17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 MART 2010 / SAYI 1251 9 Tiyatro aşkıyla geçen 20 yıl Tiyatro Stüdyosu 20 yılı devirdi. Yersizlik ve maddi sıkıntı gibi pek çok sorunla mücadele içinde geçen bir 20 yıl. Yine yoluna umutla ve tiyatro aşkıyla devam ediyor. Kurucusu Ahmet Levendoğlu’nun dileği ise oyunlarını sahneleyebilecekleri bir evlerinin olması. ZUHAL AYTOLUN hmet Levendoğlu’nun kurucusu olduğu Tiyatro Stüdyosu 20 yaşına girdi. Tiyatro aşkıyla geçen 20 yıl. Pek çok zorluk yaşayan, zaman zamançözümsüzlüğe yenik düşme noktasına dahi gelen bu ekip, istenci ve direnciyle yoluna hep devam etti. Kuruluşunda Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay’la yola çıkan ve 10 yıl sonra yol ayrımı yaşayan Tiyatro Stüdyosu, 20. yılında Zuhal Olcay’ı tekrar kendi evinde ağırladı ve “Şölen” oyunuyla sahne aldı. Biz de hem 20 yıla bir bakış attık hem de yaklaşık 50 yılını tiyatroyla geçiren Ahmet Levendoğlu’yla Tiyatro Stüdyosu’nu konuştuk. Tiyatro Stüdyosu, 20 yıla kolay ulaşmadı. Kuşkusuz büyük bir mücadeleden söz ediyoruz. 20 yıl pek çok maddi sıkıntı, pek çok mücadele getirdi. Kimi zaman doğal afetler bile önlerine set çekti, ama yılmadılar. Tiyatro Stüdyosu, yaşadığı mücadelenin yanı sıra bir de evsizlik sorunuyla yüz yüze oldu hep. 20 yıldır bir sahnesi yok. Farklı sahneleri kullanıyorlar, dekorları her bir oyun için taşıyıp, kurup, tekrar kaldırıyorlar depoya. Hal böyle olunca izleyicinin de ekibi takip etmesi zorlaşıyor. Levendoğlu, 20 yıl boyunca evsiz yola devam edebilmeyi tam bir delilik olarak yorumluyor, “Bu deliliği de göze almak gerekiyor” diyor. Çok uzun bir zaman 20 yıl. Onlar, göçebe olarak yollarına devam ediyorlar. Levendoğlu, “Tiyatro ile para kazanılır diyen tiyatrocular var ama ben onu görebilme fırsatını hiç elde edemedim” diyor. Yersizlik insanın belini büken bir durum. Ancak umut kapıları var. Öncelikle yeterli kaynak, sonra da doğru bir yer bulabilmek istiyorlar. Levendoğlu, “Türkiye’nin elinde olan değeri korumakta savruklukluğu var. Tiyatro da bu değerlerden biri. Ancak önümüze umutla bakıyoruz, çünkü sanat insanına umutsuzluk yakışmaz. Tiyatronun güç kaybettiği bir gerçek, çünkü çok kemirildi, öğütüldü. Ancak umutsuzlukları dirençle aşmamız gerekli” diyor. Bu süreçte kendilerini tiyatroya bağlılığın dik, o heyecanın da diri tuttuğunu söylüyor. yakınmıyorlar ancak kimi zaman kavrama gücünün eksikliği, yetersizliği gözlemleniyor. Eksiklik elbette sadece izleyicide değil, tiyatronun da kendine pay çıkarması gerekiyor. Levendoğlu, “Tiyatronun kendine bunu görev edinmesi, izleyiciyi zorlayacak şeyler sunması gerek. İnsan yaşamına ilişkin bir şeye dokunmayan, sadece güldürmek amacıyla sunulan yoz sahnelemeler, izleyicinin beğeni düzeyini de hırpalıyor. Alta çekiyor” diyor ve ekliyor “Tiyatro elbette eğlendirmeli, bu yadsınamaz. Ancak eğlendirme işini gerçekleştirirken insana ilişkin bir şeyler söylemeli. Bir kusur varsa ortada tiyatro da kendisini bir sorgulamaya çekmeli.” 20. yıla büyük bir enerjiyle giriyor Tiyatro Stüdyosu. İstenci ve güvenci tam. Yıllar içinde yaşadıkları zorlukları duyumsuyorlar elbette. Ancak herkes büyük bir inançla çalışıyor, Levendoğlu da dizilerden kazandığını tiyatroya aktarıyor, onu ayakta tutmaya çalışıyor. Bunca yorgunluğa rağmen bu direnci ayakta tutabilmenin nedeni tiyatroya bağlılık ve düşünülen şey de ertesi güne duyulan heyecan. 20. yıl bir dönüm noktası gibi onlar için. Hep Türkiye’de sahnelenen çağdaş oyunlarla perde açan Tiyatro Stüdyosu 20 yıl sonra bilinçli olarak yolundan taşarak bir yakın klasiği sahneleyecek. Çehov’un “Vanya Dayı”sı yeni sezona perde açtıklarında izleyiciyle buluşacak. Devamında da yine zaman zaman klasiklere yer verecekler. Tabii özgün ve nitelikli tiyatro yapma amaçlarından sapmadan. G ADNAN BİNYAZAR İnsanı oluşturan... “İnsan olmak” kavramı, hemen ardından “Nasıl insan olunur?” sorusunu sürükler. İnsan Nasıl İnsan Oldu diye bir kitap da var. Sorunun yanıtını, yüzyıllar önce yaşamış din adamı bir düşünür, Erasmus vermiş: “Hayvan, hayvan olarak doğar; insan, insan olarak doğmaz, oluşturulur.” Başka neden aramaya gerek yok; insan olmanın tek yolu, insanın oluşturulmasıdır. Bunun çözümü, “oluşum” kavramının içeriğinde. Oluşumun aracı da belli: Kitap, kitap, yine kitap!.. Başka neden aramak, arayanı uydurma bahaneler arasında bocalatır. Çünkü her nesneden başka nesneler üretilebilir. İnsandan insan oluşturmanın nesnesi yine insandır. Genetik... DNA... Bunlarla ne denli uğraşılırsa uğraşılsın; varlığın maddesel özellikleri saptanabilir, ama insan ruhunun karmaşık dünyasına girmek kolay olmasa gerek. Bütün yaratıklar aynı işi yapar, aynılığı değişime uğratan tek yaratık insandır. Sorun, insanı bir kültür varlığı kılan oluşturma düzeneğini iyi çalıştırmakta düğümleniyor. İnsan, başka bir insanı yaratamaz, ama onu etkiler. Oluşturulmanın bir yolu da, insanın, insanı dindilırkrenkcinsiyet ayrımı gözetmeden sevgiyle algılamasına bağlı. Sevgi öyle bir duygu ki, insanı seven, canlı cansız tüm yaratıkları da seviyor. Sait Faik’in, “Her şey bir insanı sevmekle başlar,” dediği budur. Sevgi, insanı korumakla, güçlünün güçsüzü ezmemesiyle, haklara saygılı olmasıyla anlam bulan bir duygudur. Yalnızca bizde değil, dünyadaki bütün huzursuzlukların temelinde sevgisizlik, insana değer vermeme yatıyor. Oysa sevgiyi her an, her alanda yaşamak hiç de olanaksız değil. Yeter ki, her düzeydeki insan, haklar dengesini korumuş olsun! Bugünlerde internette dolaşan bir izlenim, sevginin, insanı nasıl huzura erdirdiğini yansıtmaya yetiyor. Olay Melbourne’da geçiyor: “Bir ev kiraladık. Arkadaşım telefonda ilgili yerleri aradı. Akşamleyin bütün hizmetler yerine getirilmişti. Bir gün elektrik idaresinden bir mektup geldi. Mektupta 2 ay kadar sonra, bizim sokakta 1 gün elektrik kesileceği bildiriliyordu. Eğer o gün elektriğe gereksinimimiz olacaksa, bize bir jeneratör bağlanacağı, kullanılan elektriğin, normal tarife üzerinden hesaplanacağı bildiriliyordu. Şöyle bir not da düşülerek, ‘jeneratör sayısı sınırlı olduğundan, elektriğe zorunlu gereksinim duyanlar başvursun’ deniliyordu. Jeneratörün takılıp sökülmesi de Türk parasıyla yalnızca 45 kuruştu!..” Oysa bizde, ani elektrik kesilmeleriyle halk ne büyük zararlara uğratılıyor! Zararın karşılanması için başvurulacak hiçbir birim de yok... Bunda yok da, aylarca, yıllarca hapislerde boşu boşuna yatırılanların arayacağı birim var mı?.. Şu mektup da okuldan... “Mektupta, ‘Bazı öğrencilerin, öğle yemeği olarak pahalı besinler getirdiklerini fark ettik. Lütfen çocuğunuzu, yalnızca bütün ailelerin alabilecekleri yiyeceklerle gönderin okula. Bu yaştaki çocukların arkadaşlarına imrenmesi kötü sonuçlar doğurabilir.’ deniliyordu.” Görülüyor ki, eşitlik ilkesini herkese eşitçe uygulayarak insanı huzurlu kılmak büyük yatırımlarla olmuyor. Ona değer verilsin, ona insanca davranılsın, içtenlikle sevgi gösterilsin, insan olma haklarının gereği yerine getirilsin, yeter!.. G [email protected] A TİYATROYU DOĞRU OKUMAK Tiyatro Stüdyosu, tiyatronun her uzantısında nitelik kaygısını yitirmemeye özen gösteriyor. Oyun seçiminden dekorundaki çiviye kadar her türlü konuda nitelik kaygısından vazgeçmiyorlar. Levendoğlu, “Tiyatronun özü gereği insana ve insan yaşamına ilişkin bir sözü olmalı. Tiyatro, kendisi aracı, çalgısı da insan olduğu için amacı insana insanı anlatmak olmalı. İşin özü ve sözü önemli. Bu hedefi yitirmemeye çok büyük özen gösterdik” diyor. Tiyatro Stüdyosu’nun oyunlarının hepsi Türkiye’de ilk kez sahnelenme özelliğine sahip. Daha önce defalarca sahnelenmiş oyunları izleyicinin karşısına getirmektense dünyadan çağdaş oyunları seçiyor ve sahneliyorlar. Tiyatroyu doğru okumayı bilen seyircinin artması da en büyük özlemleri. İzleyicinin ilgisizliğinden ARAŞTIRMADAN BAZI SONUÇLAR Çocuklara sanat atölyesi Rahmi M. Koç Müzesi’nde 711 yaş arasındaki çocuklara, “Güncel Sanat Atölyesi” düzenleniyor. Ekol Drama Sanat Evi işbirliği ile Haliç kıyısında yer alan Fenerbahçe Vapuru’nda gerçekleştirilen atölye çalışmaları, “Resmin Eğitsel ve Deneysel Fonksiyonları Üzerine Çalışma” ve “Mixed Media ve Teknikleri” üzerine iki ana başlıkta uygulanıyor. Müzik ve Resim Atölyesi hakkında ayrıntılı bilgi için: 0212 237 34 07 ve 0212 234 09 93. Tek tip Türk çocuğu! O kulöncesi çocuk kitapları, “tek tip çocuk” profilini yansıtıyor. Bu kitaplarda geleneksel cinsiyet rolleri yeniden üretiliyor. “Meraklı”, “yaratıcı” erkek çocukları dışarıda oynarken, “sevgi dolu” kız çocukları evde anneleri ile kek yapıyor. Öykülerde aşırıya kaçan her şey cezalandırılıyor, örneğin haftada iki kez duş almanın yeterli olacağı vurgulanıyor. Bahçeşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hande EslenZiya ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Itır Erhart “Dengeli, Ölçülü, Yetinen ve Tek Tip Türk Çocuğu: Okulöncesi Çocuk Kitaplarında Kimlik Oluşumu” başlıklı bir araştırma yaptılar. EslenZiya ve Erhart tarafından 1 yıla yakın sürede gerçekleştirilen çalışmada “Hijyen, Sevgi, Çevre, Sosyal Roller ile Karakter ve Tutum” başlıklarında son 5 yılda basılmış 56 okulöncesi kitabı incelendi. Çalışmada, sosyal yapılandırmacı bakış açısı ile çocuk kitaplarının analizi yapıldı ve çocuk kitaplarının nasıl bir karakter eğitimi için kullanıldığı araştırıldı. EslenZiya ve Erhart’ın ilk kez kendi çocuklarına okudukları çocuk kitaplarında fark ettikleri tek tip çocuk profilinin, okulöncesi çocuk kitapları için genellenebilir bir profil olup olmadığı sorusundan yola çıkarak yaptıkları araştırma, Türk yayınevleri tarafından yayımlanan Türk yazarlı ve Türkçeye uyarlanan okulöncesi çocuk kitaplarını (36 yaş) kapsıyor. EslenZiya ve Erhart, çalışmanın sonuçları ile ilgili olarak, “Hoşgörünün ve farklılıklara saygının küçük yaşlarda öğretilmesinin önemi düşünüldüğünde kitaplarda yaygın olan tek tip çocuk yetiştirme politikası endişe vericidir” dediler. G FİGEN ATALAY C M Y B C MY B N Hikâyelerde aşırıya kaçan her şey; fazla terlemek, fazla yemek yemek, fazla oyun oynamak, fazla dinlenmek bir şekilde cezalandırılıp önemli bir ders ile sonuçlandırılıyor. N Hijyenin öğretildiği hikâyeler de Türk kültürünü yansıtıyor. Bir yandan çocuklara temiz olmaları aşılanırken, bir yandan da temizlikte de aşırı olmamaları ve haftada iki kez duş almanın yeterli olacağı vurgulanıyor. N Kültürel açıdan duyarlı, çokkültürlü, farklı etnik gruplardan çocukların yer aldığı kitaplara rastlanmıyor. N Kitaplarda yer alan çocukların hiçbiri engelli değil; arka planda bile engellilere yer verilmiyor. N Çocukların hepsi çekirdek tipi ailelerde yaşıyor; yalnızca bir kitapta annesi ve babası boşanmış bir çocuk bulunuyor. N Erkek çocuklara “cesur”, “kahraman”, “aslan, “usta” gibi sıfatlar yakıştırılırken kız çocukları “canikom”, “mercan balığım”, “kınalı kuzum”, “prensesim” diye seviliyor. N Geleneksel cinsiyet rolleri de yeniden üretilmektedir. “Meraklı”, “yaratıcı” erkek çocukları dışarıda oynayıp, babalarıyla bir şeyler inşa ederlerken “sevgi dolu” kız çocukları evde anneleri ile kek yapıyor. N Kitaplarda eşcinsel ya da yalnız ebeveynler yer almıyor. N Kitaplarda yer alan annelerin büyük çoğunluğu ev kadınıdır; eve ekmek getiren ise babadır. N Sünnet bir erkekliğe geçiş töreni olarak sunulurken sünnetsiz erkeklerin pis ve sağlıksız olduğu, hatta “gerçek erkek” olmadıkları ima ediliyor. Kız çocukları için ise böyle bir “geçiş töreni”ne rastlanmıyor. N Sürdürülebilir, yeşil enerjinin ve geri dönüşümün öneminin vurgulandığı günümüzde, kitaplarda yer alan “çevreyi koruma” kavramı ağaç dikmekten, çöpleri toplamaktan, çiçekleri sulamaktan öteye gitmiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle