Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
30 NİSAN 2000. SAYI 736 Bizim güvenliğimizaçısındanbunubilmeleri gerektiğini söylüyorlar. Gülüp geçiyorum. Derken polisler çevirmenimize bu gülüşün ne anlama geldiğini soruyorlar. Bu aşamada daha ne gibi saçmalıklarla karşılaşacağımdan habersizim. Geçmişte de gazetecilerin izlendiğini biliyordum. Ama elçilikteki basın danışmanı, "Bizlere gittiklerini söylemedikleri için izlendiler," diyordu. Böylesi bir gerekçeyi öne sürmelerine yol açmamak için gerekli izin belgelerini almaya ta Ankaralara gittik. Danışmadaki kadın, "Bu size araştırma izni verdiğimiz anlamına geliyor. Bu belge elinizde olduğu sürecebir sorununuz olmaz," demişti. Ertesi sabah "muhafizlanmızla" birlikte Dicle kıyısı boyunca güneye uzanıyoruz. On beş dakika sonra tepeler yükselmeye başlıyor.Kahverengilieflatunlutepelerinüzerleri çiçeğe vurmuş badem ağaçlannın pembesiyle bezenmiş. Güneydoğu çorakbir alan; yalnızca yüzde yedisi sulanıyor. Ancak ırmağın kıyısı boyunca uzanantopraklarçok farklı. Buradaki taş evleryemyeşil çayırlar ve meyve ağaçlanylaçevrili. Hasankeyf ırmağm karşı yakasından başka bir zaman boyutundan bir şeymiş izlenimini veriyor. Kasabanın çevresindeki tepecikler, kimınin kapısı ve numarası olan, yaklaşık beş bin mağarayla oyulmuş. Bunlann bir bölümü mesken olarak kullamlırken, birkaçı çayhanelere dönüştürülmüş. Kısmen yerleşim alanı, kısmen yıkmtılardan oluşan Hasankeyf baştan başa bir kazıbilim harikası. Asurlularve Urartulardanbuyanabiryerleşim alanı olan Hasankeyf şimdi 55.000 kişiyi banndınyor ve Ihsu ile su altında kalacak tek büyük ilçe özelliğini taşıyor. Tepeye tırmanıp mağaralara ve Kürtlerin kendi külrürlerinin bir parçası olduğunu öne sürdükleri eski saraylara bir göz atıyoruz. Dönüşte yan yolda mola verip minik, kıvrımh bardaklarla sunulan çaydan içiyoruz. Bize çayı getiren 51 yaşındaki evli, dokuz çocuklu Ramazan Ayhan mağaralann içindeki bu çayhaneyi 12 yıl önce lcurduğunu söylüyor ve "Ama ben 300 yıldır burada y aşıyorum," diye ekliyor. Ayhan baraj konusunda resmi bir şey bilmediğini, yetkililerin bir bilgi vermediklerini belirtiyor. Ama evinin ve çayhanesinin sulara gömüleceğini biliyor.Burada yaşayanların fazlasıylakaderci olduklannı söylemek güç. Konu baraj ve onun yaratacağı sonuçlar olunca, başka bir seçenekleri olmadığına inanıyorlar. Kayalık yoldan tepeye yakm bir mağaraya yürüyoruz. Bu mağara ötekılerden çok farklı, çünkü pencereleri camlı. Tek odada altı kişilik bir aile bannıyor. Kadın 28 yaşında ve dört çocuklu; bir çocuğunu on sekiz ayhkken yitirmiş. Duvarda ölen bebeğin resmi asılı. Kadının başı oyalı beyaz yemeniyle örtülü. Mağaranın içi pirüpak; duvarlarkar beyazı ve oyuklar nakışlı örtülerle bezenmiş. Yere rengârenkkilimlerserili.Köşedebirbuzdolabıilebirtelevizyon.Barajdanhaberiolmadığınısöyleyenkadınamağaramnmülkiyetinin onlara ait olup olmadığını soruyorum. Bu konuda bir bilgisi olmadığını, ama hükümet yetkililerinin mağaralarda yaşayan insanlan evlere taşımak üzere geldiklerinde kocasının orada olmadığını söylüyor. Kadın olduğu için, kuşkusuz, ailesi adına bir şey söylemekten kaçınıyor. Böylesi bir öykü karşısında tapu ve yeni bir yere yerleşme konusunda soru sormak insana abes geliyor. Hasankeyf Belediye Başkanı tüm yöre halkının baraja karşı olduğunu dile getiriyor. Burada peşimize takılan polislerin sayısı on ikiyeçıkıyorveçevirmenımizinsözünükesip ondan Türkçe konuşmasıru istiyorlar. Polisler sürekli başıma üşüşüyorlar ve onlar üşüştükçe söyleştiğim kişiler daha ölçülü davranmaya özen gösteriyorlar. Olduğundan daha da yaşlı gösteren bir adam baraj ı istemediğini söylüyor ve ardından, "Ama hükümet en iyisini bilir," diye ekliyor. Bundan sonra Dicle kıyısındakı kimi küçükköylere gitmeyi tasarlıyoruz. Bubenim için çok da olağanüstü bir fikir değil, ama kanıtlar tam tersi olduğunu ortay a koyuyor. Birincisi, bölgenin aynntılı bir haritasını elde etme yolundaki tüm çabalanmız boşa gidiyor. Ankara'dayken binbir güçlükle ele geçirdiğim bir fotokopiyle yetinmek zorunda kahyoruz. Derken "muhafızlanmız", bu kez takım elbiseler yerine, özel giysilerle geliyorlar. Artık Siyahlı değiller, onlara Izleyiciler adını veriyoruz. Fotokopime kuşku dolu gözlerle bakıyorlar. Uzaklara gitmekten pek hoşlanmadıklannı sonradan anlıyoruz. Hasankeyf'in az ötesinde yol ırmaktan uzaklaşarak güneye kıvnlıyor. Minik bir köy olan Üçyol'a vanyoruz. Kalaşnikoflu bir adam yolun ortasına fırhyor. Bu ufak tefek naksız gibi. Ankara'dayken bu soruyu sorduğumda yetkililer, "Parayı duyunca bize koşup geleceklerdir," yanıtını vermişlerdi. Palamut ve yerleşik köyler listemde yer alıyor ve görünüşe bakıhrsa, köyün ne zaman boşalnldığını kimse bilmiyor. Yolda haritada izine rastlamadığımız köyler görüyoruz. Bu durum Ihsu ile ilgilı olarak tngiliz Hükümeti için derlenen bir raporda yer alan yorumlan doğruluyor. Raporda, "Etkilenen kişi sayısı büyük farkhiıklar gösteriyor. Bölgede su altında kalacak, ancak listelerde yer almayan üç köye rastlandı," deniyor. Projey i üstlenen Semor şirketi gerçek sayınyı yaklaşık 25 bin olduğunu söylüyor. Ya işin gerçeği? Kimse bilmiyor. Birkaç kilometre ötede lncirli köyü yer alıyor. Yeşil çayırlarla örtülü sarp bir y amacın eteğindekurulubuköy son derece çarpıcı ve olağanüstü bir güzellikte. Korucunun oğlu Şükrü Toy bizi buyur ediyor ve beyaz plastik vencede olacağımız duygusuna kapıhyoruz. Burası daha önce gördüklerimizden çok daha dağlık bir alan. Kimi zaman görüntü ayın yüzeyini çağrıştınyor. 140 kişilik köye bir saatte ulaşılıyor. Ihsu adını buradaki kükürtlü kaplıcalardan alıyor. Bu köy Dicle üzerindeki en büyük hidroelektrik santral olacağısöylenen 135 metreyüksekliğindeki barajın sulan altına gömülecek. ötekiler denli sıcak olmasa da, köy muhtan tarafından karşılanıyoruz. Tüm köy halkı geleceğimizi haberalmış olmalı. Muhtar, "Barajı istiyoruz. Işsiziz. Bahkçılığakatkısı olacak ve bizlere yeni iş olanakları sağlayacak," diyor. Köylülerden biri, "Bizim yaranmıza olacak," deyince askerlerdenbiri, 'Tüm ülkenin yaranna olacak," diyerek düzeltiyor. Kadınlarla konuşup konuşamayacağımı sorunca erkeklerden biri, "Onlar da bizim söylediklerimizden farklı bir şey söylemeyecekler," diyor. Askerler yalnızca Türkçe ko Hasankeyf in geleceğine karar verenler, buraya hiç adım atmamış yatınmcüarla teknisyenler... adam köyün korucusu ve bizim köyünde dolaşmamızdanhuylanıyor. Köylülerlekonuşmak ve fotograf çekmek istediğimizi söyleyince öfkeleniyor. tzın belgelerimizı görmek bile istemiyor, bize Hasankeyf'teki kışlaya dönmemizi emrediyor. Izleyicilerilegeridönüyoruz.Kışladabir kanşıklık yaşanıyor. Derken komutan çıkageliyor. Çay eşliğinde hep birlikte elimdeki fotokopiyi inceliyoruz. Nerelere gitmekistediğimiz soruyor. Irmak kıyısında, birbirlerindenbirkaç kilometre uzaklıktaki beş köyün adını veriyorum. Üçünegidebileceğimizi, ikisinin, Koyunlu ve Palamut' un "boşaltüdığını" söylüyor. Boşaltılan köyler Ihsu yeniden yerleşim tasansı açısından büyük bir sorun. Hükümet şimdi 12 bin gibi bir sayı verse de, boşaltı lan köy lerde kaç kişinin yaşadığını kimse bilmiyor. Bunlann tümüne Ihsu nedeniyle tazminat ödenmesi gerekiyorsa da, bu insanlann izlerini bulmak olaiskemleler getiriyor. Üç köylü, dört tzleyici, iki köy bekçisi, bir Kalaşnikof, bir walkietalkie ve ben, garip bir söyleşi yapıyoruz. Şükrü köyde halen 80 kişinin yaşadığını söylüyor. Birzamanlar kalabalıkmış, ancak köy boşaltılmış ve bir süre sonra yalnızca gidenlerin yansı geri dönmüş. Boşaltılmış mı? "Terör nedeniyle," diyor. lncirli halkı Ihsu konusunda zerre kadar bilgiye sahip değil. Yaşlıcabiradamatıhpkendisinebirayiçinde baraj çalışmalannın başlayacağının söylendiğini belirtiyor. Ancak bu konuda resmi bir açıklama yapılmamış. Son hedefimiz Ihsu köyünü ziyaret etmek. Köyün haritada kaydı yok, çünkü buranın adı artık "Ihsu Barajı" olarak geçiyor. Bu bölgede "olağanüstü hal" var ve askeri yönetim altında. Sabahın sekizinde yola çıkıyoruz. Bu kez bizi 41 kişi izliyor. Bunlann on dördü asker. Her şey öy lesine ince ince düşünülmüşki... Askerler olmadan çok daha gü (Fotograf: EDİBE BUĞRA) nuşan kadınlann getirilmesini Söyleyince köylülerden biri, "Burada Türkçe konuşan tekbir kadın yok,"yanıtıru veriyor. Kadınlarla bir söyleşi yapılamıyor. Onlar geriden olanlan izliyor. Biri kapının eşiğinde cep telefonuy la konuşurken, bir başkası taş bir çeşmenin başında bulaşık yıkıyor. öğle yemeğinde bize tandır, yoğurt, keçi peynıri, tereyağ, haşlanmış yumurta, çoban salatası ve taze fasulye ikram ediyorlar. Yemeklerlez" zetin doruğunda, ancak çok resmi bir hava esiyor. Ihsu konusunda gerçekten ne düşünüyorlar? Bunu asla öğrenemeyeceğiz. Peki, ya Esra? Bana bu öykünün özünde politika değil de, insanlar olduğunu düşündürten Hasankeyfli küçük kız? Esra'nın kafasından geçenleri asla öğrenemeyeceğımı artık çok iyi biliyorum, Çünkü Türkiye'nin bu yöresinde dokuz yaşında bir kız bile gerçeğintehlikeli bir şey olduğunu biliyor. ^ Çeviren: RİTA URGAN