Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
p+ Jean Genet, kelimenin en bayağı anlamında bir "orospu çocuğu", "ibne", hırsız, kaçakçı, gaspçıydı. Böyle doğmuş, böyle yaşamıştı. Yetimhanede büyümüş, okul yüzü görmemiş, on üç yaşında girdiği hapishanedearalıklarlayarıömrünügeçirmişti.Üstelikbuniteliklerindenbıranolsunutançduymaksızın. Hapiste, kendi yaşam tarzını güzelleyerek yazdığı "Bir Hırsızın Günlüğü" Fransa entelijansiyasırun eline ulaştığında Jean Paul Sartre, Jean Cocteau ve dığerlerı bir an olsun "hırsız, ibne roman yazsa ne olur," diye düşünmemişlerdi. "Suç'iannı cezalandırmayı Fransa mahkemelerine bırakmış,Genet'ninedebıyatıylailgilenmişlerdi. Genet'nin "mazbutluk" örtusü altında saklanan iki yüzlü "orta sınıf" değerl snne yönelttiği yıkıcı eleştiride modern Fransız edebiyatınm yeni damannı keşfeder etmez açtıklan coşkulu afkampanyasıyla da yeni "meslektaş"lannı özgürlüğe kavuşturmuşlardı. Ondan"tövbe,istiğfar"etmesiniistemekakıllanndan hiç gcçmemişti bile. Genet, hiçbir zaman "ıslah" olmadı; artık "ünlü" bir yazar olarak bil inirken de hep bir "hırsız", bir "gaspçı", safkan bir "lümpen" olarak hapislerde süründü. En güzel eserlerini bir anafor içinde yazdı. Doğuştan muhalifti. Amerika'da "Kara Panterler"e, Ortadoğu'da"FilistinDevrimcileri"nedestekverdiğınde kimsenin aklına "bu ibne kim, devrimcilik kim" demek gelmedi, ne yaşarken ne öldükten sonra! Bu"lümpen"in"Hizmetçiler" adlı oyunu geçen yıllarda 1 stanbul Devlet Tiyatrosu repcrtuvanndaydı. Yılmaz Güney sinemasında "lümpen" keşfetmeye çıkanlann "lümpenin Allahı" Genet'nintiyatrosuna laf ettiklerini işiten olmadı, bu tiyatroyuizlediklerini de. Yılmaz Güney "lümpen" olsaydı da, bu onun bir sinemacı ve yazar olarak değerini tartmak için bir ölçü oluşturmazdı ama, ne ait olduğu toplumsal köken, ne de bireysel yaşama tarzı bakımından Yılmaz Güney Karl Manc'ın tanımıyla "lümpen proletarya"dan değildi. Güney"insancayaşama"ya en çok ihtiyacı olanların, kendi kurtuluş lanna karşı istihdam cdilmelerine kayıtsız kalamadığı, hayatı zorunlu olarak onlann hayatına yaklaştığı için onlarla en içli dışlı olan sanatçısıydı Türkiye'nin. Öyle olmasa, "Yol" diye bır senaryo doğabilir, Türk sinemasının en değerli başyapıtlanndan biri fılme çekilebilirmiydi? Yılmaz Güney bize hep kaybedenleri anlatır. 12 Eylül 'le birlikte Yılmaz Güney de kaybetmişti. önce, Türkiye'de yaşama şansını ve sonra yaşamını. Ama Yılmaz Güney ve Şerif Gören'le "kaybedenlerin" selilüte kazınmış "Yol"u, bugüne kadar Türkiye' ye gelmiş en büyük sinema ödülünü kazandırdı. Ne yazık, her şey Yılmaz Güney' ın artıstik mırasını serinkanlı bir değerlendirmenin süzgecinden geçirmeye; en iyı yaptığı şeyi, aktör, senarist ve yönetmen olarak bu ülkenin sinemasına hakikaten kattığı değeri biçmeye bugün çok daha uygunken, sınemacılar "ahlakçı" ve "kriminilog" kisvesine bürünmüş "gazeteciler"in manevi terörü altında siniyor, Lütfi Akad ve Memduh Ün'ün en iyi öğrencisinin sinema mırası savunmasızkahyor. Karl Manc'ın büyük tasvir gücüyle lümpen proletaryayı içine alarak ardattığı 150 yd öncesinin Fransası sanki Türk medyasının içine doğduğu özal döneminin büyük dönüşümünü resmediyor gibidir. Bu dönüşüm, Türkiye'de lümpen proletaryanın yalnızca "burjuva toplumunun" değil medyanın da "doruklannda" yeniden doğuşudur. Bu medyada asıl, kelimenin en düz anlamında "lümpenler", devletin kirli işlerini görmek için kiralanan "katiller", "siyasal şahsiyet" muamelesi görürken, "boynu bükük ölenler" lanetlenecektir ister istemez. Ertuğrul Kürkçü Yılmaz Güney lümpenlikle suçlanırken ne yönetmenliği ne deyazarlığı dUe getiriliyor... inciAral Burçak Evren (Sinema Yazarı): Sözcükleri ve terimleri gelişigüzel kullanma alışkanlığımız neredeyse geleneksel bir hobi oldu, ama bazen bu hobi istenmeyen ve arzulanmayan sevimsiz bir silaha, suçlamaya, ya da hakarete dönüşebiliyor. Kime hizmet ettikleri bilinmeyen (ya da çok iyi bilinen) kimileri, başkalarının kişiliği ile oynayarak kişilik kazanmak ya da hamburger yerken okunurlulukkazanmak için birilerine saldırmak, kara çalmak gcreksinmesini duyuyor. Çünkü bu tip kişilerin varlık nedeni, düşünceleriyle okunmak değil, düşüncesizliklerini saldırganlıklakamufle etmekte yatıyor. Yoksa durup dururken neden Yılmaz Güney 'e lümpen demegereksinmesini duysunlar. HEM SAVAŞÇI, HEM DERVİŞ... Yılmaz Güney'in ilk söylenecek özelliği sınırsız yalnızlığıydı. Bunu kendisi de isteyerek, istemeyerek, geliştirmişti. Insanlarla ilişkilerinde yakın ve sıcaktı, ama hep yalnızdı: "Yılmaz Güney"di. Sosyalizm gibi "ortaklaşalık" temelinde yükselen bir anlayışa içtenlikle bağlı olmasına rağmen, bireyselliği hep eldeğmemiş bir şekilde ayakta kalmıştır. Hayatı, böyle olmasını kaçınılmazlaştıran bir süreçti... Bir "kişilik kültü" haline gelmekten kaçınması mümkün değildi. Bunu, birinci döneminde kendisi de adım adım inşa etmişti. Sosyalizmi ve sosyalizm içinde kendisini daha genlş boyutlarla düşünme imkânı bulunca, bu külte karşı bazı tedbirler almaya çalıştı. ömeğin Arkadaş filminde bir kadından (Azra Balkan) tokat yemesi ve karşılık vermemesi, bu doğrultudakı planının parçasıydı... Yapacaklarını mümkün olduğu kadar geniş bir çerçevede düşünüyor, hesaplıyordu. Bu düşüncelerinin kendilerini pek açmaz, hedeflerini söylerdi. Yeni bir sinema anlayışıyla Yeşilçam yıkılacaktı. Genç yetenekler yetişecekti. Dağrtım, bayi sistemlerinin alternatlfleri kurulacaktı. Bütün bunlar, nasıl olduğu belli olmayan bir biçimde siyasi bir pratikle birleşecekti. Sanat ve siyaset arasındaki konumu hiçbir zaman açık seçik bir tanıma kavuşmadı. Ama hapisten çıkınca bütün dünya değişti. Binlerce insan Yılmaz'ın kapısında yığıldı... Bunca çelişkiyi, herşeye rağmen uyariı bir kışılık bütünlüğü ıçınde nasıl birteştirebildi Yılmaz Güney? Sanırım, mazlumun acısını yüreğinde eksiksız duyarak. Sahip olduğu bu yetenek, başkalarının acılarıyla bu olağanüstü özdeşleşme yeteneği, onun savrulan özelliklerini bir arada tutan merkez olmuştur. Bu acının analitik açıklaması (sınıf analizi vb.) ve giderilmesi için gerekli yöntem (doğru örgütlenme biçimi vb.) bütün çabalarına rağmen pratik hayatında ikincil kaldı. Mazlumun acısıyla duygudaşlığı, her şeyini belirledi.^ Murat Belge (Öğretim uyesîYazar) (Yeni Gündem, Aralık 1986) Cem Karaca