Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 MART 2010 / SAYI 1251 11 SELÇUK EREZ DNA’sı fırıldaklılar ece yarısı Ankara’dan yola çıkan siyah bir araba: Direksiyonda esrarengiz bir adam; sakalı çember. Yanında başka biri de var. Arka koltukta üç valiz, iki torba ve bir sürü gazete.. Ben gittiğimiz yerin bitki tohumu bankası olduğunu sanıyordum. Yok değil! Burada klonlama yapacağız.. Ne? Duymadın mı? Başkanımız köşe yazarlarından çok şikâyetçi... Adam kendini bu memleket için mahvediyor, onlarsa beğenmiyorlar, ne derse eleştiriyorlar. Vatandaşlarımızın morali bozuluyor. Ekonomi bu yüzden mahvoluyor. Başkan, medya patronlarını şimdiye kadar bin kez uyardı ama anlamıyorlar.. Başka çare kalmadı.. klonlayacağız.. Ne klonu? Doğru dürüst köşe yazarı üreteceğiz.. Bizde böyle şeyleri becerebilecek kimse var mı? Edinburg’daki o koyunun adı neydi? Doli! İşte Doli’yi klonlayan takımdan birini transfer ettik.. O yapacak.. Bize yakın, inancı bütün bir yazardan hücreler alacak, bunlardan on beşyirmi tane doğru dürüst köşe yazarı üreteceğiz. Bu yazarlar itikadı tam, söz dinler, ukalalık etmez, başkanımızın her sözünü eleştiren değil alkışlayan kimseler olacaklar. Her gazeteye bir tanesini yerleştireceğiz. Sıkıntımız bitecek.. Peki hücreler hangi yandaştan alınacak? Bizim YÖK’çüden filan alacağız herhalde?.. G Bu oyunun faili biziz ESRA AÇIKGÖZ ltıdan Sonra Tiyatro’nun son oyunu Faili Müşterek, aslında bildiğimiz ama unutmaya çalıştığımız katliamların, felaketlerin suçlularını gösteriyor bizlere, yani bizleri. Herkese kendisini hedef gösteriyor, kendine sardırtmayı amaçlıyor. Çünkü oyunun yazarı, yönetmeni ve oyuncusu Yiğit Sertdemir biliyor ki, artık konuşma vakti geçti, harekete geçmek gerekiyor ve biz sustukça suça ortak olmaya devam ediyoruz. Gerisini Yiğit Sertdemir anlatıyor... Faili Müşterek’i yazmaya ne zaman karar verdiniz? Oyunu yazmanızda, “faili meçhul”lerle ilgili yaşanan yoğun tartışmaların etkisi var mı? Yönetmenlikle uğraştığımdan, iki senedir yazmıyordum. Ancak bu oyun uzun zamandır aklımdaydı, sonunda fırsat bulabildim ve yazdım. Oyunda sadece cinayetlerden, katliamlardan değil, faili meçhul işlenmiş her türlü eziyetten bahsediyoruz. Mesela 12 Eylül vakası bizim kuşak için faili meçhuldur, çevre felaketlerinin tümü elbirliğiyle yaptığımız bir faili meçhuldür, deprem de, aşk da... Özellikle Türkiye’de faili meçhul, faili belli olana deniyor. Benim ve oyunun peşinde olduğumuz, faili müşterekler yani suç ortaklıkları, hep beraber yaptığımız eylemler. Bütün bu olaylar yaşanırken biz neredeydik? Asıl peşinde olduğum soru bu. Oyun bülteninde, “Bir gün herkes on beş dakikalığına insan olacak... O güne kadar... Tüm fiiller... Müşterek...” diyor. Bugün neden başaramıyoruz, eksik olan ne? Bu yanıtlar oyunun içinde... Ancak şunu söyleyebilirim, mesela 12 Eylül’ü Doğu’da yaşamış biriyle sohbet ediyoruz, olanları konuştukça hatırlıyor. Unutmuş. Yüzleşmek çok önemli. Tek kişilik bir ödeşme bu oyun. Faili meçhullerin çoğunda küçüktüm, büyüdüm ama ne yapıyorum? En iyi tanık olduğum Uğur Mumcu’nun öldürülmesiydi. O günlerce, kapıdan, öldürülecek miyim, ne zaman öldürüleceğim diye bekleyerek çıktı. Öldürüldü, ailesi katil ne zaman yakalanacak, yakalanacak mı, diye bekledi. Biz çok üzüldük, ağladık, an A cak engellemedik. Bu kıstırılmışlık içinde öfkelenmekten öte bir şey yapabilmeliyiz. Oynamaya çalışan, tiyatroyla uğraşan biriyim. En azından insanlara “Bir dakika ya” dedirtebilsem... Bunu da hep kara mizahla yapıyorsunuz. Şu anda oynayan 444, Bekleme Salonu, O.B.E.B., Öldün Duydun mu?, Faili Müşterek oyunlarınızın hepsinde de mizahı kullanıyorsunuz. Neden? Ben en komik fıkraları cenazelerde dinledim. Adile Naşit’i sevmemizde böyle, gülerken ağlar, ağlarken gülmeye başlar. Toprağımızda da bu var. Çok seri değişimler yaşadık. O yüzden bizim toplumun en rahat anladığı kara mizahtır. Seyircilere, yanımıza gelin, gülelim, bağ kuralım, diyorum. Böylece sonunda benim yediğim tokadı, onlar da yiyor. Bu durum çok önemli bizim için. Bulunduğumuz yerden ahkâm kesmeyen, bakın toplum nereye gidiyor diyerek, sanki toplumun dışındaymışız gibi davranmayan, biz de oraya gidiyoruz diyen ama soruların peşinde olan bir anlayışımız var. Biz ne ara bu hale geldik, sorusuna kara mizahla cevap arıyoruz. Acısı meşrulaşmış her konu üstüne ahkâm kesme lüksü veriyor bize. Ancak bu oyun ben dahil, seyre gelen herkese açıkça saldırıyor. Gelecek olan bunu bilsin. Hepimiz her halükârda suçluyuz. Hep beraber ahlanmak yerine hep beraber ayağa kalkmadığımız için suçluyuz. Hep beraber unutmayı seçtiğimiz için suçluyuz. Hep beraber göz yumduğumuz için suçluyuz. Örgütlü cehalet kadar korkutucu bir şey yok. Peki örgütlü aydınlar nerede, ne yapıyor? Hayır! Şurada Emin Çölaşan’ın son iki yılda yayımlanmış bütün yazıları var.. Bunları ne yapacağız? Seninle oturup tek tek inceleyeceğiz: Adam en çok kime liboş, yandaş, dönek, yalaka demişse onu bulacak, hücreleri ondan alacağız.. Nasıl olur? Çölaşan’ın en sevmediği kimse, bizim tam aradığımızdır! Sonra bizi çok eleştirirler.. Onlar da aynı şeyi yapmadılar mı? Bir gizli tanık “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan”ın ne anlama geldiğini geçenlerde itiraf etti: Şimdiye kadar onlar bir sürü dini eksik adam ürettiler, bize yapmadıklarını bırakmadılar... Şimdi sıra bizde... Artık bizim istediğimiz türde insan üretilecek! Sus, duyarsa ihtar verdirir! Hocam, ben bu işten vazgeçtim... Şurada az dur da ineyim... En iyisi ben bu işe karışmayayım! Birden neden böyle korktun? Aklıma ne geldi bak: Seçimde mazallah işler rast gitmez de iktidarı kaybedersek ne olur bilir misin? Ne olur? Bütün bu kloncuklar yüz seksen derece döner, dünyanın en laik yazarı kesilir, bizi arkadan vururlar! Doğru be.. bak bu aklıma gelmemişti. Başka bir çare düşünülmeliyiz! G selcukerez@gmail.com Espirisentır Misafir şair N’apıyordu onca Sıfır Sağlığında Pithagoras’ın? *** Alabilir mi şemsiyesine Karekök Onca sayıyı yağmurdan kaçan? *** Sorular da döker mi bir gün yapraklarını? Erdal Alova (Toplu Şiirler) SALT İYİ YA DA SALT KÖTÜ... Mayısta Uluslararası Tiyatro Festivali’ne de katılacaksınız. Nasıl bir oyun izleyeceğiz orada? İtalo Calvino’nun “İkiye Bölünen Vikont” romanını oyunlaştıracağız. Savaşta bir gülle tarafından ikiye bölünüyor Vikont. Sonra yaşadığı yere önce kötü yarısı dönüyor. Çocukları zehirliyor, kedileri asıyor; salt kötü. Bir süre sonra diğer yarısı dönüyor. O da salt iyi. Ancak ikisinden de nefret ediyor halk. İyilikle kötülüğü özünde tartışan, hayal gücü sonsuz bir roman. Oyunda bu bölünme üzerinde duruyorum. Yaşadığımız en büyük yıkımlardan birinin sonrasında evine dönen bir adam ve onu ayakta tutmaya çalışan annesi üzerinden anlatıyoruz bu hikâyeyi oyunda. Sosyal olarak hayatımızda yer kaplayan her nüveye dokunuyor oyun. Romanda kitaplarını kaybetmiş, uydurma bir mezhep var. Bir inancın nasıl da kötüye kullanılabileceğini gösteriyor. Cüzamlılar var, şehrin öteki tarafına itilmiş bir azınlık yani. 10 sene önce Altıdan Sonra Tiyatro’yu kurduğunuzda bu kadar uzun soluklu olacağınızı tahmin ediyor muydunuz? Sonuçta mühendislik gibi ağır işleri olan, altıdan sonrasını tiyatroya ayıran bir ekiptiniz. Hayallerimiz vardı, ancak bu kadar ilerleyeceğini bence kimse beklemiyordu. Ahkâm keser gibi olduğumuzda hep birbirimizi dövdük. Egomuzu ortak bir ülkü için öldürdük. Bir düşüm daha var; bir siyasi tavırdan etkilenmeyecek bağımsız bölgesel tiyatrolar. Mühendislik eğitimini yarıda bırakıp tiyatro eğitimine başladınız. Tiyatroya dair en büyük derdiniz nedir? Paylaşılması gerektiğini düşünüyorum, bunun için yaşıyorum. Şehir Tiyatrosu’nda yazdığım Bekleme Salonu oynunun parasını Kumbaracı50’ye aktarıyorum. Sadece Şehir Tiyatrosu’ndan aldığım maaşla geçiniyorum. Derdim para değil. Çünkü bu işle bir şeyler aktarabiliyorum insanlara. Göz hakkının olduğu dünyaya inanmak istiyorum. Ancak o zaman sağaltılabiliyorum. Hepimiz ancak o zaman sağlıklı olabiliriz. Bu kötüye karşı gardımızı yok etmemiz demek değil. G Pratik bilgiler Fotoğraf: VEDAT ARIK Topus Çalım uçup gider, pas kalır. Piyanistten acil Bir adet piyano bacağı ihtiyaçtan satılıktır. Tiyatro, sinema, konser gibi şeylere sık takılmaktan kaçınılmalıdır. Çok seviliyorsa ayda bir kere yenilebilir. Sahibinin sesi Petşop G Para yuvarlaktır, yuvarlanması gerekir. G Mahşerde yine bizden ne isteyecekler? G Varıyoğu yağma edilen, armağan götüremez. Misafir çizer: İsmet Lokman Yiğit Sertdemir, Kumbaracı50'deki Faili Müşterek oyunuyla, bizleri suçlarımızla yüzleştiriyor. Kendinin de içinde olduğu bir hesaplaşma bu. Suskunlukla ya da sadece bağırarak, hareketsiz kalarak işlediğimiz suçları izlemeye hazır mısınız? Fotosentır Fotoğraf: Mehmet Ünal Off the record Her dört işsizden biri üniversite mezunuymuş!.. Çok az.. C M Y B C MY B