Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
15 yordu. Ashnda, bunun Scott sinemasının bir sorunu olduğu söylenebilir. örneğin "Yaratık" ve "Bıçak Sırtı", çok başanh setleri ve özel efektleri bir yana bırakı 1 ırsa, sinemasal anlatım bakımından zayıf filmler. Bu iki filmin de konuşmalı sahneleri son derece sıkıcı. Scott, hareketli sahnelerde gösterdığı huneri, insanlann konuştuğu, dolayısıylakarakterlerini, duygulannı, özlemlerini açığa vurduklan sahnelerde nedense gösteremiyor. İlk yönetmenlıği olan "Düellocular" (The Duellists, 1977) filminden bu yana Scott, hep bildiğimiz gibi kaldı... 18. yüzyıl Fransa'sında geçen "Düellocular", yönetmenin hemen bütün filmleri gibi, bütün çekıcıliğıni çok başanh set dizaynlanyla kazanan bir yapımdı. Bu dengesizlik ve konuşmalı sahnelerdeki sıkıcılık belli ölçüde "Gladyatör"de de var, ama maharetle hazırlanmış setler ve özel efektlersayesinde pek fark edilmiyor. William Wyler'ınyönettiği "BenHur"daki diyalog sahneleriyle Scott'ın yönettiği " Gladyatör "deki diyalog sahnelerini karşılaştırmak yeter. "Ben Hur"da, ashnda poz kesmekten ve antrenmanlı vücudunu sergilemekten başka pek bir yeteneği olmayan Charlton Heston gibi bir oyuncu bile bir sürü şey yansıtabilirken "Gladyatör"de Maksimus'u oynayan Russell Crowe ınanılmayacak kadar silik. Çünkü Scott, bir filmi asıl "sattıran" şeyin hareketli sahnelerolduğunainanmış bir kere... Gerek baştaki savaş gerekse ikinci yandaki, arenada Kartaca Savaşı 'nıncanlandınldığı sahne olsun, hep bunu vurguluyor: Scott için insanın iç dünyası, karakteri, yaşadığı toplumsal ortam değil, hareketleri ve en çok da öldürülüş biçimi önemlidır. Bununlabırlıkte, "Gladyatör", bazı açılardan türün öncekı örneklerinden daha "düzgün" bir film. Ne eski Hollywood epiklerindeki Hıristiyanhkpropagandası varnedeeski Roma'nınyüceltilmesi. Savaş bile sorgulanıyor. Hatta, filmin başlannda Sezar Marcus Aurelius (Richard Harris), "Roma nedir" diye, savaşlann amacından duyduğu kuşkuyu dile getirmekten çekinmiyor, yeniden "Cumhuriyet rejimine geçmekten" söz ediyor. Bunlar, tarihsel açıdan doğru olmasa da günümüz insamnm dıiymaktan hoşlanacağı şeyler... Bufılmdeki şiddet, tıpkı "Titus"taki gibi, izleyicınin pek de zevk duyacağı bir şiddet değil. Kafalar, eller, bacaklar kesiliyor, bir insanın ikiye biçildiği bile gösteriliyor. Böyle görüntüler ilk kez perdeye yansımıyor. Ama onlar, genellikle marazi bir izleyici kitlesıne seslenen ucuz korku filmleriydi. "Gladyatör"de irkiltici bir sahicilikle verilen savaş ve dövüş sahneleri, zamanın 'kıyıcı'atmosferiniveınsanhayatının ucuzluğunu hissettiriyor. îlk bölümdeki savaş sahnesinde insanlar, kahramanlık yapmaktan çok, canlannı kurtarma derdinde. Belki tam da bunlar amaçlanmıştır, belki de bu izlenımler, hayli gerçekçı biçimde verilen şiddetın, pek de ıstenmemiş bir sonucudur, ama yine de olumlu noktalar. "Gladyatör" ne eski Roma epiklerini yenilemeye çalışan ne de tanhe nesnel açıdan yaklaşan bir film. Örneğin, gerçek Sezar Marcus Aurelius'un,tahtınıoğluCommodus'abırakmak ıstemediği doğru değil. Kızıl Lucilla da, filmde gösterildiğinin tersine, tarih kitaplannda bazı karanlık yönleri olan, komplocu bir kişi olarak geçiyor. En önemlisi ise, Commodus'un eski Roma'nın sonunu getiren adam olduğunun hiç vurgulanmaması. Ridley Scott ve ekibinin bunlan aklına bile getirmedıği belli. Bu endüstri için izleyiciyi memnun etmek ve kasayı doldurmak, her zaman daha önemli olmuştur.^ Müzik dinlemek sağaltıcı bir etki yaratabilir. Peki, bir müzik aleti çalmak daha da olumlu sonuçlar doğurabilir mi? Bellek yitimine uğrayanlara müzikle etkileşim sağlayarak yardımcı olmayı hedefleyen bir proje... Müzik ve bellek B elki de, bugüne dek katıldığım en etidleyici dınletiydı. Dinleyicileri Londra'daki Acton Hastanesi'nin bir odasında oturan beş hemşire ve hastalardan oluşan, bıri flüt, diğerleri obua, çello ve arp çalan olağanüstü bir dörtlüydü. Dinleyıci ve yorumcular yalnızca bir dinletiye kaülmakla kalmıyor, doğaçlamalar yapıp müzikle ilgili yepyeni görüşler ortaya atarak birbirlennın gizli kalan yönlerini su yüzüne çıkarmaya çalışıyorlardı. Gerek müzik gerekse ulusal sağ1 ık hizmetleri ve basit güzellikler açısından inanılmaz bir utkuydu. Londra Imperial College tarafindan desteklenen Sinfonia 21 kısa bir süre önce Acton Hastanesi'nde "Titreşim Projesi" adı verilen üç yılhk bir araştırma başlattı. Söz konusu proje hekimlikte "demans" olarak bilınen bunamaya müziksel etkileşim yoluy la bir çözüm gctirilip gctirilemeyeceğini araştınyor. Proje kapsamındahastalara müzik dinletmek yerinc, herhafta hastaneyegelenprofesyonelmüzisyenlereeşliketmeleri ve müziğın akışına yön vermeleri sağlanıyor. Hastalar içlerinden geldiği gibi, müzisyenleri yöneterek, davul çalarak, tel len tıngırdatarak ya da şarkı söyleyerek eşlik ediyorlar. Böylece, çoğunlukla konuşma yetilerinden yoksun olan, demanslı hastalann müzik yoluyla duygu ve düşüncelerini dışa vurma olanağını elde etmeleri bekleniyor. Tasannınözünüyetkilendirme ve kımlik kavramlan oluşturuyor. Bir saatlik seansın başında, tümü de Acton 'da tedavi gören hastalann her birine adı soruldu. Kimi admı söylemekten çekinirken, kimileriadlanniartikanimsayamiyorlardi.seansın sonunda ısc tüm grup sırasıyla herkesin adını söyleyerek büyüleyici bir müzikal tema oluşturuyordu. Sonuç ise kimliğin gerek bireysel gerekse ortak olarak çarpıcı bir kanıtı idi. Proje, üyeleri hastane çalışması için iki yılhk bir eğitimden geçmiş olan Sinfonia 21, bu eğitimi veren Music for Life (Yaşam İçin Müzik) ve Hammersmith Hastanesi yaşhlık hekimliği (geriatri) profesörü ChristopherBulpitt'ten oluşan ortakçalışmanın birürünü. Prof. Bulpitt, "Müziksel etkileşim hastalann müzisyenlere ya da müzisyenlerin hastalara gösterdikleri tepkilerden oluşuyor. Buuygulama hastalara yalmzca uygun bir müzik dinletmekten çok farklı bir şey. Müzik, belleği bulanık yaşlı hastalara kısa erimde yarar sağlayabilir, amabizım asıl amacımız müzisyenlerle olan ctkileşimin müzik bittikten çok sonra da yararlı olmasını sağlamak" diyor. Bulpitt'in ekibi seanslar sırasında ve sonrasında hastalann davranışlannı izleyerek herhangi birdeğişiklik olup olmadığını araştıracaklar. Yetkilendirmeninyaratacağı etki vegüvenin, böylesi toplubir etkinliğin sağlayacağı sosyalleşmenin hastalara daha nitelikli bir yaşam olanağı tanıması bekleniyor. Müzik, kimı zaman dılden çok daha kolay, doğal bir iletişim biçimi idi.^ Yönetmen Ridley Scott... latılması, yani Hıristiyanhkpropagandası yapmasıydı. lçerdikleri tarihsel yanhş veya çarpıtmalar ıse her zaman alay konusu olmuştu.önceden bir hesap yapılmamış olsa bile, örneğin " Quo Vadis? " in gördügü olağanüstü ilgiden sonra, Amerikan halkında böyle bir eğilimin açığa çıkmasıyla, büyük stüdyolarm bu türe ağırhk verdiği bir gerçektir. Zamanla bu talep de tavsadı ve örneğin 1964 yapımı "Roma împaratorluğu'nunÇöküşü"ticaribirfiyasko oldu. Hatta Richard Burton ve Elizabeth Taylor'un rol aldığı "Kleopatra" (Cleopatra, 1963) 20th Century Fox şirketini neredeyse iflas ettirecekti. Nareden çıktı bu Gladyatör? Bütün bunları göz önündc tutunca, 2000'li yıllannbaşında "Gladyatör" gibi bir filmın yapüması ilk bakışta şaşırhcı görünüyor. Kaldı ki Scott, daha önce " 1492: Cennetin Keşfi" (1492: Conquest ofParadise, 1992) adlı tarihsel bir dönem filmi yapmayı denemiş, ama hezimete uğramıştı. Gerard Depardieu'nün başrolünüoynadığı filmin temel sorunu, durağan (diyalog ya da manzara sunan) sahnelerle hareketli bölümlerarasındaki dengesizlikti. Sakin bir sahnenin ardından, hiçbir geçiş (hazırlanma) olmadan korkunç şiddet görüntüleriyle dolu bir sahne geliyor, sonra yine kartpostal cansızlığtnda bir bölüm başlı Ridley Scott'ın filmi "Gladyatör" Hollyvvood'un eski bir hastalığının tekran gibi. îkinci Dünya Savaşı'ndan sonra moralsiz izleyici tarih filmleriyle diriltilmeye çalışılmış, büyük yatınmlardan kaçınılmamıştı. Scott'ın bu filmi, diğer tarihi filmlerin düştüğü açmazlardan kurtulmuş olsa da piyasaya göre davranmanın yanlışlannı taşıyor...