03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Çağdaş dansın harika çocuğu Bu küçük Amerikalı kızı sahnede ilk kez seyredenler, onun dünyayı sarsan bir şeyler yapacağını hemen anlıyorlardı. Bülent Şentay unan tanncalarmınkinden farksıı bir burun. Kuçuk, oyuk ve alabildiğine sevimli bir çene. Ruhunda, trlandalılann hulyaları ile dolup taşan sıcacık bir yurek. Ve hiçbir dans sanatçısına öykunmeyen, kimsenin etkisinde kalmayan, adeta uçarcasına harekel eden zarif bir balerin!" Tiyatro kuramcısı Gordon Graig, bir zamanlar büyük bir aşk yaşadığı ve kendisinden bir kız çocuk sahıbi olduğu usta dansçı Isadora Duncan'ı böyle tanımlar. Klasik baleye karşı çıkan ve bale sanatını 'romantik akımın dar kalıplarından kurtararak özgür dansın öncüsU olan Amerikalı sanatçı Isadora Duncan, 1878 yılı mayıs ayında San Francisco'da doğdu. Annesi ile babası, o daha çok küçük yaşlardayken ayrıldıklarından mutsuz bir çocukluk geçirdi. Duncan'ı, öteki üç kardeşiyle birlikte annesi büyüttü. Anne Duncan, mütevazı bir müzik öğretmeniydi. önceleri koyu bir Katolik iken, yavaş yavaş dinsel inançlardan uzaklaşmış ve kendisine ihanet eden kocasıyla ilişkisini kesmişti. Küçük çocuklara piyano dersleri veriyor, geçinebilmeleri için gereken parayı bu yolla sağlıyordu. Küçük Isadora, kızkardeşi Elizabelh'le birlikte ve annesinin piyanosu eşliğınde evlerde dans etmeye başladı. Dansın büyüsüne iyice kapılmıştı ve bu alanda bir an önce ustalaşmak istiyordu. Kendisini geliştirmek amacıyla önce Chicago'ya, ardından New York'a gitti. Vakit buldukça, vücudun doğal hareketlerini gözden geçiriyor, onları çeşitlendirmek için uğraşıyordu. Dansı yapaylıktan arındırmak düşüncesi, çahşınalannda temel hedefti. Duncan, sahneye ilk kez 1896 yılında, New York'taki Augustin Daly'nin tiyatrosunda çıktı. Burada bir pandomim gösterisine katıldı; çok kısa bir bölümde de dans etti. Aldığı tepkiler olumluydu. Bir yıl sonra Amerika'dan ayrılarak Avrupa'ya gitmeye ve Ingiltere'ye yerleşmeye karar verdi. Ailesiyle birlikte, son derece kötü koşullarda yaptıkları bir deniz yolculuğundan sonra Londra'ya ulaştı. 20. yüzyılın şafağında Isadora Duncan insan bedenini keşfetti Yıl 1909 Dansı, "Yeryuzünun hareketlerıyle uyum halındeki insan bedeninin hareketi" olarak tanımlayan Isadora Ouncan oflrencılerıyle birlikte Birkaç yı! sonra, sahnede çırıl çıplak dans edecek olan Duncan, ünü ve zengınlığı sayesınde yargıç önüne çıkrnaktan kurtulacaktı Duncan, artık dans sanatının yıldız isimlerinden biri olmuştu. Ülkeden ülkeye, kentten kente koşuyordu. Ayrılışının sekizinci yılında yeniden ülkesi Amerika'ya döndü Duncan. En büyük müzikhollerde sahneye çıktı. Her defasında kendini yenilemeyi bildi. Çevreden gelen tepkılere aldırmayarak, öyle olması gerektiğine mandığı için, çırılçıplak dans etmekten çekinmedi. Bu davramşı yoğun protestolara yol açtı. Muhafazakâr Amerikalılar, sanatçıyı ahlaksızlıkla suçladılar. Gençlere kötü örnek olduğunu öne sürerek bir an önce cezalandırılmasını istediler. Duncan'ı, yargıç önune çıkmaktan Unü ve zenginliği kurtardı. Isadora Duncan 1913 yılında dayanılmaz bir acı yaşadı. Deidre ve Patrick adlı çocukları, şoförün el frenini çekmeyi unutması yuzünden içinde bulundukları otomobille birlikte Seine Nehri'ne yuvarlandı. Deidre'yi, Gordon Graig'den; Patrick'i ise Singer adlı bir milyarderden dünyaya getirmiştı. Bu uğursuz kaza sonucu bir anda iki çocuğunu birden yitirmesi, genç sanatçıyı derinden sarstı. Isadora Duncan, Avrupa'nın bütün ülkelerinde olağanüstü ilgı toplayan gösteriler sunduktan sonra, 1920 yılında Sovyetler Birliği'ne gitti. Devrimin ardından tekrar başkent olan Moskova'ya yerleşti. Orada açtığı bale okulunda uyguladığı eğitim, Rusya'da geleneksel baleyi savunanlarla yenilikçiler arasında dinmek bilmeyen tartışmalar doğurdu. Bu tartışmalarda yenilikçileri destekleyen Duncan, 1922 vılında, babasının annesine çok kötü davranması ve onu aldatması yüzünden, neredeyse çocuk vaşlardan beri içinde büyüttüğü evlilik düşmanlığından vazgeçerek Rus ozan Sergey Yesenin ile evlendi. Yesenin, kendisinden on yedi yaş küçüktü. Karı koca, aynı yıl Amerika'ya gittiler. Duncan, Boston Symphony Hall'daki bir gösterisi sırasında, bir Rus vatandaşıyla evli olduğu için seyirciler tarafından protesto edildi. Buna çok kızan sanatçı, bir daha geri dönmemek üzere ülkesini terk etti. Fransa'ya gitti, Paris'e yerleşti. Yaşamının geri kalan bölümünü orada geçirecekti. Isadora Duncan, Yesenin'den ayrıldıktan sonra kendisini yeniden bütünüyle dansa verdi. Artık sanatının doruğundaydı. Dansta ruhtan yükselen basit, yalın fakat o oranda da ustalıklı bir hareket sistemi yaratmıştı. Onun en belirgin özelliklerinden biri, dansındaki içtenlik ve soyluluktu. Cömertliği ise, önceleri eleştirilere yol açmasına karşın, sonunda Duncan'ın en özgün niteliği olarak kabul edildi ve benimsendi. O günlerde, kendisiyle yapılan bir röportajda dansa ilişkin görüşlerini şöyle özetledi: "Dans ederken kendi vaşamımı anlatıyorum. Bunu yaparken de çiçeklerin sallanışını, arıların uçuşunu, guvercinlerin insanı biıyuleyen güzelliklerini ornek alıyorum!" tuyla birlikte Fransa'da Nice kenti sahilinde bir araba gezintisine çıkmıştı. Italyan asıllı dostunun "Bugatti" marka, üstü açık otomobilinin önünde oturuyordu. Hava oldukça rüzgârlıydı. Duncan'ın boynunda, o günlerin modasına uygun olarak, uzun şifon bir eşarp vardı. Eşarp rüzgârın etkisiyle tıpkı bayrak gibi dalgalanıyordu. Bugatti ortalamanın üstünde bir hızla ilerlerken umulmadık bir şey oldu. Isadora Duncan'ın eşarbı, otomobilin arka tekerleğine takılarak hızla gerildi. Sanatçı oturduğu koltukta boynunun sıkıldığını hissetti. Boğazından önce bir hırıltı çıktı, ardından başı hızla arkaya düştü. Her şey göz açıp kapayıncaya kadar olup bitmiş, ünlü dansçı boğazına dolanan gergin eşarbın sıkmasıyla boğularak ölmü^tü. Oysa Duncan son günlerinde büyük bir projenin çahşmaları içindeydi. Beethoven'in "Dokuzuncu Senfoni"sini, yüz kadar dansörle birlikte sahnelemeye hazırlanıyordu. Kendisine eşlik edecek dansörleri seçmiş, provaların prögramını bile belirlemişti. Bir yandan da "Bolşevik Rusya'da İki Yılım" adlı bir kitap yazıyordu. MUziğin bağımsız yorumuna dayanan özgün stiliyle çağdaş dansın temelini atan Duncan'ın sanatı büyük ölçüde doğmacaya yaslanmıştı. Bu nedenle bale sanatı üzerindeki kalıcı etkisi, ancak kendi kurduğu bale okulu yoluyla ve onun dans ilkelerini bir sisteme oturtabilen koregraflar eliyle gerçekleşti. Bu koregrafların en ünlüleri, "Ballet Russes"in yaratıcıları olan Sergey Pavloviç Diaghilev (18721929) ve Michel Fokine (18801942)'dı. Çıplak ayakla dans Dans etme tutkusu giderek artan Duncan, Londra'da yoğun bir temponun içine girdi. Evlerde ve sanat galerileriride dans gösterileri yaparken, bir yandan da Brilish Museum'a kapanarak Yunan sanatını incelemeye koyuldu. Kafasında yepyeni tasarılar vardı ve dans sanatını içine yuvarlandığı tekdüzelikten mutlaka kurtaracaktı. Duncan, Londra'ya bir türlü ısınamayınca Paris'e geçti. Bu kez de Louvre Miizesi'nde araştırmalara gömüldü. öte yandan, bir dansçı olarak. her geçen gün biraz daha ünleniyordu. Paris'in tanınmış salonlarında dans ediyor, doğallığı ve dans sanatına getirdiği özgürlükle ilgileri üzerinde topluyordu. Gösterilerinde akademik bale geleneklerinin tümüyle dışına çıkıyordu. Gereksiz eğilip bükülmelerden özenle kaçınıyordu. Alışılmış bale giysilerini de bir kenara bırakmıştı. Sivri burunlu dans ayakkabısı, triko, tütü yerine Yunan vazo resimlerinden ve heykellerinden örnek aldığı bol tünikler giyiyor, bazen de bir harmaniye sarınıp çıplak ayakla dans ediyordu. IVajik bir ölüm... Isadora Duncan'ın ölümü de, en az, sevdiklerinin ölümleri kadar trajik oldu. Yüzyılımızın yıldız dansçısı, 1927 yılında, henüz kırk dokuz yaşındayken tanıştı ölümle. O yıl eylül ayının sonlarına doğru, bir dos 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle