Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TVTT CUMHURlYET DERGİ Günaydın! Günaydın! Günaydın! Dört kere günaydın ama, bakalım aydınlık bir gün ofacak mıydı? Yukardaki pist kalıntısını gösterdi onlara, köpekleri... Dansamı hazırlanıyorlar,dedi içlerindenbiri. Belki... Dünküyangındankaçmış olacaklar. Eskidcn burada tangoyla dans edilirdi, tcypten tangonun scsi yükseldiğindegazinonunışıklarısöner,yalnız tek tük, karanlık kırmızı, karanlık mavi ampuller kalır, tango eşliğinde dans edilirkcn kız arkadaşlanmız vücutlannı bizc sımsıkı yapıştırırlar, litrelikUHUzamkıylayapıstınlmış gibi kalırdık öylc; o zaman, dujimız karanlıktayken, içimiz beşer yüz mumluk halojen lambalarla aydınlanırdı. lçlerinden biri eliyle yukardaki köpekleri gösterdi. Tango mu yapacaklar? Sanmam. Ne peki? "Dog Rock" yaparlarherhalde. Gülmek istiyorlardı, güldüler. Sonra, yola koyuldular. Ne de güzel bir sabahtı. En büyük yangınlar bile doğanın bu her sabahki renkli işıklarını söndüremeyecekti. Sağlannda aşağıda, denizin üzerinde pınltılar. ışıltılar oynaşmaya başlamıştı bile. Önünden geçtikleri bugünkü gazino henüz uykudaydı, sessizliğinkoynundaydı. Sağlı sollu, irili ufaklı çamların, Akdeniz kökenli bitkilerin, zakkumlann, yaban i fıstıkların, sağlannda kalan tek tük bahçclerdeki çeşitli, kırmızı, mor, san çiçeklerin yanından geçtiler. önünden geçilecek ev kalmamıştı artık, sağlı sollu çam ormanının arasından ilerlemeyi sürdürdüler. Asfalt yoldan ilerledikçe, şimdiye dek böylesini hiç almamış oldukları biryanık kokusu kendini duyurmaya başladı, her adımda sanki daha bir keskinleşen bir marsık kokusu! Marsık kokusu var, dedi içlerindenbiri. Ham kalmış. odun kömürünün kokusuduro, dcğil mi? Evet. Yalnız yariık kokusu da değil, sanki adını bilmedikleri bir ilacın kokusu da karıs. lyordu yanık kousuna. Arkada bıraktıkları çam, çiçek, çeşitli bitki kokulannı hiç alamaz olmuşlardı artık. Yine adını bile bilemedikleri bir madenin kokusu da olabilirdi bu, ama yanık kokusu ağırlığını koyuyordu. Ada için yabancı olan bu yoğun kokunun ağırlığıyla birlikte, sol yanlannda, y ukarlara, tepelere doğru, içlcrini ürperten, içlerini karartan, hepsini suspus eden bir görünümle karşılaştılar: Bu bölgeye bir atom bombası düşmüş, ortalıgı yakıp kavurmuş, ne var ne yok silip süpürmüş, geride gri, kasvetli bir dünya kalmıştı. Gri, kalın bir kül tabakasının enine boyuna yayıldığı bir dünya! Hayır, dünyanın bir parçası değildi artık buralar, birkaç yanık yüzlü kaya, kömürleşmiş kara parmaklarıyla göğe uzanmak istemiş, ama sesini duyuramamış birkaç "kömür ağacı" kalıntısı; ondan ötesi kül, hep kül, sessiz, tek damla suyu kalmamış gri bir kül gölü! Asfalt yolu bırakıp yukanya, yaygın, kasfetli yangın bölgesine adım attılar; külün, yanık yüzlü taşlann üzerinden yürümeye koyuldular. Denizden geçilirken görülen bu sırtlardaki yeşil hareli kadife örtü neredeydi? Neredeydi yaprak bile dökmeyen o sık maki örtüsü, o fundalıklar, lavantalar, kocayemişler, meşeler, yaban zeytinleri, bodur çamlar, katırtırnaklan neredeydi? Maki örtüsüancakkarşı sırttagörülebiliyordu. Burası çıplak, çorak Ay'ın birparçasıydı artık. ölümün yüzü..., dedi içerinden biri. Ölümün yüzüne basarak ilerlediler. Bu kül nasıl kalkar buradan? Bu yanık toprak? Zeyyat Selimoğlu'ndan bir öykü ERTESİ GUNDU, AYDA YÜRÜDÜLER S abah erkenden buluşup, görmeye gideceklerdi; beklemek için kapının önüne çtktı, henüz hiç kimse yoktu. Ama sessizlik vardı; bu bol sessizlik her gün bu saatlerde buradaydı. Önünden uzay ıp giden asfalt yol, asfalttan yukarıya doğnı, artık izi yolu kalmamışeski birgazinonun kırık dökük, kalıntı dans pisti! Tam gözünü ayıracağı sırada kalıntı pistin üzerindebirkıpırdanmagördü. Daha birdikkatlibaktı.Aldanmamıştı, pistin üzerine gelişigüzel uzanmış sekizon köpek uykudan uyanıyordu. lçlerinden biri başını kaldınp gerindi, esnerken ağzını kapatmayı unutan adamlarınrahatlığıylaçenesinidoludizginçatırdatarakesnedi.Birötedeki.önyakalarınınüzerindedoğruldu, sağına soluna şaşkın şaşkın bakındı gece geç vakit ulaştığı yabancı bir kentin oteline inmiş, derin bir uykudan sonra sabah uyandığında nerede oldugunu hcmen anlayamamış bir uyku sersemi gibi yeniden, olduğu yereuzandı. O arada arkadaşlar göründü, üç kişiydiler, yaklaştılar. Günaydın! D enizden geçilirken görülen bu sırtlardaki yeşil hareli kadife örtü neredeydi? Neredeydi yaprak bile dökmeyen o sık maki örtüsü, o fundalıklar, lavantalar, kocayemişleri, meşeler, yaban zeytinleri, bodur çamlar, katırtırnaklan neredeydi?