22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nazım, Piraye ve Münevver arasında bocalıyordu küanatçtnın yaşamıyla yapıtı arasında dolaysız bir ilişki otduğu, sanat tarihçileri ve sanat kuramcılarmm genel kabulüdür. özellikte deha düzeyine yükselmiş . sanatçıtar için yaşam deneyimlerinin enginliği ve sanatının sonsuz gücti arasmdaki bağın çok açık biçimde gözlendiği de bilinen bir doğru. Nâzım Hikmet'in ABD'den Sovyetler Birligi'ne, tüm dünyada ştirinm büyüklügü konusunda genel kanı ve çekirn gücti yaratmış şiir dehalarındun biri olarakyirminci ytizyılın bu usta şairinin yaşamı ve şiiri arasmdaki ilişki kendiliğinden kurulmuştur. lnsanlarla girdiği ilişkileri. bilincinin ve duyarlığının süzgecinden yetkinlikle geçirerek bu kendiliğindenlik tizerinde yeniden yaratmıştır. Nâznn 'ın yaşamına, ülkemizde ve dünyanın birçok ülkesinde özel bir ilgi gösterilmesi, yaşamına ilişkin hiçbir anı ya da birikimin unutulup kalmaması için ciddt ve kalıcı çahşmalar yapılmast, boşuna değildir. Nâzım 'ın yaşamına ilişkin bilinmeyen noktalan açıklama yönünde yıllardır benim de çaba harcayışımm nedeni bu. Daha önce yayımladığım "NÛztm" adlı kitabımda, kızkardeşi Samiye Yaltırım'ın anılarım, elindeki kimi mektup, fotoğraf ve belgeleri değerlendirmiştim. Broy Yaymları'nda unümüzdeki günlerde yayımlanacak "Nâzım Nâzım'" kitabımda ise, yaşammın bir başka yönünü gün ışığına çıkarmaya çalıştım: Nâzım 'la yıllarca bir arada bulunmuş insanlann gözüyle Nâzım'ı dile getirmek. Bu insanlar arasında, Nâzım 'ın Sâre Teyze 'si, okul arkadaşı emekli amiral Seyfi Kipmen, yazar Naci Saduflah, Harp Okulu davasında Nâzım 'la birlikte mahkum olan şair Seyfi Baba, cezaevi doktoru Neşati Üster, cezaevi arkadaşları Balcı Nuri (Doğaç), Eyüp Gültekin, Yakup Yıldtrım, Nâzım'ın uzun yıllar Sovyetler Birliği'nde sekreterliğini yapan Rady Fish de vardı. Ve daha ulaşamadıktarım da... 1960'h yıllardan beri kendileriyle bir bir görüşerek, konuşmalarını banda aldığım bu değerli kişilerin anıları, Nâzım'ı insan olarak daha iyi tanımamtzu önemli veriler sağlıyor. Kaldı ki, Yakup Yıldırım. Eyüp Gültekin, Balcı Nuri, Nâzım'ın eserlerine de konu aldıgı, ama şimdiye kadar kendileriyle merak duyulup bir görüşme dahi yapılmamış dostlarıydı Nâzım 'ın. Aşağıda "Memleketimden İnsan Manzaralan"nda Nâzım'ın Balcı Remzi olarak anlultığı Balcı Nuri'nin anıları ve "Manzaralar"dan kendisıyle ilgili bölüm okunurken, büyiık şairlerın yaşamları ve yapıtlan arasmdaki dolaysız ilişkiye bir daha tanık olunacaktır. A YDIN A YDEMlR Memleketimden însan Manzaraları'nın Balcı Remzi'si Nazım Hikmet'i anlatıyor: •t A A H Î J Yugoslavya'nın I \Jİ I / ' /~\ £± Usküp kasaba.sııv 1 y \ J I \JL\*> da dogduın. Ben üç yaşımdaykcn babam ölmiiş. Balkan Harbi yılları... Bir anam, üç kardeş, biz Bursa'ya göç ettik. Elde avuçta bir şey yok. Sefalet içindeyiz. Anam, ağabeyimi Bıırsa Işıklar Askeri Lisesi'ne, beni darülhitama veriyor. Ben küçük olduğumdan Askeri Lise'ye almıyorlar. Kızkardeşimi de darulmuallimeye veriyorlar. Birinci Dünya Savaşı ilan edildiğinde, kardesim de Isıklar Askeri IJsesi'nden Kulelı'yc geçiyor. Fakat ortalık karışık, Anadolu'ya kaçan kaçana. Açlık, sefalet... Anam düşünuyor... "Böyle sefalet içinde yasamaktansa" diyor, "çocuklarımı alayım, gerisin geri memleketimize gideyim. Ağabeyimi ve kızkardeşinıi okuldan alıyor. Beni de almak için mudure geliyor. Babamın memleketteki nıali duruınu çok iyiymiş. Varlıklı bir ailedenmiş. Müdür beni anama vermiyor. "Nuri'nin durunıu çok iyi" dıyor, "biz onu buradan son1a baska okullara vereceğiz, alnıa burdan" diyor. Anam razı oluyor, beni bırakıyor orada, kendileri çekip gidiyor memlekete. Üsküp'ten mektup gonderiyorlar bana. Halleri vakitleri iyi. Mallarına kavuşmuşlar. Banada "illegel" diyorlar. O ara fabrika da dağılıyor. Bir pasaport çıkarıyorıım, memlekete gidiyorum. Üsküp'te iki yıl kalıyorum. Bu iki senedc mallarımı/.ı satıyoruz. Tekrar Bursa'ya gelıyoruz. Yıl 1923. Bursa'da uzaktan yakından akrabalarıını? vaı. "Ne yapmamız lazım" diye duşunuyoıuz. Bursa'da Koza Han'da ko/acılık yapmaya başlıyoru/. F:limi/deki parayla bir ev alıyoru/. Sermaye kıt olduğundan 11 ılcrlete^ miyorıi7. Ben işi sokağa ındıriyorum. Işporlaeılık yapıyorum. Eh ^oyle boyle geçınip gidıyorıi7. Biraderden ayrılıyoruz. O ayrı ıs yapıyor. Buısa'nın haftada uç gün pazarı vardır. Pazarda yağ, bal, peynir satıyorum. Bu boylc u/.ayıp gidiyor. Sözu u/atmayalım. Yıllar yılları kovalıyor. 1941 sencsinde gelıyoruz. Bu arada ben elimc geecn dergı, gazcte ne bulıırsaın okuyorunı Akbaba, Yedigun; nkumaya kar>ı meraklıyım. Akbaba'da bir yazı okudum. Orhan Seyfi'nindi galiba. Büyük Şair'i hapse atmışlaı. "Akın var akın, guneşi /ap tedeceği/, gune>ın zaptı yakın..." gibi Ben de heyecanlanıyorum. Nâ/ım'ın kitaplaıını arıyorum, ortalıkta yok. Eski kıiapçılara devam ediyorum. Ve soruyorum onlara: "Nâ/mı Hikmet'in kitapları var mı?" "Var" diyorlar, "var, amtna bir lıralık kıtabı be^ lira." "Yalıu burası eski kitap satınıyor nnı, henı dc yarı l'ıyatına?" "Öyle. amnıa" diyorlar, "Nâ/ım'ınkilcr baska. Eğer sen bulabilirsen getır bize, iki ka tına alalını!" Verıyorum 5 Iırayı, alıyorum kıtabını. Ama kirmeyegostcremiyorum. Solcuyunı demek ne kelimc, demokratım diyemezsm o yıllarda. Kendi kcndıme "Yarabbim" diyoıunı, ">u büyük Şairle biı goruşsem, elinı opsem" dıyorum. Boyle biı heyecan ıçındeyım. Pazarda alı^veriş ederken bir dc baktım, iıi Savm Hikmet, Bursa Cezflevi'nde. yerken, şimdi saray gibi geliyordu. Aradan gene aylar geçti... Cezaevi kâtibi bir Mehmet Ali Bey vardı. Topal. O benim mllşterim. Bir gün karşılaştığımı/da, kâtibe, "Üstadı görmek istiyorum" dedim, "musade eder misıniz? Isterseniz siz kendisine söyleyin. O müsade ederse geleyim ben kendisiyle görüşmeye." " O l u r " dedi Mehmet Ali Bey. Çünkü ben M. Ali'nin yiyeceklerini evine kadar taşır oimuştum. Araınız iyiydi. Beni kırmayacağı kanaatinde idinı. Nâzım'la konuşmuş Mehmet Ali. Kendisini ziyaret etmek istediğimi söylemiş. Nâzım da: "Olur, gelsin" demiv Ben o gun hemen hapishaneye gittim. Beni Mehmet Ali'nin odasına aldılar. Nazım oradaydı: "Nasılsın, iyi misin?" "lyiyim, siz nasılsınız üstat?" "Sağol." "Sen sağol..." Böyle beş on dakika konuştuk. Onun bana sorduğu sorulara, ben kısa kısa ccvap vermekle yetiniyordum. İslcrımin nasıl gittiğini, evimin nerede olduğunu, akrabalarımın bulunup bulunmadığını sordu. Ve ben müsaade dileyip kalktım. Ben hapishaneye 100 nıetre kadar u/akta. Kiremitçi Mahallesi'ndc, beş liraya kiraladığım biı evde oturuyordum. Evliydinı. M.Ali geldi bir gün. Dedi ki bana: "Sen her zaman hapishaneye gelip gidebilirsin." "Pekala" dedim. Teşekkur ettiın. yarı bir adam. Tabii resimlerinden tanıyorum onu. Yanında bir hamal. öteberi alıyor. Hemen koştum yanına: " Ü s t a t " dedim, "müsaadenizle, siz Nâzım Hikmet değil misiniz?" "Evet," dedi. "Elinizi sıkmaya müsaade eder misiniz?" dedim. "Hay hay" dedi. "Peki sen beni nerden tanıyorsun?" dedi. "Eserlerinizden tanıyorum," dedim. Bu kadar... "Haydi allahaısmarladık" dedi. "Hadi gule gülc!" Bastı gitti... Bende büyük bir sevinç! Ne demek bu? Ben Nâzım Hikmet'in elini sıktım. Yerimde duramıyorum. Kafamın içinde hep Nâzım Hikmet. Alışverişi filan unuttum. Her pazar kuruldukça gözılm onu arıyor. Butün pazar yerini kolaçan ediyorum. Yok. Aradan iki üç ay geçti. Bir baktım o. Bana doğru geliyor. Benim yağ sattığım yere. Elimi sıktı. Benden alışveriş etti. (Benim bir pasajını var. İnsan Manzaralan'nda. Aydın Bey, sunu bana buluver yahu. Taknıa adım benim, Rcmzi Bakı'dır.) He, fakal, zaten ben, me~ sela, onu bekleyip duruyorum. Ne yapacağımı şaşırdını. "Yahu" dedi bana, "sen beni nerden tanıyorsun da boyle heyecanlanıyorsun" dedi. " B e n " dedim, "size bunu sözle ifade edemenı, biı nıektupla anlatacağım" dedim. Mektupla başvurdum ona. Anlattım. öncclerı hapishane benim için korkulu bir MEMLEKETİMDEN ÎNSAN MANZARALARI'ndan Peder geldi marangozhaneye. Tombul, çocuk kafası sevinçliydi: "Muhterem bubacığım," dedi "görüşmecilerin var muhterem bubacığım, odana aldım." Canım ciğerim on dördtine basan işçi Kerim ve Balcı Remzi Efendiydi gelenler. Kerim karyolaya çıkmış, bağdaş kurmuş ve sımsıkı koltuğunda defteri. Balcı Remzi Efendi sepetini bırakmış yere, iskemlede oturuyor uslu uslu. Dizlerinde duruyor biçimli elleri. Ve kasketinin altında alabros başını sağa eğmis Orta boylu, tombul. Remzi E/endi Balkan Harbi muhacirlerindendi. tstanbul'da, Tarüleytam'da okumuş ve işçilik etmiş Sultan Reşat'ın çini fabrikasında. Şimdi burda, pazar yerinde altında beyaz. koskocaman bir şemsiyenin bal, bulama, pekmez, zeytinyağı satıyor ve biricik öğrencisidir Halkevi'nde Fransızca kurslannın. Bir gün Başsavcının izniyle çarsı hamamına girdi Halil, dönüşte pazar yerinden geçildi ve Remzi Efendi sordu arkada kalan ikinci jandarmaya; "Halil Bey, değil mi? Tanıdım görür görmez, bende fotoğrafJan var, kestim gazetelerden. Mümkün mü ziyaretine gelmek?" tzmirli tütün ışçilerinden VE Halil'in ahbabı olan jandarma süzdü tepeden tırnağa Remzi Efendi'yi: "Mümkün, "dedi,"mümkün. Zeytinyağı, pekmez filan satmak için gelirsin, ama böylesi daha iyi..." 14
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle