Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Emel Gazlmlhal Vallahi. Anılar o kadar ok ki. Hangisini söyleyeyim. Ben radyoya giriğim zaman, rahmetli Veli Kanık müdürdü. ieldi "Emel" dedi, "Ben sana bir şey söyleemem. Sen kendin yapacaksın." E ne yapaaksın? Kimse de bana "Şöyle yapacaksın, ıöyle yapacaksın" demedi.. Ben önüme progam olarak getirilen materyeli, kendime göre 'azıp düzenleyerek okumaya başladım.. Ha)erleri okudum.. Bir gece, yine haber okuyorlum 23.45'te, tclefon geldi... Veli bey "Sus... >us!" diye böyle karşıdan işaret ediyor.. 'Hayır" dedim, "Haberlerim bitmeden, im<ânı yok, kesemem!" Ve haberleri bitirdim, 'Seni istiyorlar, telefona" dedi. "Kim istiyor?" dedim. "Vekil bey" dedi. Telefona giderken de "Eyvaah, kızım seni atacaklar mı acaba?" dedi. "Neden atsınlar?" dedim. " Atacak olsalar, size emir verirlerdi..." Neyse, ben telefona gittim. Uzun uzun sekreter sorular soruyor, ben cevap veriyorum. lşte "Kimsin.. Necisin... Nerede oturuyorsun?" gibilerden. Ve ertesi sabah Umum Müdür Nazif Bey "Haberin var mı? Sana söyleyeyim. Biz seni I.ondra'ya gönderiyoruz.. Atatürk öyle emretli. Gider misin?" diye sordu. "O emreder de ben gitmez miyim efendim?" dedim. Böylece Londra'ya gönderildim. Ve en çok iftihar ettiğim şey: Orada daha kadın spiker yoktu. Bırakınız kadın spikeri, hele haber okuyanı hiç yok. tngilizler, hayretler içinde kalmışlardı. Nasıl oluyordu bu? Haber okuyan bir kadın, dil bilen bir kadın, hem de bir Türk kadını. lngiliz gazetelerinde hakkımda yazılar cıkmaya başladı. Bunun üzerine, bana tbrahim Şükrü bey "kızım" dedi, "Sen devlet memurusun. Röporlaj yapamazsın, başın derde girer." Ben tabii bunu bilmiyordum. O zaman Londra sefirimiz olan Fethi Okyar'a başvurdum. "Bana gazeteci falan yollamayın efendim, yasakmış" dedim. Fethi bey dinledi, "sen karışma" dedi. tki gün sonra Atatürk'ten emir geliyor: "İstediği gibi konuşabiür." Faruk Yener Efendim, 1942 yılı radyoculuğunu sayın Emel hanımdan zevkle dinledik. O kuşaktan çok kişi kaldığını sanmıyorum. Bunların içinde ben de varım. Lise diplomasını alır almaz, radyo ve müzik aşkı uğruna, Ankara'ya gidip sınava girip kazanarak, altı ay süreyle, 1942 yılı ekim ayından, 1943 yılı mart ayına kadar orada görev yaptım. Ortamı gayet iyi hatırlıyorum. Biz spiker kursuna girdiğimiz zaman, Allah rahmet eylesin, Nurettin Sevin hoca diksiyon, Necil KAzım Akses müzik hocamızdı. Fuat Miinir Bener, programcılık hocamızdı. Efendiiim, spikerlik hocamız da Hikmet Mıınir Ebcioğlu'ydu. 1942 yılında tkinci Dünya Savaşı'nın ikinci yıllarında, tstanbul'da Galatasaray Postanesi'nin üstünde bir stüdyo kuruldu. Orada Emel hanım, Selahattin Küçiik arkadaşım spikerlik yaptılar. Vedat Nedim Tör de geldi, o stüdyonun yayınlarını açtı. O stüdyonun yayını iki yıl sürdü. tstanbul Radyosu'nun yayınlarına başlamasıyla da son buldu. lstanbul Radyosu göreve başladığı sırada, Ankara'da Afif Obay bey radyo müdürlüğü yapıyordu. Beyefendi, bir anınızı anlatır mısınız lütfen? dınunın memleketimize ne gibi yararian var?" memleketin kültürel ve sosyal seviyesi ayna gibi karşınıza çıkardı. Bunun bir Ucreti vardı. Bu teşkilatı finanse eden Chapman adında bir özel şirketti. Bize gelen mektuplar Chapman Şirketi'ne giderdi. Buna bir çeşit istihbarat da diyebiliriz. Çok enteresandır. Bunu bizim hükümetimiz yapmazdı. Fakat, onlar yapardı. Belirli bir ücret verirlerdi, bu çalışmaya karşılık. Chapman Şirketi verirdi. Dönem de çok enteresandır. Amerikan nüfuzunun Türkiye'ye girdiği dönem. Bu arada iki soruyu doğrudan doğruya Marshall Planı'na ayırmaya mecburduk. Tahsisattan dolayı. Buna bir çeşit, reklam da diyebiliriz. Soruları "Meraklı" soruyor, ""Hazırcevap" yanıthyordu. Chapman'dan gelen sorulardan biri "Marshall yarbiçiminde, vatandaş tarafından sorulmuş gibi, olabiliyordu... Faruk Yener Teşekkürler Afif bey. lstanbul Radyosu yayınlarına başladığı zaman, kadrosu acıklı bir durumdaydı. Ben kendimi diskotek şefliğine hazırlamışken, birdenbire, program işlerinden görevli oldum. Bu da yetmiyormuş gibi, müzik yayınlarını da bana verdiler. Bu benim için, büyük bir trajediydi. Radyonun yayın spikerleri, o günlerde sınava girmişlerdi. Ben de onları pencereden izlemiştim. Bunlardan bir tanesi sayın Selahattin Küçük, biri sayın Tarık Gürcan ve değerli hanım spiker arkadaşımız Mekşufe F.keman'dı.. Mekşufe, maalesef ararmzda bulunmuyor. Fakat Selahattin Küçük burada. Kendisinden o günler hakkında, yayının ilk gunleri hakkında birkaç şey anlatmasını rica edeceğim. Selahattin Küçük 19 Kasım 1949 tstanbul Radyosu'nun açılış günü. Büyük bir faaliyet vardı. Tarık kardeşimizlc biz ikimiz o gece hazırdık. Fakat nedense Mekşufe hanım yoktu. Hikmet Münir Ebcioğlu Ankara'dan gelmişti ve bir orkestra şefı gibi karşımıza geçip, eliyle bizi idare etmeye başladı. Ben ilk anonsu yaptım. tstanbul Radyosu'nun açılış anonsunu. Acaip bir anonstu: "Burası İstanbul radyosu, 428 metre 701 kUosikl DAW, Sayın dinİeyiciler, bu akşamki yayınımıza başlıyoruz." İlk gece, güzel geçti. Fakat ondan sonraki gecelerde çok olaylar oldu. Asıl anlatmak istediğim, ben 1949 senesinden 1982'ye kadar radyonun içinde bilfiil çalıştım. Onun için, aşamaları üstümden mevsimlerin geçtiği gibi geçti. Acısıyla, tatlısıyla. 1964'e kadar spiker olarak devam ettim. 1964'te TRT olarak yeniden çağınldık. Tiyatro Şubesi Şef Prodüktörü olarak atandım. O zaman Tunç Yalman Tiyatro Şubesi Müdürü idi. Çok az bir zaman o görevde kaldı. Daha sonra ayrıldı, Amerika'ya gitti. Onun yerine Tiyatro Şubesi Müdürü olarak ben geçtim. Emekli olduğum güne kadar, radyoculuğun çok çeşitli aşamalarını gördüm. Faruk Yener lstanbul Radyosu döneminin Türkiye radyoculuğu bakımından çok önemli bir yeri var. O dönemde deneysel ni telikte de olsa, çok ileri anlayışta programlar üretildi. Tarık Gürcan, bu radyonun ilk günlerinden itibaren, hep beraber çalıştığımız arkadaşlarımızdan biri. Şimdi ondan değerli anılarını ve düşüncelerini rica edeceğim. Tank Gürcan 49'da lstanbul Radyosu'nun kapılarını birlikte açtık. Faruk kardeşimin de söylediği gibi, bütün kadro yirmi küsur kişiydi. Ama hepimiz birbirimize el uzatıyorduk. Benim işim bittiği zaman, gider diskotekte plaklann kartoteksini yapardım. "Bir Hikayemiz Var" adı altında yaptığım drama programına Faruk, fon müziklerini yapmıştır. Orhan'ın, Eşref Şefik'in hastalandığı gün güreş anlattığını bilirim. Pazar cumartesi falan demezdik. Komik paralar alırdık. Saati unutmuştuk. Nerede bir boşluk varsa, oraya koşardık. Son derece anlaşmış bir ekip. Kimse kendimi göstereyim de sivrileyim derdinde değildi. tstanbul Radyosu'nun bir şansı da sanatçı açısından lstanbul'un çok bereketli oluşudur diyebiliriz. O zamanlar, kapılar açıktı. Yabancı sanatçı daçok akardı Istanbul'a. Biz tstanbul Radyosu olarak, bunların hepsinden yararlandık. "On Beş Günde Bir", "Sanatkârlar Geçidi" gibi özel programlar, müthiş bir arşivdir. Benim açımdan, en önemli aşama, studyolarımızın halka açılmasıydı. Başlangıçta, "Susunuzbekleyiniz" yazılarını gören halkı yumuşatmak çok güçtü. Bunun yanı sıra, tstanbul Radyosu'nun ikinci büyük hizmeti, dış yayınlardır. "Eglence yerlerinden naklen" yayın, mesela. Bir naklen yayın arabamız vardı, gider oralardan yayın yapardık. Tiyatrolardan naklen yayınlar yaptık. Faruk Yener Efendim, arkadaşlarımın da belirtikleri gibi biz halkı stüdyoya aldık. Ve o arada çok anlı şanlı programlar yaptık. Tabii şimdi televizyon bizi, görüntü de girdiği için aştı. Ama içeriği bakımından aştı mı? Çok şüpheliyim. Bu programlarda sunuculuk yapan arkadaşlarımızdan biri de Mücap Ofluoğlu'ydu. MÜcap OftoOjlU Efendim, lzmir Şehir Tiyatrosu'ndan gelmiştim. Faruk'a "Izmir'de fazla kalamadım" dedim. "Inşallah, yine lstanbul Şehir Tiyatrosu'na dönerim." Çünkü lzmir'e de lstanbul'dan gitmiştim. Faruk beni Ekrem Reşit beye takdim etti. Ekrem bey "Seni bir dinleyeyim" dedi. Kumanda odasına geçti. Ben de mikrofon başına geçtim. O sırada, orada Nevin Akkaya vardı. Ekrem bey bana, "Bir şey söyle çocuğum" dedi. "Ne söyleyeyim?" Aklımda kalmış. Ben de Hamlet'in mezar başındaki kafatasıyla konuşmasını, ezbere okudum. Ekrem bey "Bravooo!" diye bağırmaya başladı. Nevin de "Yahu, ne zaman çalıştın Hamlel'e?" diye hayretler içinde soruyor. Biz Hamlet'e Faruk'la birlikte, Yoğurtçu'daki Kuşdili çayırında çalışmıştık. tş'te böylece o tiyatro ekibinin içine girdik. O sırada, Tarık var, Orhan var.. Nevin var, MUmtaz var, Zihni var. Bütün Şehir Tiyatrosu sanatçıları. Talat var, rahmetli. 1952 yılında Faruk bana, "Yılbaşı programını sunacaksın" dedi. Orhan Boran, ben ve Uğur Başaran. 1952 yılbaşını sunduk. Fanık Yener Teşekkür ederiz Mücap.. Efendim hatıralar dizisinin halkalarını boyuna birbirine ekliyoruz. 1940 yılı aralık ayının son gününde, Bakanlar Kurulu'ndan bir kararname çıktı. Ve radyolarımız bu kararname ile ilan ve reklam alma yetkisine sahip oldu. Belirli tarifelerle. Bu reklam faaliyeti içinde, birçok program yapıldı. Fakat dizi olarak en çok tutan program, kuşkusuz "Ugurlugiller Ailesi" oldu.. Uğurlugil Ailesi, rahmetli dostum Selçuk Kaskan'ın kaleminden çıkıyordu. Selçuk Kaskan, daha önce yazarlık tecrubesi olmakla birlikte, galiba bunu bizim on beş günde bir programımıza yazdığı sevimli skeçlerine borçludur. Hatırlayacaksınız, bu dizide Kenler ailesi ve ŞUkran Güngör arkadaşımız başrollerde konuştular ve büyük ilgi topladılar. Şimdi aramızda ŞUkran Güngör var.. Sevgili Şükran, herhalde, bize bu konuda bir şeyler anlatacaktır. Şükran Büngör Efendim, sevgili Faruk Yener'in dediği gibi, Selçuk Kaskan tam bir lstanbul efendisı, nevi şahsına münhasır biradamdı. Onun aile içindeki Orhan Boran, "Yukl"yl yeratmeya Londra'da iken karar vermiş (Fotoğral: UĞUR GÜNVÜZ) Orhan Boran'ın Vuki'si nasıl doğmuştu? Ben, istanbul Radyosu na Ekrem ' Reşlt beyın tavsıyesı ve tavassuluyU girdım Unvanım, Temsll Yayınları Müdürü idi. Ama bu bir unvandan ıbarettı Bordrolara ımza atmaktan öte, bir rejısörluk yetkım falan yoktu Bu ışın başında, rahmetli Ekrem Reşıt bey vardı Oyunları o seçıyordu, mıkrofona o koyuyordu. Büyük bir kısmının tercümelerini o yapıyordu. Kendı yazdığı oyunlar da vardı. Klasiklerden modernlere kadar her tur oyunla buyuk bir faaliyet ıçındeydık Haftanın beş günu mutlaka provalar yapılıyor, pıyesler çekilıyordu Ben orada Reşıt beyın asıstanıydım "Yuki"nin doğuşunu sormuştunuz, Vısaca anlatayım BBC'de dış röportajları yaparken banda uzun kaydedilıyor, sonra her yerde olduğu gıbı montajı yapılıyor Orada, ingılız hanım teknısyenler monta) ışlerıyle görevli Bir yere gelıp de "Şuraya kadar atlayacağız" dedığım zaman hızlı geçıyorlar. Hızlı geçerken, tabıı, ses distorde oluyor "cıv cıv" diye geçıyor Gözüm takılıyordu, gülüyorlardı Benim gıbı kırk kişıye montaj yapıyorlardı. Demek, sesin böyle hızlanması gulünecek bir şey oluyordu O sırada aklıma geldi "Yahu buna gülünüyoru, lyl anlaşılacak tarzda laflarla, ustellk tuhat lailarla Incellrse daha çok güldürücü olmaz mı?" O, benim kafamın bir kenarında böyle kalmış istanbul'a döndüm istanbul'da. "Leyleğln ömrü" programı yine devam ediyor Kulakları çınlasın, yine Sablt K«ı*manl ıle devam edıyoruz Sonra, Kanl Acım'la devam ettık Dedim kr "fahu, benlm orada aklıma böyle bir ş«y galdlydi. Bir tip yaratsam ben. Böyle her dill bir duymada o dili tamamen konuşan bir acalp hayvan. Brezllya ormanlanndan kaçmış, adı Yukı olsun..." Deneyelım dedık, nasıl yapacağız? O zaman daha bant yok "33'le çeker, 45le çalarız" dedim Oenedık, hızlanıyor, ama yine anlaşılmıyor Zavallı Sabıt, parmağıyla fren yaparak çekıp, düzgun çaiarken hızlandırarak çalıp çok ılkel bir bıçımde sorunu çözdü ve "Yukı" ses vermeye başladı pazar sabahlan O bir saatlık programın içinde, sankı yaramaz bir hayvan lafa karışıyormuş gibi Tarıfımıze göre tavşan kulaklı, sıncap kuyruklu. kazma dışli, ukala, çok geveze, kendını beğenmış, her şeye karışan bir tıp Aman efendim, bir mektup yağmaya başladı. Yani, mübalağa etmıyorum, arkadaşlar bılir Çuvalla Bu arada teypler çıktı meydana Teypler çıkarken, Sabıt ıle Kanı Acım da, ne sebeple olduğunu bilmıyorum, nobet değıştırıyorlardı. Teyplerde yine sorun çıktı. Bir vitesten bir vıtese alırken olmuyor. Yine 'Ç" çatlıyor, "P" çatlıyor. Ona, yanılma ve doneme usuluyle, tornacıdan bir makara çektirdık O makara, okuyan bandın bir tarafına takılınca hızlandırıyordu Onu bulduk biz. Yuki'nin ömrü 15 yıldan fazla surdü. inanılmaz bir ilgı gördü. .1 Afif Obay Efendim, 194950 yılları arasında, Demokrat Parti iktidara gelene kadar, radyo müdürlüğü yaptım. Daha sonra, radyo dairesi şube müdürlüğüne döndüm. O zaman radyo, Basın Yayın Genel MüdurlUğU'ne bağlıydı. Genel mudürümüz de rahmetli Ahmet Şükrii Esmer. Sonra Halim Alyot genel müdür oldu. Onun genel mudürlüğünde yaşanan en ilginç olay, "Hazırcevap" programıydı. Bu program, McCarthy döneminde, Marshall Planı çerçevesinde, bir çeşit radyo idaresinden bağımsız diyebileceğimiz biçimde, Marshall Planı'nın halklar arasında tanınması için yapılmış bir programdı. Çeşitli ülkelerde benzerleri vardı. Asıl Ingilizce adı "Answers man Cevapçı adam" idi. Bir kurul oluşturmuştuk. Oturulur, gelen mektuplara cevap vermek üzere, çalışmalar yapılırdı. Haftada iki yayın yapardık. Enteresan, bütün halkı ilgilendiren sorular olduğu zaman, bunları radyodan cevap Istanbul Radyosu'nun "naklen yayın" kamyoneti lardık. Alelade sorular geldiğinde de, yazıy ve 194O'lı yıllarda, spikerlerin stüdyo dışında kulla, yani mektupla cevaplardık. Tabii, buradan landıkları "dudak mikrofonu".