06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

kaygılan. "KaçlıkfllMlstaraMzr Sonru allıncı gün... Bildiriyi sunacağım çarşambanın arifesi... Anayurt... Dünyanın hcr köşcsinden milliyctçi savaşlann dumanlan tüten 20. yy sonunda "anavurt"... Insanlann hcr yerde yabancı, ya da hcr ycrdc yurtlannda olabileceğine, dostlann bulunduğu her dünya köşesinin yurt sayılabileceğine dair yanm yamalak cümleler... Ne yazacağımı, ne söyleyeceğimi hâlâ bilmiyorum. ödev yapmaktan kaytaran, dersten kaçan bir liseli psikolojisi ile fotoğraf çekmeye niyetleniyorum vc Fılm almak üzere otclin satış birimine iniyorum. Aran kazaklann, ckosc eteklerin, saf yün şallann, Dublin haritalarıyla, lrlandalı yazarlara ait hediyeliklerin arasında gömülü oturan yaşlıca hanımdan fılm rica cdiyorum. "Kaçlık film istersinizr "Kaçük mı? 100 ASA'hk..." "NereUstatar tlk anda boş bulunup sorunun anlamını kavrayaınıyorum. Yalnızlıktan bunalan tczgahtann sohbet niyetiyle sorduğunu sanıp, "Türkiye," diyorum, "Istanbulltı'yum." Film rafının kenannda asılı çi/elgeyi parmağıyla tanyor: "Akdeniz," diyor. "100 ASA, Akdeniz için. Burada çekecckseniz, 200 ya da 300 ASA kullanmalısını/." Gö/.lerim doluvcriyor... "lşte, bal gibi yabancısın burada," diye söyleniyorum kendi kcndimc... Demek bızim güncşimizin sıcağını, zcytin yaprağının puslu yeşilini yalnızca 100'lük film yakalayabilir. Hatta, yetmişindc zeytin ağacı dikmcnin şiirini ancak 100'lük filmlcr ülkesinden olanlar yazabilir. Inatla 100'lük fılm alıp yukan, odama çıkıyorum. O gccc sabahlayıp notlanmı sıraya koyuyorum. Ertesi gün bildiri niyetinc sunduğum ycdi günün günccsinde, her gün ne hissctmi^m, hiç dokunmadan dilc gctiriyorum. Altınca günün sallantısı vc ycdinci günün seslenişi dc dahil olmak üzcre... Dinleyicilcrin gözlerinde yakaladığım ışığın rakamla ve ASA ile tanımlanamayacak pınltısı beni öylesine mutlu cdiyor ki, 100'lük filmi 200'jüklc değiştirmeye karar veriyorum. Scvimli tczgahtar hanım, "Demiştiın," diyor. "Haklıymışsınız," diye yanıllıyorum ve ödevimi bitirmiş olmanın rahatlığıyla fotoğraf çekmeye çıkıyorum. Erlesi gün, güzel bir elyazısı ile yazılmış üç sayfaltk bir mektup alıyorum: "Ben de 100'lük filmler ülkesindenim," diyen Italyan Marta'dan. Buluşup, ancak 100'lük fılmlcrin ülkesinden gelcnlcrin başarabileceği bir sanlma, gülme, ağlanıa nöbeti ile sürekli konuşuyoruz. Marta, bir haftalığına gcldiği Dublin'de kalıvermiş. Korkuyorum. fki şeyden korkuyorum: Birincisi, Dublin'de kalıvermekten, ikincisi Dublin'de kalıp 100'lük fılmlerin ülkesine ait hale gelmekten... Glenn Patterson'a trenini kaçırtan sabah sohbetindc vardığımız ortak noktayı anımsıyorum: Anayurt kavramı özlemlc özdcş... Aynlınca anımsanan, uzaktayken tutku haline gelen. Yalnızca anayurt mu? Aşk, gençlik, çocukluk... Sevgili, anne, baba, evlat... Dublln'd* Jamaa Joyo* h«yk«ll. 10O'lük f llmlerln ülhsslnde "bir baba hlndn Dublin'dcn, 100'lük fılmlerin ışığına döndüğümdc Istanbul'u sis içinde buluyorum. Kızım grip olmuş, buzdolabı bozulmuş. Masamın üzeri yığınla iş... Bütün bir sonbahar geçiyor, kızımın öksürüğü gecmiyor. Galatasaray. Manchester United'ı elcyince kimi gazetelcrin başsayfalan tümüyle bu habere aynlıyor. Hele birinde tam sayfa: "Bir baba hindi İngiliz'e bindi".. Gözlcrime ınanamıyorum. tstanbul'un çoğu yerindc mitinge dönüşen futbol zaferi... Üşüyorum. Soğuklar bastınyor, bu kez kalorifer bozuk, üstelik sular kesik, gözümde ncdcni belirsiz bir enfeksiyon, çorabım bile kaçık. Sığınacak yer anyorum. 200'lük fılmlerin ülkesini düşlüyorum... St. Stephen's Green'in şimdilerde herhalde kızarmış yapraklannı, Wickhow dağlannın sükunetini, Dublin koyunun martılannı... Bir zamanlar New York'u özlerdim ve ilkbahan. Şimdilerde Dublin ve sonbahar, nedense. Yine de, dünyanın hangi köşesine sıgınmaya kalk sam, bu kez 100'lük fılmlerin ülkesini özleyercğimi biliyorum. Nedenini çözemediğim eümlecik takılıyor aklıma... limlerinden ötürü mü verildiğine dair tezler ve karşı tezler... Benim kulağımda yine de, ortak yanlanna dair yalnızca o eümlecik: "Hep dans etmek Lstcrdim..." Gerçekleşmemiş bir düş, gcrçekleşmemiş nice düş, gerceklerden düşlere sığınma, düşleri sözcüklerle inşa etme, sözcüklcrin ülkcsine sığınma... Nadine'le yaplıgımız o mum ışıklı akşam yemeği sohbctini anımsıyorum. Kızı bir yaşında ve bütün yaşam şartlan alabildiğine zor iken nasıl yazabildiğıni anlatışı... Bulunabilmiş üç saatlik bir krcş, kızını bırakışı... "Bırakır bırakmaz yazı masama koşardun. tlham beklemc lüksüm yokru. Üç saat yazardır..." Ve Toni Morrison... Yaşamdan ncreye sığınsın? "Odama kapanıp yazmayı pis bir ahşkanlık haline getirmiştim." Dublin'de CAZ romanının ilk paragrafını okuyan Toni Morrison'ın sesini duyar gibi oluyorum... "Lcnox Caddesi'ndc bir kuş sürüsüyle birlikte yaşayan o kadın... adı Violet... Kocası onsckiz yaşında bir kıza tutuldu... Hem de ne tutulma... öylesine mutlu ve mutsuz eden bir aşkla ki, aşk sürüp giisın diye kızı vurdu. Violet, ölmüş, yüzü paramparça olmuş kızı görmeye onu kilisenin dışına, yere fırlattılar. O da koştu, bütün o karlann arasından... Ve eve gelince, bütün kuşlan kafcslerinden çıkanp pencerenin dışına koydu, uçsunlar ya da donsunlar diye. Hepsini "Seni seviyorum" diyen papağan da dahil olmak üzere..." Dışarda yağmur yağıyor. tstanbul sınlsıklam. Gözlcrim bile ıslak. Hayır, tam çalışma masamın üzcrinc akan ycni bir ycr keşfedişimlc ilgili değil. Kızımın geçmcyen öksürüğüne bile dcğil. "Seni seviyorum" diyen o papağana ağlıyorum. Ben hiç dansçı olmayı düşlememiştim. Hatta bcden eğitiminden hep raporluydum ve kendimle inatlaşarak ilk kez takla atabildiğimde tam yirmiyedi yaşındaydını. 2!aten Nobel alma ihtimalim dc dansçı olma şansımdan fazla görünmüyor. Bütün bir sonbahan Dublin'le ilgili izlenimlerimi yazmaya çabalayarak geçirdim. Bir sonbahar daha geçti. Bir bir hatırladıklan gcçmiş sonbaharlara sonuncusunu ckleyenler, Kanlıca'nın ihtiyarlanndan kimbilir hangileri... "Htpdansstmaklstapdlmr Eylül sonuna dönüyorum... Hem Nadine Gordimer'ın, hem ToniMorrison'un scsinden duyduğum o eümlecik kulaklanmda ycniden yankılanıyor: "Hep dans etmek isterdim." Dansa olan gençlik tutkulannın, ilk bakışta fazlaca ortak yanlan yok sayılabilecek bu iki yazar arasında hoş bir benzerlik oluşturduğunu düşündüğümü anımsıyorum. Nadine Gordimcr, Güney Afrikalı, bcyaz, fıziği ve Ingilizccsi ile alabildiğine narin... Toni Morrison, kuzey Amerikalı, siyah, sesi, aksanı, her şeyi ile tam "Caz"... F.ylül sonundan bu yana ortak yanlannın arttığı kuşkusuz. 1993 Nobel Edebiyat ö dülü'nü Toni Morrison'un alması... 1991'de aynı ödülü almış olan Nadine Gordimer için yapılan tartışmalann benzerlerinin Toni Morrison için de başlatılması... ödülün kadın olduklanndan mı, siyah ya da beyaz olduklanndan mı, yoksa siyasi eği Va Nalma Yazmın noklasını koymaya hazırlanırken telcfon çalıyor, yine bir arkadaşımın ölüm haberini alıyorum: Naime Aktaş Giingör. Insanlann okullardaki zorunlu derslere karşı çıkıp düşleri sahiplencceği günlerin yakın oîduğuna inandığımız geçmiş sonbaharlan bir bir hatırlıyorum... Mamak Askeri Cezaevi'nin o en karanlık 19801982 döneminde nice kahkahayı, Ankara Mcrkcz Cezaevi'nin renkli 19831984 yıllannda sayısız volta sohbetini paylaştığımız güzel gülüşlü, aydınlık yüzlü, hiç ölmeyecekmiş sandığım sevgili Naimc... Otuzbeş yaşında kanscrc yenik düşmüş. tngilterc'ye gıtmek istemiş, vize vcrmemişler... Sığınacak bir yer söyleyin bana, kendimi yurdumda hissedeyim... Bileniniz var mı: Sözcüklerin ülkesine kaçlık fılmle gitmeliyim? • < 'YahyaKemalBeyaUt CUMHURİYETOER8İ12ARALIK1993SAYI403 1i
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle