Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ve ilgisizliklerinden ötürü... Daha önce yazılanlar kadar, bu yazdıklarımızın da, bir yarar sağlayacağını beklemek oldukça güç! Ama olsun, belki bir gün bir değerbilir yetkiliye rastlanz umudundayız hâlâ... Hüseyin Rahmi'nin evi, hâlâ işgal görüntüsünden kurtuiabilir, gerçekten bir müze haline getirilebilir... Bu söylediğimiz gerçekleşinceye kadar da, her fırsatta konuyıı gündeme getirmekten bıkmayacaği7.. Biliyorsunuz, Saıt Faik de Huseyin Rahmi'nin ada komşusu olur. On yıl arayla ölmüşler: HUseyin Rahmi 1944'te, Sait Faik 1954'te... Aralarında bir komşuluk ilişkisi oldu mu, bilemiyoruz... Ama olduğunu da düşünmek zor. Hüseyin Rahmi gıbi beyaz eldivenli bir lstan" bul efendisiyle, Sait Faik gibi avareliği, argoyu, salaş meyhaneleri, çingene kızları dudaklarından öpmeyi seven ve daha bin tıirlü avami huyları olan birinin komşuluk ilişkisi herhalde ilginç geçerdi... Düşünmesi bile hoş! Sait Faik'in doğup buyüdüğü, acı tatlı anılar yaşadığı, o gtizelin guzeli hikâyelerini yazdığı baba evi, sonradan annesinin vasiyeti üzerine müze haline getiri'miştir... Eski ev, olanca anısıyla Burgaz'ın ulu çınarları, atkestaneleri, ıhlamurlar\ ve camlan arasında duruyor öyle. lskeleden sağa kıvrılıp biraz ilerleyince elinizle koymuş gibi bulursunu/. Bilindiği gibi buranın yönetimi Darüşşafaka Cemiyeti'nin elinde. Ziyaretçilere açık.. Içerde Sait Faik'in eşyaları. Ne de az özel eşyası olan bir insanmış demekten kendinizi alamıyorsunuz... Sait Faik gibi mülk düşkünü olmayan birinden de, başka türlüsü beklenemezdi zaten... Ama bu Unlü ve değeri tartışma götürmez yazarın hayatınm geçtiği, bu eski Tstanbul evinde, hem de varlık görmuş bir evde sanki, Sait Faik'le ilgili daha çok eşya bulunmahydı gibimize geliyor. Derler ki, Sait Faik'in annesi bütün mırasını Daruşşafaka'ya bağışlayınca, öteki mirasçılar buna üzülmuş ve evin eşyasını alabilmişler yalnızca. Olabilir... Ama keşke, bu tarihi ev müze olunca, kimi eşyalar, Sait Faik'in anısı olabilecek kımı eşyalar getırilip burada sergilense, muzenin zenginliği artırılsaydı... Öyle sanıyoruz ki, yazarın hayattaki yakınlarında hâlâ birkaç parça muzelik değerde eşya vardır... Şu da var ki, şimdiki koleksiyonuyla bile, o yaşama ve sevnıe delisi, o kirkından çocuk halli yazardan kalmış bu evde, birçok anılar, izler, sesler yakalamak mumkün... Kapıdan girince daha, balıkçı çizmeleri, av takımlarıyla karşılıyor sizi... Yatağı, kitapları, resimleri, elbiseleri, mektupları... Her şcy, her şey, Sait Faik dünyasının çağrışımlarıyla yüklü. Üst katın penceresinden bakınca, onun hikâyelerinin vazgeçilmez malzeme kaynağını oluşturan denizi, adeta yuze gülen bir mavilikle, insanı bir mavilikle, sıcak, hayat dolu bir mavilikle buluyorsunuz karşınızda! Pencereye vuran bu derin mavilıği bir kez de siz paylaşıyorsunuz Sait Faik'le... lşte bu duyguyu, denizin, yeşilliğin, mayıs ortasındaki lstanbul sabahınm insanda uyandırdığı güzellik duygusunu, bir de Tevfik Fikret'in Aşiyan'ında yaşıyoruz... üstünde bir "mekân" sahibi olmayan üstadın birkaç bavulluk eşyası önce Fatih Medresesi'nde, ardından da Kara Mustafapaşa Medrende, ardından da Kara Mustafapaşa Medresesi'nde sergilenmiş ölümünden sonra... Bir sü re sonra da bu sergi, Nihat Sami Banarlı tara fından şimdiki durumuna getirilmiş... Çemberlıtaş'a yolu düşenlerin ilgisini çekmiştir belki, koca koca harflerle "Yahya Kemal Beyatlı Müzesi" yazısı... tşte o, Niha» Sami'nin eliyle düzenlenen müze... 1961 yılında Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir yazısında Haluk Y. Şehsuvaroğlu bu konuyla ilgili olarak şöyle dcmiş: "(...) Hayalla iken, onun şahsiyeli gelecek nesillere nasıl anlalılabilir, diye duşundiikçe, geniş kenarlı sıyah şapkasıyla, kalın baslonu, sık sık çıkarıp baklıgı cep saali ve nefli kıravallan aklıma nclirdi." Şehsuvaroğlu'nun bu dediklerine, biriki takım elbise, bir kırık koltuk, bir gözlük, birkaç mektup, pasaport, baston, kitaplar ekleyebılirsiniz... Hepsi aşağı yukarı bu. Ne var bunda şaşıracak, diyeceksiniz, Yahya Kemal otel Yü 1945. MUU Eğittm Bakanı Hasan ÂU Yücel, Asiyan 'm açüif konufmasını yapı vor Koca şair Tevfik Fikret'in yatak odasındayız.. Aşiyan'ın üçüncü katı burası. Boğazı ve karşı kıyılardaki Göksu Kasrı'nı yeşile burün müş, bürünmüş değil, yeşille örtünmüş kıyıları gören pencereyi tıpkı üstadın bir sabah uyanıp da yaptığı gibi açıyoruz. Açmamızla odaya kuş cıvıltıları doluyor o anda! "Bülbul ya da saka olabilir, ama saka sesi" diyor, mü ze görevlisi Nebi Akgiil. Anadolu'nun bir bucağından gelmiş buraya; san, kehribar renkli tütünleriyle ünlü Muş ilinden gelmiş; bu istibdat düşmanı, hürriyetçi şairin evinin, eşyalarının, anılarının hatta bıraz da onun fikirlerının bekçiligini yapıyor burada... Müzeyi gezdirirken, Tevfik Fikret'le ilgili ayrıntılı bılgiler aktarıyor meraklısma... Tevfik Fikret buruMiıı 19O5'te kendi eliyle yapmış. Kuşkusuz o zamanki Aşiyan (Farsçada "yuva" anlamına gelen bu adı da ustat kendisi koymuş), doğal güzellikler yönünden daha zengin, daha bir cennet köşesi halindeydi! Boğaz'm hemen yanı başında, yeşilin bin bir tonu, çıçeğin, ağacın her çeşidiyle kaplı bu alanda, hem doğayla iç içe olmanın erincini yaşamayı hem de edebiyat dersleri verdıği Robert Kolej'e yürüyerek gidebilmeyi tasarlamış böyle bir evi yaptmrken. Bir yıl içinde üç katı da tamamlamış. Zemin katı yemek odası, mutfak ve çamaşırlık olarak düşünmıış. Yemek odasının denize bakan penceresine de bir mağara ağzını andıran Sokrat'ın Penceresi adını vermiş; filozofa duyduğu saygıdan ötürü. Orta kat, şimdilerde "Edebiyalı Cedide Müzesi" olarak düzenlenmiş ve Abdülhak Hâmit'le Şair Nigâr Hanım'dan kalma birkaç parça eşya konuTmuş. Tevfik Fikret bölumu en üst katta. öteki edebiyatçı müzeleriyle karşılaştırıldığında, koleksiyon olarak azımsanmayacak bir durumda Tevfik Fikret'inki... Ama yine de, düşünüyorsunuz ki yaşanmış bir evin varlığını ka Aşiyan'm orta katı, "Edebiyatı Cedide Müzesi" olarak düzenlenmij. odalannda yaşamış bir insan, daha fazla ne beklenirdi onun müzesinden? Haklısınız ama, sorun bu değil... Sorun, eldekilerin nasıl, ne biçimde değerlendirildiğinde! Ya da elde kalanların değerinin bilinip bilinmediğinde diyelim. . Yolunuz Çemberlitaş'tan geçince, kapısından şöyle bir bakıverin içeri. Tabii kapı açıksa, içeri alınırsamz ve tabii sebebi ziyaretini/den adeta rahatsız olanlardan çekinmezseniz. Böyle bir ziyaretten kimselerin memnun olmadığını kesinlikle göreceksiniz! Yüzünuze bakmadan, belki içlerinden lahavle çekerek, ellerindeki işlerini sürdürecekler, "müze" denilen karanlık, izbe odanın yerini size çenelerinın ucuyla lütfen gösterecekler! Her şeye katlamp o üç beş eşyanın kapatıldığı odayı görmekte ısrar ederseniz, görevli kişi belki de görevsiz kişi peşinize, oralarda oyun oynayan kız çocuklarından birini takacaktır: Hani bir şey çalma olasılığı bulunan birinin peşiııe gözcü konulur gibi... Sonra "müze" ile ilgili bir şeyleı öğrenmek için yetkili, sorumlu, hakiki görevli birilerini sorarsınız; yine yuzünüze bakılmadan, yine rahatsız ettiğıniz duygusunu uyandırırak, ellerindeki işten başlannı kaldırmadan, o kişinin o gün bulunmadığını söylerler size... Yahya KemaPi sevın ya da sevmeyin, geçmişe özlem anlamını taşıyan duygularını, duşııncelerini paylaşın ya da paylaşmayın, üstadın mmı yürüsün dıye açılmış bir müzenin, onun özgün kişiliğinden artakalmış uç beş eşyayı böylesine görgüsüzlük ortamına hapsedip adını da kapıya koca koca harflerle vazdırıp adeta dalga geçmeye kimin hakkı vardır bilemıyoruz! Yahya Kemal'i sahiplenme adına onun müzesini, böylesine işleme tabi tutanlar biraz olsun düşünmek zorundalar... Aniatmaya çalıştığımız durumları, acı gcrçekleri düşünmek zorunda olan birilerı daha var: Her yılın mayıs ayı içinde bir haftayı "Muze haftası" diye ilan edip, Huseyin Rahmılerin, Yahya Kemallerin adını taşıyan yerlerin ne durumda olduğunu bilmeyenlerin ya da bildiği halde göz yumanların duşünmesi gerekiyor...U nıtlayacak nitelikte değil bunlar... Yalnız yaşamış bir insanın eşyası gibi. Yanılmamışız... Görevlı arkadaş, Tevfik Fikret'in genç denilebilecek yaşta (şeker hastalığından) ölmesi üzerine, geride kalan eşinin yoksulluk içine düştüğünü, bu yüzden kimi eşyayı satmak zorunda kaldığını, uzun süre böyle geçindiğini açıklıyor poğru. Hatta Fıkret'in eşi Naıimc Hamm'ın ihtiyaçtan, bu güzel evin boş kalan odalartnı bir zaman, Robert Kolej öğrencilerine pansiyon olarak kiraladığını biliyoruz. Daha sonra geçim sıkıntısı iyice yoğunlaşınca evin tümünü satışa çıkarıyor Nazime Hanım. O vakit, yıl 1945, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel bu satışla ilgileniyor. Böylece Aşıyan'ı l<:tanbul Belediyesı satın alıyor ve bugüne ulaşan müzeyi gerçekleştiriyor. Bundan iki üç yıl önce, bu müzeyi gezmek amacıyla birkaç kez buralara kadar gelmiş, ancak kapalı kapıların ardını görmeyi başaramamıştık bir turlu! Inler cinler top öynuyordu o zamanlar... Bu uçuncude görebılmeyı bir şans sayıyoruz artık! Ama kaç meraklırböyle bencileyinîkafasına koyup üçüncü kez gelmeyi göze alır? Aşiyan'ın bahçesini, Belediye Başkanı Bedretlin Dalan'la birlikte gezmeyi çok isterdik. Istanbul'u bir düzene sokmayı amaçlayan Başkanın bu büyük şairin bahçesini guzelleştirmeyı belki de aklının ucundan bile geçirmediğini söylemek haksı/lık olmaz herhalde. Oysa Dalan'ın izledığımı/. kadarıyla sanat ınsanlanna karşı duyarsız biri olmadığı kanısındayız. Hele, geçmiş kultürün yaşatılması amacını gııden böyle bir muzenin bahçesi söz konusu olunca, Başkanın ilgilcnmek için zaman yaratacağına inanmak istıyor insan... Bir de Yahya Kemal Müzesi var Istanbul'da... Istanbul'u sevmiş, lstanbul'da yaşamaktan mutluluk duymuş, bu duygularını kendince güzel şıirlere dökmüş bir şairin, bir muzelik, yeri olmayacak mıydı? Elbetteki olacaktı... Edebiyatımı/ın renkli kişiliklerinden biri olarak, o özgün, o duygulu insanın "zata mahsus eşyası" kaldınlıp atılacak değildi ya... DUnya Burgaz Adası 'ndaki Sait Faik Müıesl'ntn odalannda, her şey Sait Faik dünyaanm çağrışımlarıyla yüklü... 11