Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cem Hamuloğlu Tarık Ersoy ülümseyisi belki fotoğraflanabilirdi; ama ağız dolusu kahkahasını attığı keyifli anını yakalayabilecek fotoğraf makinesi, henüz icad edilmemişii. Kuşkusuz, kahkahası kadar normal birisiydi, zaten elinin bantlı olması da parmağını kcsebilecek kadar normal olduğunun işaretiydi. Oazetelerdeki fotoğraflarının iddia ettiği gibi, kahveyi hiç de seksi pişirmiyordu. Üstelik her gerçek entelektüel gibi, James Bond, Indiana Jones filmlerine bayılıyordu. Peki Yaprak özdemiroğlu'nun bu hali neden şaşırtıcıydı? Yoksa tıpkı yakalandıktan sonra alelacele "Akrep Nalan" diye televizyona çıkarılan, ancak yargıç huzuruna çıktığj an serbest bırakılan kişi ile ortak bir yanı olduğu için mi şaşırtıcıydı? Yoksa "başkalarının verdiği" bilgilerle Nalan'ın akrepliğine nasıi inandıysak, yine "başkalarının verdiği bilgilerle" Yaprak'ın çıplaklığının uyandırdığı mitoslara mı inanmıştık? Emniyette gazetecilerin karşısına çıkarılan sanıkların nasıl "bombacılar" diye fotoğrafları yayımlandıktan sonra, "normal insanlar" oldukları anlaşılıyorsa, belki de "çıplak" Yaprak'ın başıııa aynı şeyler geliyordu. Hem Türkiye, bölünmez bir bütün değil miydi? O halde demek ki, "soyunanlar" ile onları "soyanlar" arasında, dış dünyanın vâkıf olmadığı iç ilişki ağı, bizim "soyunanlar" hakkındaki temel görüşlerimizi oluşturuyordu. Peki bu iç dünya nasıl işüyordu? "Soyan", "soyunan" ile nasıl röportaj yapıyordu; hangi jargonu kullanıyordu? Çektiği fotoğrafa göre mi yazı yaayordu, yoksa yazdığı yazıya göre mi fotoğraf çekiyordu? özetle,bizim sadece gazetelerde fotoğrafını ve altına yazılanları okuyarak hakkında karar verdiğimiz aşamaya gelene kadar "soyunan" ile "soyan" arasında neler yaşanıyordu? özdemiroğlu, Murathan Mungan'ın "Cenk Hikâyeleri"nin ters kapatıldığı sehpaya ayaklarını uzatarak anlatmaya başladı: "örneğin, biliyor musunuz ki ben hayatımda hiç çıplak poz vermedim..." Gitti gazetelerde yayımlanan fotoğraflarını getirdi. Haklıydı; fotoğrafları hep üzerinde mayo, tül veya bir kumaş parçası varken çekilmişti, hiçbir zaman plajlarda rastlanan ınsanlardan daha çıplak değildi. Peki neden, zihinlerdeki "Yaprak çırılçıplaktı"?.. "Ben giyinik olsam dahi, beni çıplak düşünuyorlar da o yuzden." Nitekim, özdemiroğlu'nun mutfakta geçen zamanını anlatan bir yazıda, tencere, tava için bile öyle seksi sözcükler seçilmişti ki, yazıyı okuyanın zihninde özdemiroğlu'nun gece gundüz seksi yemekler pişirdiği izlenimi uyanıyordu. Belki de yazıyı yazan Yaprak özdemiroğlu'nu değil, hayalinde yaşattığı Yaprak'ı anlatıyordu. Okurlar da böylece Özdemiroğlu'nun mutfak dünyasını değil, o yazıyı yazanın gizli düşlerini, fantezilerini öğrenmek olanağı buluyordu. Çünkü o yazıda özdemiroğlu değil, yazanın kafasında yarattığı "Yaprak" vardı. özdemiroğlu, bu durumu şöyle tahlil ediyordu: "Benimle konuşmaya kafalannda kutularta geliyorlar. O yuzden de beni (anımaya çalışacaklarına, o hazır kululardan hirisine olurtuyoriar. Bunu yapıyorlar; çunku birincisi, lanımaya çalışmak, kafayı yorucu bir iş. Zor. Ikincisi de onların mensup olmadığı sosyal çevreye, yani aile olarak farklı bir yere mensubum. Bunu tahlil elmekle guçluk çektiklerinden, beni tahlil edebilecekleri çerçeveye indiriyorlar. Onıegin benim doğdugum sosyal çevrede, kadınerkek ilisküeri, yaşamlannı bizi yazarak kazanan gazetecilerin dogduğu çevredeki kadınerkek iliskilerinden çok esnektir. Onlar bunu yaşamadıklanndan kadınerkek iliskilerinin her yerde sadece kendi dogdukla rı çevredeki gibi cereyan eltiğini zannediyor' lar." Demek ki, ortada, insanın kendisi hakkın1 daki gelişmeleri kontrol edemediği bir durum vardı. Özdemiroğlu'nun kendi çıplaklığına, "Yaprak'ın çıplaklığına" önem verenler kadar önem vermemesi bunu doğruluyordu: "Neden kimse gidip Meryl Streep'e, 'Niye soyunuyorsunuz' diye sormuyor? Neden kimse ona, bâkire misiniz, diye sormuyor. Bakın ben size soyleyeyim kardeşim; bu sorulanyla bizi aşagı çekiyorlar. Soyunmak, soymak gibi işler, bu soruyu soranın hayatının ta kendisi, oysa soyunmak bir sanatçının hayatının sadece kuçıik bir detayıdır. O yuzden benim 'çıplaklık diye bir sorunum olmadığı gıbı, nıye soyunuyorsunuz?' sorusuna verilecek yanıtım da yok. Gazetelerin benim çıplaklıgımı sorun yaptıkları kadar, ben kendi çıplaklıgımı sorun yapmıyorum, beni ilgilendirmiyor. Film neyi icap ettiriyorsa, o yapılır. Sabahları uyandıgımda da, bugun soyunacağıın veya giyinik dolasacagım gibi şeyler duşiinmuyorum. Bunu duşunenler sizlersiniz. Siz folograflanmı ve altında yazanlan, ben zannediyorsunuz. Ben değilim ki! Başkalarının benim 16