18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SMARI 1998. SAYI 624 anne kapıyı ac. beniın dcdi. Actım, ayakları ş,is,mis, kocaman olmuij, suratı da öyle... Korkma anne dedi cvi aramayageldiler. Aradılar, burada kalsın sabah gölürürsünüzdedim, ne komik degil mi? Otuzgüns,ubedekaldı.Sabahtanakşama s,ubeninönündeoturupbekledim,otuzuncu günbirpolis,götürdülerdcdi. Ncrcyc'.'Sclimiye'ye. Selimiyenerede?Gittik,bulduk... Ayakkabıları parçalanmışti, anne bana ayakkabı getirin dedi. (,'ıktırn, Topkapı 'ya gittim. Esnafa soruyorum, "Tutuklu ayakkabısı var mı?"Ne? Kimscbilmiyor... Sonundayazlık, bcz bir ayakkabı alıp Selimiye'ye döndüm. Görüşünbittidiyegöriiştürmediler,ayakkabıyıdaalmadılar... Avukat lutnıak için Knver kanji çıksa da evi sattık. Hir gün Sclimiyc'dc kaldı, sonra tektip nedeniyle iki yıl yüzünü göremedik. 1991 şartlı tahliyesindeçıklı. Iki buçuk yıl dışarda kaldı,cvlendirdik... Elininkınasıgitmemiştidaha.birgeceevegelmedi. Sabahı /or ettinı. Kaı lal'da bir laın^ vardı, gelinle ev arıyorlar, ev bulmak için oraya gittiğini düşündiim... Neısimlcrini,nesokagıhatırhyorumjıerkesesordum... Bıılamadım...Ogiin habcrigeldi,K.artardabirsokaktabulunmu.ş, cesedi.Otıızkurşunla vurmuşlar... Arkasından l'rdinç. Gazi'de yakalandı. Evlennıis,li,askerliğiniyapacaktı.Evegeldilcr, zili çalı.şlarından onlar olduğunu anladım. Erdinç arabada dcdiler, Sevgi de bizimle gclecek. Gidis, o gidiş... Öncc Gazi'yle suçladılar, ^inıdi deörgüllc. Kı/imın gözleri 1 Snıınıarayavıktı üçyılda.belfitığına yakalandı, oğlumuniseboynundafıtık var... Ncc.şim, nebensiyasideğildik...Tckbildigımannelik sevgisıydi, Enver'ı dahakorkııııç scverdinı. 1vde kalabalığız ya, ben yemcğiıni ona ayırırdıııı. Baba, ne kitap okıınuisina ızin verirdi Envcr'in, ne de ınüzik dinlemesıne. Ne zaman ki içeri girdi, o insanlaı ı gürdü, o zaman oğluna lıak vcrdi. Evdeydim,lemi/liğimi yapar, yemcğimi pis,irir,k.ri7akçorapörcrdını. Evimbizimoraların deyiıniyle, "ayarlı at" gibiydi, öyle düzenli,temi/... Şimdi yinetemizama... Enver'den bu yana biitiin çocuklarım bamyaya hasret kaldı... Bir gün bendenayran çorbası istemiş, ti, üç gün uyumadım, ne zaman ki çorbayı götürdüm ce/aevme, içerı aldılar, oğlum içtı, 0 7aman uyudıım... Metris, Bursa, (,'anakkale... Ne kar, ne yağmur, ne sıeak engelledi, lıcr görüşte oradaydım... Bcsj dakikayla başladı görüşler, on, yirmi,yirmibeş... Biıdeaçıkgörüşizniçıktı ki, dünyalar bizim oldu. tlk açık görüşte, gctir oğlum dedim, ne yiyorsunıi7, sizin yemcğiniz nasıl'.'Tadına baktım, sonra rahatladım. Enver'den sonra hers,eyi terkettim. Ne eşim, ne çocuklarım... Erdinç'le Sevgi'nin cezaevinde olnıası, onlar için koşturmak da dindirmedi acımı, yatarlar, çıkarlar... Knver' ın eşı de bır sürc ayn eve çıktı. ()nun gidi^i ikincibirölümgibi geldi bana...Oğlumu ıüyamdagöıdüın,V)anaküslü...Birtorunum var!jinıdi,kı/ıınıncocıığu... Öirlekonabaglandımj'inver'inyarasınabastım. ', Şimdi hâlâ baskılar var cezaevinde. Çocuklarımızı tek tiphücrelerckoyacaklarbu kez. Aslaızin vermeyccegiz.{,'ünküçocııklunmız insancayatnıalı... Cezaevinde cezaevi olmazdiyeceğiz... llüseyin Altun: Altmı^ bir yaîjindaynn. K.amu sektöründen emekliyim. Üçü kız beş çoeugum var. Oğlum Ismail Altun, iki buçuk yıldır ÜmraniyeCczacvı'nde. Şimdı yirmi iıcündeamailkalındığındaonaltısındaydı. On altı gün ^ubede tutluktan sonra salıveı diler. Ikınci alını.'jinda dörl gün yok dediler. Vazgecmedim, giinlerceyiyecek götürdüm, kapılardabekledim... Oğlum alınana kadar devletin kapısında 15 PAZARIN PENCERESINDEN Maskeli Balo SELÇUK ERF.Z £1 UM adın: Korkmuyorum. Ne olabilır? mL Nasıl bir yer? Otel mi? Belki. • m Herhalde öyle bir ev. Muhakkak. O bu yaşta. Bacaksız. Bu yaşta olanlar hep onun gibi mi? Acaba benim için ne düşünüyor? Küstah. Ne? Orospu mu diyor? aptal... .... Ne kadar sinirtiyim. Şu anda derhal ağlayabilirim, garson olmasa. Niye başka kimse yok? Herkesin bir anahtan mı var?Nerde kaldı bu? Kitapların sahibı. Çocuk. Habersiz. Genç. Fena. Şiir Meraklısı. Ne okuyor? Çocuk ve Allarv. Kim yazmış? Hiç duymadım. Bir ölünün soğumasi. Neler de okuyor. . Of, canım sıkıldı. Nerde kaldı? Çocuk: Masada göremeyince korktum, gitmiştir diye. Garson, orada dedi, açıkça gülerek, daha ben soramadan...Nerede? dedi, birdenbıre merakla, çok yakın, dedım. Dışarıya çıktık. Beraber görünmekten korkmuyor mu? Nereye gittiğimizi soracak diye korkuyordum... Sokağa saptık. ... apartmanın karanlık holüne girdik. ... Her kata çıkarken bir pencere vardı. Pencerelerin kenariarına şişman güvercinler dızilmişti. ... işte geldik, dedim. Elimı tuttu. Tırnaklarını hissettim. Soluyordu. Çok yuksek, dedım. Beni sevıyor musun? dedi. Yüzünü göremiyordum. Söyle. dedi. Eğıldım optum. Söyle, dedi. n'olur söyle, dedi. Tabii, dedım. ... Tabıı, dedım, Tabii sevıyorum." özcan Ergüder'in 1956'da basılmış (Yenilik Yayınları 21) "Maskeli Balo"sunu bugün de zevkle okuyorum. Bir erkeğin ve bir kadının, bır sevişmenın arifesinde düşündükleri, birbirlerine, çevreye dile getirdiklerı ve getirmedikleri tepkileri nasıl ustaca sıralanmış. Özcan Ergüder'in adı edebiyat dergilerinde ve matınelerınde Haldun Taner gibi, Sait Faık gıbı, Oktay Akbal gibi büyüklerle anılırdı. Ama "Maskeli Balo"dan bu yana otuz küsur yıl geçtiği halde ikinci bir kitabı yayımlanmadı... Neden? Yıllar önce, bir gazetenin sağlık köşesinde yazı yazarken olağandışı bir mektup almıştım: "Bir yazarım ben, öykü yazanm.." dıyordu.. "Yazmanın büyük bir özveri ıstedığinın ve okunmadan yazar olunamayacağının bilincinde olmama karşın okuyamıyor ve neredeyse yerçekiminden kurtulmuş, tedavülden kalkmış gibi hissedıyorum kendimi. Oturup ikiüç saat okuyunca, bunun üstünde, alında bir gerilim, hafif birağrı beliriyor, kitabı ıtiyor, okuyamaz oluyorum. Birçok doktora gittim, gözlerım temıze çıktı, kulakburun ve boğazda önemli bir şey bulunamadı. Psikolojik olduğunu düşünüp kitapla gergin bir ilişkide bulunarak okumaktan, zamanla yarışırcasına okumaktan kaçındım. Uzun bır sure hiç okumadım. Bütün bunlar bır şeye yaramadı. Çaresı yok mu bu derdin?" Sayın okuyucuma, sorunun psikolojik olabıleceğını düşünüp bazı önlemler aldığı halde nıçın bır psıkoloğa başvurup bu sorunun üzerine yürümediğini, psikolojik kökenli bir tür migrenin de bahis konusu olabileceğini söylemiştim. O tarihlerde Amerikan Büyükelçiliği 'Dialog' başlıklı bir dergi yayımlıyordu. Bu derginin 1982 Mart sayısında Martin Gottfield imzalı bir yazı yer almıştı: "Arafat'ta bir yazar". Şöyle diyordu Gottfield: "Arthur Miller'in The Prıce oyununun New York'ta yenıden sahnelenmesi, bu büyük yazar hakkında duyduğum üzüntü ve şaşkınlığı arttırdı. 1968'de oynandığında iyi eleştiriler almış, büyük iş yapmıştı ama sıradan bir eserdi. Miller tükenmişti; söyleyecek bir şeyi kalmamıştı. Oyun kendini taklitten başka bir şey değildi." Yazı şöyle bitiyordu: "Henüz 64'ünde olan yazar, yenı, yaratıcı, güçlü eserlerle pekala yenıden canlanabilir. Demek kı sorun evrensel: öyküye yeni başlamışlar gibi Arthur Miller de bir ara tükeniyor ya da tükenır gibi olabıliyor. Bizde de aklı başında, gücü ve potansiyeli yerinde olduğu halde yazmaktan vazgeçenler var. Siz Tarık Güner'in "PeynirEkmek"ini okumuş muydunuz? 1951'de Varlık Yayınları arasında çıkmıştı. llk baskısında, "ilersı ıçın çok ümit veren yenı bir imza" olarak sunuluyordu. Abartma yoktu: Eser iyiydi. Ama arkası gelmedi. özcan Ergüder kitap yazmadı da ne yaptı? Bol bol okuduğunu biliyorum. Sohbetine doyum olmuyor ve Altemur Kılıç ısrar ettiğinde 1973'te Devir dergisı için, Balaban'ın atölyesıne gıttiğınde coştugunda, hele Coşkun Kırca'nın köpegi öldüğünde yazdıklarının sadece üçbeş dostu tarafından okunup unutulmaması gerekir. 1973 Devir dergisi koleksiyonlannda Ergüder'in iki yazısı var: "Yahya Kemal'in Istanbul'u Hayal Oldu" ve "Balaban"; okumaya doyamazsınız: "Mevsimlerden ilkbaharsa keyfiniz yerındeyse, renklerı görebiliyor, çiçekleri koklayabılıyorsanız, hâlâ değilse bile, hiç değılse bir ara sevrnış ve sevilmişseniz, ılkbaharın kısa ömürlu, dolayısıyla telaşlı, ama gene de neşeli, güzel, anlamlı ve yaratıcı gençliğini içinizde bir yerlerde duyabiliyorsanız biraz." diye başlar birincisi... "Birtarla. Ufak. Çorak. Inatçı. Sürülse n'olur, sürülmese n'olur." diye başlar Balaban'dan söz açanı... Kaç zamandır, sonradan yazdıklarınızı da ekleyip yeniden bastırsanıza şu "Maskeli Balo'yu" der, der dururduk. Nıhayet 1998 Şubatı'nın sonunda bir "Pekı!" çıktı ağzından. Benden duyurması! ^ Miyase llıııt 'ın (üstte) oğlu Mehmet Akif Han cezaevinde yedinciyıla girdL. Güliıar Uğur: Abisinin görüşmecisi... hic böyle olay lar görmedinı. Ogluma, on sekızdava yüklemısler, şuncacık çocuga. Esim evkadını, bunalımagirdi.. Adınanediyorlar, bezeler cıktı vücudunda, şimdi tedavi görüyor... Bizi degözaltına aldılar, hakaretettilcr... Neden diyorum, bcnim oğlum insanı sevmekten baska ne suç işledi? Jjimdi bilıyoruın, degil çocuklaıımı.kendimi korıımam mümkündegil... Knküçükkızımkorkudun bunalıma girdi, çah.^ıyordu, basına birsey gelirkorkıiMiyla işi bıraktı... Oğlum ölümoıııçlannadakatıldı. Şimdi dişleti iltihaplı... Ençokpıı/olayı.severdi Ismail, iki buçuk yıl var ki,pirzola yapmamışım... Anlıyormusun? Anlamakyetıııiyor... Buülkedekionlarca ce/aevinde binleıee insanla aynı güneşi payla^ırkcnsusarakannelerinyüzünebakılmıyor...^
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle