır ve ona göre bu gidişe dur demeyen toplum suçludur. Kitapta ilgimi çeken bir başka nokta da yalnızlığa oldukça sık vurgu yapmanızdı. Kentli insanlar gerçekten yalnızyapayalnız mı dersiniz? Bence öyle. İnsanlar bütün gün birbirleriyle iç içe. Birlikte çalışıyorlar, birlikte eğleniyorlar, sokaklarda topluca geziyorlar. Aynı otobüsü, tramvayı kullanıyorlar, ama birbirlerine yabancılar. İlişkiler oldukça yapay. Akşam eve gelince de televizyonun karşısında yalnızlaşıyorlar. Kentli insanı sürekli kendi dünyasında yaşıyor. Toplu gibi görünüyorlar ama bu aldatıcı. Kimse kimsenin umurunda değil. Yolda, yerde yatan birini görseniz, başınızı çevirip hemen oradan uzaklaşırsınız. Yardıma gereksinimi var mı diye düşünen insan sayısı o kadar az ki... Bir kazayı bile film izler gibi izliyoruz. Çoğu kimsenin aklına yardım etmek gelmiyor. Bu uyumsuzluğun, yabancılaşmanın nedenleri neler sizce? Kentli insanın mutsuzluğu ve bu mutsuzluğu gizlemek amacıyla yapaylığa sarılması beni yıllardır düşündüren bir konuydu. Kentte çelişkiler çok derindir. Zengin ve yoksul, eğitimli ile eğitimsiz, henüz kentli olamamışlarla, kentliliği tamamen içselleştirmiş veya bu çaba içinde olanlar bir arada yaşar. Doğal olarak bu da ötekileştirmeyi gündeme getirir. Kentli için diğerleri, diğerleri için de kentli ötekidir. Bir arada yaşamak zorundadırlar, ama aynı zamanda birbirleriyle iletişim içinde olmamaları gerekir. Kısaca farklı dünyaların insanları kentte bir araya gelirler. Bu da doğal olarak sevgiden ve saygıdan çok bastırılmış öfkenin ön plana çıkmasına neden olur. Aslında bu söylediklerimin kökeninde, biraz derine inecek olursak ekonomik eşitsizlik vardır. Peki, siz var olan bu çelişkilere mi vurgu yapmak istediniz? kesintilerinde, azıcık bir yan bakmada insanlar öfkelerini hemen açığa vururlar. Bombacı da böyle bir gizli karakter sanki?.. Biraz öyle sayılır. Kentte yaşayanlar güler yüzlü ve kibar görünmeye çabalarlar. Aslında içlerinde dinmeyen bir öfke vardır. Bunu günlük yaşamda görmek her zaman olasıdır. Ufacık bir kıvılcım, büyük kavgalarla biter. Trafikte, banka kuyruğunda, elektrik Evet tamamen öyle. Romanın baş kahramanı Arif, bir kentlidir. Kentte doğmuş, orada büyümüş, orada eğitim almıştır ve orada yaşamaktadır. Çelişkiler onu içinden çıkılmaz bir ruh haline sokar. Hemen her şeye öfke duyar. İnsanların vurdumduymaz olduklarına inanır. Bu kötü gidişe birilerinin dur demesi gerekmektedir. Ama bu kişi yoktur. Sonunda Arif bu yozlaşmaya, insanı mutsuz eden sisteme ses çıkarmayan veya ses çıkarıyormuş gibi davranıp hiçbir çaba harcamayan toplumun cezalandırılmasının kaçınılmazlığına kendini inandırır. Birçok yol dener. Hacker olmaya karar verir. Ama bunun saçma olduğunu düşünür. Sonunda bazı yerlere bomba koyarak insanlara zarar vermeden toplumu cezalandırma yolunu seçer. Peki başarılı olur mu? Sistem! Ben de romandaki kahraman Arif gibi düşünüyorum. Zaten başkası mümkün değil. Çünkü o benim kahramanım. Onun gibi düşünmek zorundayım. Sistem insanı yalnızlaştırıyor. Bunu özellikle yapıyor. Çünkü bireycilik kapitalist sistemin vazgeçilmezi. Bize hep bireysel kurtuluş yolları empoze ediliyor. Tek ve başarılı olmak. Sistemin dayatması bu. Doğal olarak bunu başaramayanlar topluma öfke duyuyor ama çaresiz. Ne yapacak, bir şekilde öfkesini açığa çıkaracak. Sonuçta ne oluyor? Çeteleşmeler, okullarda şiddet, gasp, hırsızlık, tecavüz, linç girişimleri, gözünü kırpmadan adam öldürmeler... Sistemden hıncını alamayan birey, bunun acısını kişilerden çıkarıyor. Oldukça travmatik ve tehlikeli bir durum söz konusu yani? Evet. Zaten roman da günümüz bireyinin travmatik yapısının nerelerden kaynaklandığını, nasıl beslendiğini göstermeyi amaçlıyor. Bunu başardım mı, bilemiyorum. Okuyucular karar verecek. kadiraydemir?gmail.com Doğal olarak hayır. Arif baştan beri bunu bilmektedir. Ama denemek zorundadır. Uzakyıldız’dan maket teknelere Çocukluğunu Antalya’da denizle içiçe geçiren, bir dönem öğretmenlik yapan, bir dönem de ‘‘Uzakyıldız’’ adını verdiği teknesiyle profesyonel balıkçılıkla uğraşan Ümit Durak, şimdi denize olan sevdasını, maket teknelere taşıyor. Çocukluğunun, yüzü denize dönük Antalyasını, açığa demirleyen gemileri, iskeleyi, denizdeki hareketliliği özleyen, ‘‘Uzakyıldız’’la tekne sevgisi iyiden iyiye artan Durak, çalışmalarını ilk kez beğeniye sundu. Tarih içinde Akdeniz’de yaşayan teknelere, maketleriyle yeniden hayat veren Durak’ın çalışmaları arasında MÖ. 1. Yüzyılda Sezar’ın kullandığı tekneden, Fransız balıkçı gemisine, Osmanlı’da yük taşımacılığında kullanılan çektirmeden, Kurtuluş Savaşı’nda cepheye mermi taşıyan takaya kadar pek çok örnek var. Maket teknelerin yelkenleri ise Durak’ın 80 yaşındaki annesi Saadet Durak’a ait. Maket tekne yapımına 1993 yılında hobi olarak başladığını ifade eden Durak, ‘‘Ancak hobi benim için boş zaman uğraşı değil. Ben bunun için özel bir zaman harcıyorum. Zaten maket tekneler bir süre sonra da yaşam biçimi haline dönüştü. Bir tekne nasıl hazırlanırsa, ben de maketleri öyle hazırlıyorum. Omurgası, kullanılacak ağacın seçimi, hepsi orjinaliyle benzer özellikler taşıyor’’ diye konuştu. Teknelerin, özelliklerine göre kullandığı ağaç malzemelerin de değiştiğini ifade eden Durak, kimi çalışmalarının 10 ayda tamamlandığını ifade etti. Kolleksiyon GÜRSU KUNT ağırlıklı çalışmalarını sürdüren Durak’ın sergisi, bir alışveriş merkezinden sonra, Antalya Limanı’nda sergilenmeye devam ediyor. Hafta sonu 4 bin kişi tarafından izlenen sergiyi, 10 bin kişinin izlemesini beklediğini belirten Durak, ‘‘Özellikle çocukların ilgisi beni çok mutlu ediyor. Zaten amaç da denizi anlatmak, denizciliği sevdirebilmek’’ diyor. Haftanın Reha MuhtarGülşen aşkından sonra en çok konuşulan konusu, bir İngiliz tur operatörünün Türkiye’de 1 haftalık tatili 82 sterline (240 YTL) pazarladığı haberiydi ki, hepimizin içinde doğuştan mevcut olan ‘yabancılara ucuz, bize pahalı’ duygu durumunu kuvvetlendirdi. Ve ayrıntılar fazla sorgulanmadan ‘sudan ucuza ülkemizin tadını çıkaran’ yabancılar kıskanıldı, ‘Acaba yurt dışına çıkıp oradan mı Türkiye’ye gelsem?’ hesapları yapılmaya başlandı. Laf aramızda bazı yazarlarımız da yangına körükle gitti; herkes kendine göre bu ucuzluğu yorumlayacak akla yakın bir neden buldu. Bu ‘akla yakın’ nedenler arasında kuş gribi, PKK terörü, ermeni soykırımı, köpek katliamı, kene ısırmaları, trafik kazaları, otel bolluğu, yabancıların bizi sevmemesi, Müslüman oluşumuz, Türk oluşumuz ve neredeyse insan oluşumuz gibi gerekçeler sayıldı. Oysa asıl neden başka olabilirdi; çünkü 82 sterlin deyip geçmemek gerekirdi. Eğer bu para 7 gün için ödenen para ise, günlüğü 35 YTL’ ye geliyordu ki, ülkemizdeki bazı oteller için söz konusu para fazla bile olabilirdi. Üstelik kıskanmaya, böyle bir tatil için yurt dışına çıkıp gelmelere hiç gerek yoktu. İstersiniz size de nasip olabilirdi. Hatta siz İngilizlerden şanslı bile olabilirdiniz. İngiliz şirketin hesabında bir de uçak yolculuğu vardı ki, sizin bu yolculuğa katlanmanıza gerek yoktu. Ayrıca otelin yerini, yatakların ve yemeklerin durumunu, otelin denize olan uzaklığını, hatta otelin inşaat durumunu da hesaba katmak lazımdı. Ben ‘Gezi’ dergimiz için Mart ayından bu yana Güney bölgelerimize birkaç yolculuk yaptım. İş öyle icap ettirdiği için hep 5 yıldızlı otellerde yatıp kalktım ama bölgenin genel durumunu, az yıldızlı ve yıldızsız olanlarını, turizm anlayışımızı, otel dışındaki yaşantıyı da inceledim. Bazı otellerin yerlerini, hallerini, odalarını gördüğümde buralarda tatil yapılabilmesi için seyahat şirketlerinin üste para vermesi gerektiğini bile düşündüm. Söz konusu otellerden bazılarına uçakla gidişdönüş dahil, bir hafta için 82 sterlin veya 240 YTL ucuz sayılmaz. O yüzden bu durumu İngilizlerin şansı değil, şanssızlığı olarak gösterebilirim. UÇAK DURUMU: Bazı şirketlerin elinde 2. Dünya Savaşı sırasında imal edildikten sonra, üzerinde biraz değişiklik yapılarak modern uçaklara benzetilmiş uçaklar bulunabiliyor. Bunların bir kısmı müzeleri doldururken, bir kısmı da ucuz tatil yapmak isteyenlerin hizmetine sokuluyor. Genellikle hava alanlarının boş olduğu saatler arasında (01.0005.00 gibi) havalandırıldıkları için, az masraf ve havaalanı vergisi ödeyerek, 82 sterline 1 hafta tatil yapmak isteyenleri ülkemize getirip götürebiliyorlar. Bu uçaklara binme cesaretini gösterenlerin cesaretlerinden cesaret alan şirket yöneticileri, sizi uçurmaları için pilot kursunu 1 hafta önce başarıyla tamamlamış ve ilk hava yolculuğuna hazırlanan bir pilotu görevlendirebiliyor. Eğer pilot şans eseri bizim ülkemizi bulabilirse ne ala! Bulamazsa turist Türkiye yerine Tunus’ta da tatil yapabiliyor. (Biraz abarttım galiba...) OTEL DURUMU: Eğer oteller 5 veya 4 yıldızlı değillerse (söz konusu şirketin 3 veya 2 yıldızlı otellere yolcu getirdiği yazılıyor) içinden inşaat işçileri henüz çıkmamış olabilir. Örneğin pencereniz siz odanıza yerleştikten sonra yerine takılabilir. Tabii eğer otel planında sizin odanız için önceden bir pencere düşünülmüşse... OTELİN YERİ: Yer olarak durumu abartmak istemem. Eğer ‘Alanya’ denmişse mutlaka Alanya’dadır, fakat Isparta sınırına çok yakın olabilir. Eğer böyleyse yatıp kalkıp şansınız için dua edebilirsiniz. Bazı oteller ‘Güneyde’ şeklinde verdikleri ilanlarında bunun Orta Anadolu’nun güneyi olduğunu belirtmek gereğini duymuyorlar. O zaman siz yine Isparta sınırında oluyorsunuz ama bu kez Afyon’a daha yakın olmak koşuluyla... ‘Deniz görüyor’ denmişse büyük olasılıkla deniz dürbünle görünüyordur. ‘Yeşillikler arasında’ olduğu belirtilmişse söz konusu yeşillikler Toros dağları ve meralarının, kısaca doğanın insan eli değmemiş yeşillikleridir. DENİZİN DURUMU: Denize biraz uzak olabileceğini belirtmiştim, fakat bunu büyütmeye gerek yok. Eğer şansınız varsa, ana yola kadar 5 Km. sabah yürüyüşünüzü yaptıktan sonra, önünüzden geçecek bir şehirlerarası otobüs ile istediğiniz denize ulaşabilirsiniz. Bu Akdeniz olabileceği gibi, Karadeniz de olabilir. Fakat plaj garantisi veremem; sanırım 82 sterline 1 hafta tatil yaptıran şirket de böyle bir garanti vermemiştir. Buna karşılık kendi olanaklarınızla ulaştığınız herhangi bir plajdan otel idaresini haberdar ederseniz, sizden ‘denize giriş parası’ isteyebilir. YATAKLARIN DURUMU: Yataklar konusunda söylenecek fazla bir şey yok. Yatak her yerde birbirinin aynıdır. Belki buradaki tek fark, siz odanıza yerleştiğinizde yatağınızda hala sizden önceki müşterinin sıcaklığı olmasıdır. YEMEKLERİN DURUMU: Tahmin edeceğiniz gibi 1 haftası 82 sterline tatile ‘Her şey dahil’ olmasına imkan olmadığı gibi, yemekler de dahil değildir. Hatta 82 sterlinlik tatilde büyük olasılıkla ‘Her şey hariç’ sistemi uygulanıyordur. Oteliniz gereğinden fazla ucuz olduğu için yerleşim yerlerine de gereğinden fazla uzak olabilir; çevrede başka bir otel, kebapçı, hatta sandviç büfesi bulunmayabilir. Böylece zorunlu olarak yemeklerinizi kendi otelinizde parasını kendi cebinizden ödeyerek yiyeceksiniz demektir. Bu zorunluluğun bilincinde olan otel personeli size istedikleri fiyatları uygulayacakları gibi, 1 haftalık tatilinize hazırlık olsun diye yemekleri de 1 hafta önceden hazırlayacaklardır. SÖZÜN KISASI: Bir haftası 82 sterline mal olan tatillere, eğer bu tatil bizim ülkemizde ise fazla itibar etmemek, hırs yapmamak, İngiliz turistleri kıskanma duyguları içine girmemek lazım. 82 sterlinlik tatil bir İngiliz turistin ülkemizde yapacağı son ucuz tatil olabilir. Bir daha ucuz tatile tövbe ve ülkemize tövbe edebilir, Thomas Cook’u da seyahat şirketi olarak defterinden silebilir. Siz de 82 sterline 1 hafta tatil yapmadık diye üzülmeyin, Oturun oturduğunuz yerde ve evinizin tadını çıkarın. Büyük olasılıkla evinizdeki 1 haftalık yaşamınız 82 sterlinlik 1 haftalık tatilden daha eğlencelidir. ! HAFTA SONU 13 CMYK