Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAİT FAİK'İN "ÜÇÜNCÜ MEVKİ"Sİ Şait Faik Abasıyamk, "Semaver" (1936) adlı kitabındaki öykülerinden birinde, 1930'ların tren yolculuklarını dile getirir. Aşağıda, "Üçüncü Mevki" adlı öykünün bir bölümünü sunuyoruz. Vagonun icindeki altı kişiden bir tanesi, dayanamadı ve yanındakine, Gideceğim yol uzak dedi. Yanındaki, gözkapakları yarı açık, uykulu kara gözlü bir adamdı. Sapanca Gölü bu adamın gözlerinin içinde pürüzsüz, dalgasız, bir damla ışık ve cam gibi parıldadı. Sordu: Neresi? Kayserl'ye gıdiyorum. ilk defa. Ömrümde ilk uzun yolculuğum. Yanıma bir gazete bile alamamışım. Yolculuk, bilhassa tren yolculuğu sıkıcı, yorucu, üzücü şeyl.. Oyledir. Öyledir dıyen, Sapanca Gölü'nün elma bahçelerine gözlerini kapadı. Ve ağır ağır göl, elma ve çıplak çocuklar düşünerek uyudu. Yanına bir gazete bile almamış adam, sıkılıyor, üzülüyor, uyumak istiyor, uyuyamıyor. Kayserı çok acayip bir kâinat Seddıçin kenarında bir tuhaf şehir gibi muhayyelesını gıcıklıyor: Hanlar, kervansaraylar, dar sokaklarda çamaşır yıkayıp çocuklarını döven yağlı kadınlar, ellerinde uzun bırer pastırma, öğle yemeğı yıyen memurlar ve uzayan bir gün. Kayseri'ye giden, kısa boylu, sevimli yüzlü, sarı gözlü, cüssesinden hiç umulmayan kalın, kocaman, tuylü ellere malik bir adamdı. Karşısındaki şişman adam gazetesini bir tarafa bıraktıktan sonra, Kayseri'ye giden adama baktı, gülümsedi: Oemek ki Kayseri'ye? dedi. Kayseri'ye giden, daire müdürü hatırını sormuş ihtiyar ve mahcup bir memur gibi sevindi. Yanağı sıkılmış ve yanağı sıkılma zamanı geçmiş bir küçük kız gibi kızardı. Evet, Kayseri'ye efendim. Zatıâlinız de mı? Güzel mıdir efendim, Kayseri, nasıldır? Kayseri'ye demek hiç teşrıf buyrulmadı? ilk uzun seyahatlm, efendim. Sözün temsili, Kasırnpasa'da doğdum, Beyoğlu'nu bilmem efendim. Ya, vah vah! Gazetesinin ılan sayfalarını okumaya dalan şişman adama, Kayseri'ye giden Kasımpaşalı hayretle baktı. Niçin, vah vah diyordu? Acaba Kayseri'ye gidiyor diye mı üzülüyor? Yoksa, Beyoğlu'na çıkmadığı ıçin ml hüzünleniyordu? Şişman adam kafasındaki düşüncelere de "vah vah" diyebılir diye düşündü. Ferahladı. Geyve boğazının kayalıkları dıbinde birer eşkıya, bazen birer kahraman, hayaletler, insanlar, silahlar ve bombalar, bir çete gizlidir. Bu kayalarda vahşi keçilere, yaban kedilerine tesadüf etmezsek hayret etmelidir. Tren durmuş; Geyve istasyonu toz, bulut ve akşam pembellği içinde bir sarı Çln şehri gibi kaynaşıyor; Yalmayak çocuklar, saçları perlşan arabacılar ve bir kasket yağmuru istasyonu dolduruyordu. Bu kasketlorın altında insanlar; buğdaylarını, tahta traversleri, üzüm, ekmek ve bir vagon penceresinden kendilerine bakan bir hayalı düşunüyorlar. Zaman, akşamın toz pembesine karışmış ıptidaı bir zaman, bu insanları da Kayserılere götüren haın ve dehşetlı homurtuya; yani şimendöferin yağlı manivelası ve yarısı kızıl tekerleklı makinesıne bakıyordu... • Izmlr'in Basmahane Gan, Ege'nin hemen her Yakmmdan demir yolu geçen koyler, trenin kıymetini büir... yöresinden insanlara kucak açar, Kasvetli, loş ışıklı, insanların trenden indikten sonra acele adımlarla uzaklaşıp noktaya dönilştükleri garda, yaşh "gazi" kimbilir nasıl bir özlemle orada oturuyordu? Geçmişte nice ayrılıklara, kavuşmalara, sevinçlere, mutsuzluklara tanık olan garlar, eski kuşakların anılarını saklıyordu. Genç kuşaklar ise otobUs terminallerini yeğliyorlardı. Sabahın ilk saatlerinden akşamüstüne dek sürcn yoğun trafik, üniversiteli gençlerin salkım saçak doldurduklan Buca tren istasyonunda görülebiliyordu ancak. Tarihsel özelliğini olduğu gibi koruyan Buca tren istasyonunda, genç bir kız öğrenci, istasyonun resmini çiziyordu. öğrencilerin ders saatlerinin bitiminde hüzUnlü bir sessizliğe bürünüyordu Buca tren istasyonu. Ulaşımın kısa sürelerde ve hızla sağlandığı Batı ülkelerinde metro ve trenler, gündelik yaşamın can damarlan. Orada yaşam, sokak çalgıcısıyla, ressamıyla, satıcılarıyla, boy boy ilanlanyla, restoranlan, kafeleriyle alabildiğine renkli sürüp gidiyor. Uyku tulumuyla boyluboyunca uzanıp uyuyanlar, ilginç gösteriler sergileyenler, müzik yaparak para kazanmaya çalışanların yanı sıra çeşitli gereksinimleri karşılayacak nitelikte sayısız dukkânlarla, anonslar ve tren sesleri arasında gürültüsüyle, devinimiyle canlı bir yaşam akıp gidiyor. Bizde ise, yuzyılhk görünümlerini koruyan, yeniliklerden yoksun garlar, insansızlığa mahkum gibi... D 1987 TAKVİM EKİ: ABİDİN DİNO GÖKYÜZÜ İÇİN NAZIM HİKMET'İ ÇİZDİ SAYI 13 OCAK 1987 500 TL (KDV ıçtod») YUNANİSTAN: POÜTEKNİKİN 13. YILI