Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
19MART1995. SAYI469 RESİM 15 Tabloların duvarlara yerleştirilmesi de önemli bir estetik birikim gerektiriyor. Bu konuda son söz hep galeri yöneticilerinin oluyor. Fiyatlandırmada ise karsdıkh uzlaşma sağlamyor. Bayan Amelie en lüzumlu zamanda ortadan kaybolmuştu. özlü beklemeden bazı tasarlamalara başladı. Bıllm adamlığı alışkanlığı ile önce yöntemi belirledi. Sergi biraz retrospektif özellikliydi; 199095 arasındaki çalışmalarını kapsıyordu. Dolayısıyla bır tarih dızımi olabilirdi. Ama daha ilk denemelerde tabloların renk ve boyutları tarih uyumuna pek denk düşmemişti. Boyutlar üzerine kurulu ikinci bir deneme, bana göre de fena olmamıştı. Bu sırada Bayan Amelie geldi. Cevabı kısa ve kesindi; "Olmadı". Necmettin özlü o heybetine karşın son derece uyumluydu. Bayan Amelie önce en göz alan büyük boy bir tabloyu salonun girişindeki duvarın ortasına yapayalnız yerleştirdi; "Sergi buradan başladı. Şimdi ötekılere bakalım..." Bir tablonun yerini bulmasıyla o karmaşık salona birden bir düzen gelivermişti. "Ben grup severlm" diyerek estetiğini ortaya serivermişti. Artık inisiyatif ondaydı; "O orada olmadı, alalım. Onun yanına bir sarışın lazım... Sarışın yok mu? Mor olmaz onlar girişte. Turkuazları kaldıralım, onlar küçük salona... Onlar orada lyi, hareket var. Birisi aşağıya, öteki yukarıya, uçuyor... Çok iyi..." Ressamdan itirazlar değil ama ince katkılar gelıyordu bu arada. Ve sonuç, girişte morkahverengi bir girdabın içine düşuyordunuz. Sonra kırmızı mavi yeşilin alıp götüren hareketinin peşine takılıp salona geçiyordunuz. Son resim hepsinden farklıydı ve tek başına bir duvardaydı. Burada hareketın yükselen karmaşasıyla heyecanın doruğuna ulaşıyordunuz. Sonra küçük salona geçilecekti. Burada turkuazın alıp götüren büyüsüne yakalanıyordunuz.... Bu iş bir düzenleme değil tablolardan duvarda hareketlerin ve renklerin tablosunu yapmak gibi bir şeydi. Ve birlnci gün biterken serginln tablosu tamamlanmıştı. Beklediğim tartışmalar olmamıştı ama sanki bir resim yapmanın keyfinl yasamıştım, derken girişe asılacak tablonun çerçevesine itiraz geldi. Mavi bir rüya yaldızlı san bir çerçeveye alınmıştı. O ana kadar fark etmemiştik ama gerçekten çirkindi. özlü, umutsuzca direniyordu. Çerçeve parası ondan çıkacaktı. Paket, nakliye, çerçeve derken sonuna dayanmıştı. Amelie dayatıyordu; "O zaman siyaha boya" diyordu. Necmettin "Çerçeve boyayamam" diye savmaya çalışıyordu bu isteği. Çözüm yok gibi görünüyordu. Tamam bu kez placak derken durum ortada kalıverdi; çerçeve sökülebilirdi de... Ertesi gün... Galeriye geldiğimde görevliler işbaşındn',dı Yüksek m^ . enlerin üzerinde iplerle tablolan asıyorlardı. Sessizce ve titizlikle yapıyorlardı işlerını Ne olmuştu girişteki tablonun çerçevesi? özlü, "Degişecek" diye fısıldadı. Tablolar yükseldikçe daha ortaya koyuyorlardı saklı güzelliklerıni. Değişiyoriardı sanki. Süsleniyorlar ve sergi havasına giriyorlardı. Kısa bir dinlenme anında görevlılerden Mehmet usta, resımlere ilgi duydu. Ama resmi pek çözemedi. Ama Mehmet usta görmekte ısraıiıydı. Necmettin Bayan Ameli özlü, "Peki o zaman' diyerek tablosunun başına geçti ve gösterdi; "Burada bir kadın var. Koca popolu, ışte poposu, ayaklan... başı... Gördün mü?". Belki net görmüyor ama bazı şeyler fark ediyordu. özlü "Benim görduklerim önemli değil sen ne görüyorsan, ne hissedıyorsan resim odur" diye açıklamalarını sürdürdü. Mehmet usta, başka bir resmin önünde durdu ve "görmeye" çalıştı. Bu arada arkadaşlanndan Aydın yorumladı; "Hani insan uyur uyanık çalışıyorsun?"... Ama genç ressam kararlı, ağzından, "Sergim açılınca hepsi görülecek"ten başka laf çıkmıyor. Sergisiyle ilişkisi o anda o kadar özel ki tüm ısrarlara rağmen ser verip sır vermiyor; sanki büyüsü bozulacak... Biz normal yaşamımızı sürdürurken Cüneyt Aksoy, büyük bir gizlilıkle, bızlere bir sürpriz yapmaya, bir doğum müjdesi vermeye hazırlanıyor. Farkında değiliz belki farkına da varamayacağız uzun süre. Ama o doğacak ve ayaklarının üstünde durarak yine bir yerlerde çıkacak karşımıza... Işıkçılar geliyor. Yüksek merdıvenlenn tepelerınde tek tek ayarlıyoıiar ışıklan, Tabloları, tüm renkleri ve ayrıntılarıyla ortaya çıkarıyorlar. Işıkla nasıl da degışıyor resımler. Bunlar sanki ikı gündür ıç ıçe olduklarımız değil bambaşka, yepyeni tablolar... Ve sergi ışıklarla doğuyor galerınin duvarlarında. Nihayet başından berı hep çekındiğim ana yaklaşıyoruz; tablolar fıyatlandınlacak. Bir sergıyı gezerken çok da yadırgamadan alıp baktığımız fiyat listesi oluşturulacak Ama ile Necmettin özlü. Sergi 25 marta kadar açık. hülyaya dalar da gözünün önünde renk renk şekil uçurur ya onun gibi bir şey yani..." Bu serginin hazııianışından üçüncü izlenım olarak bu soyut resim tanımını aklımın bir köşesine attım. Bu sırada sergi afişlerınin çerçevecıden gelmesı bekleniyordu Bayan Amelıe'nın yardımcısı Meral Bekar takip ediyordu afiş, kitap işlerlni. Tam çerçeveciye telefon edilecekken kucagında afişlerle bir genç salona girdi. Hayret demek Türkiye'de sözünü tutan, işini zamanında yapan esnaf ve zanaatkârlar da varmış. Çerçeveci Kani Usta'ya övgüleri dinlerken, genç çerçeveci babası adına, mahcup, "Biz sizi bir müşteri gibi görmüyoruz" diyordu. Biraz sonra anlaşıldı ki, genç çerçeveci, Cüneyt Aksoy aslında bır ressammış. Mimar Sinan'ı bitirmiş. İlk sergisini önümüzdeki günlerde Bebek Akbank'ta açacakmış. Necmettin özlü soruyordu: "Nasıl çaJışıyorsun?", "Büyük mü duyuyorum. Mantıksal açıklaması kolay tabii; bu resımler satılmalı ki Necmettin özlü yenı resımler yapılabilsin, galeri yaşamını sürdürebilsin. Ama iki gündür dünyamızı süsleyen, bu artık iyice tanıdık renklerin, bu hareketlerin biraz sonra vitrine çıkarak bize uzaklaşacağını, bize yabancılaşacağını kabul etmek zor... Elbette resımlerın sahibinin işi daha zor... Ama Bayan Amelie son derece zarif bir şekilde geçiştiriyor bu süreci. Aslında herkes hafif gergin. Etrafta birden kaygılı bir suskunluk oluşuyor. Resımlere karşı bir veda saygısı gibi. Konuşmalar son derece ekonomik. Necmettin özlü düşündüğünü söylüyor "Evet" ya da "Şu kadar iyi" yanıtını alıyor. O rakam yazılıyor. Bir yerde ressam farklı söylüyor. Nedeninı "çok emek vermekle" açıklıyor. Galeri yöneticisi "Resimde emek olmaz" diyor, kabul etmiyor. Ardından bır başka resim üzerinde yine anlaşmazlık çıkıyor. "Neden" sorusunu ressam "Çünkü bunu çok seviyorum. Bundan aynlmam zor" diye cevaplıyor. Bu kez hıç itiraz görmüyor. Dediğı onaylanıyor. Buradan bir serginin hazırianışı ile ılgıli dörduncu ızlenımimı edınıyorum; bir resmi değerlı kılan sadece piyasa değil bir o kadar da ressamın o resme duyduğu aşkmış... Artık serginin ilk ve ayncalıklı izleyicısiyim. Necmettin özlü tek tek tablolanyla tanıştınyor, anlatıyor. Morkahverengi büyük bir tuvalin önüne geldiğimizde "beğendiğimi" söylüyorum. O daha kapsamlı anlatmaya başlıyor resminı, teknik konuşuyor; "Önce şu üç hareketle üçe böldüm tuvalı. Sonra şuraya ışık. Burası dengelemesi için karanlık. Yerde bir tüy, resmi hafifletiyor. Köşede bır insan silüeti..." Ardından ben ona gördüklerimi anlatıyorum: "köşede bir insan dımdik duruyor ve kaskatı. Başımda sanki boynuzlu bir miğfer var. Tüm zamanlarda hiç zaman savaşçısı bu. Karşısında bol tüylü sapkasıyla genç Gaskonyalı silahşör d'Artagnan; âşık, romantik ve sadık. Gözlerinde muzip bir gülümsemeyle, pelerinini uçuşturarak reverans yapıyor tüm zamanjarın savaşçısının önünde. Şapkasından tek bir tüy düşüyor yere. Ve kaskatı savaşçı bu tüyün düşüşüyle, bu zarıt meydan okuyuşla ürperiyor... "Evet ben de görüyorum" diyor Necmettin özlü güterek... 4 b ltatlk