Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 14 MART 2010 / SAYI 1251 Siyasi komedi liderleri taklitten ibaret değil Mardinli İbrahim ile Coloradolu Jessica’nın haritada bile olmayan köydeki hikâyesini anlatıyor Ay Lav Yu. Yani bir kültür çatışmasını komediye döküyor. Sermiyan Midyat, insanları eğlendirerek söz söylemenin peşinde. Tıpkı Kibar Feyzo, Züğürt Ağa tarzındaki her daim bir anlam ifade edebilecek filmlerin yaptığı gibi. esmi kayıtlarda bile olmayan bir köy. Zaten adı da Tinne yani ‘yok’. Peki bu köye Amerikalılar gelirse ne olur? Hem de bir aşkın peşinden. Sermiyan Midyat’ın başrolünü, yönetmenliğini, yapımcılığını ve senaryosunu üstlendiği Ay Lav Yu, bu kültür çatışmasını komediyle anlatıyor. Belki bağırmıyor ama söylemek istediklerini açık açık dile getiriyor. Zaten Midyat da sinemayla bir nevi meddahlık yapmak istediğini anlatıyor. “Antik Yunan’dan bu yana kral ve hükamdarlara bir tek soytarılar ve meddahlar laflarını hiç esirgemeden söyleyebilmişler. Bu anlamda doğru kullanırsanız komedi çok büyük güçtür” diyen Midyat’la çekim süreci bile komediye dönüşen Ay Lav Yu’yu konuştuk. Filmde bir yanda Amerikalılar, diğer yanda kayıtlı bile olmayan Mardin’in bir köyünde yaşayan insanlar var. Ay Lav Yu bir kültür çatışmasını içeren bir komedi. Tinne köyünde geçiyor hikâye. Tinne Arapça, Farsça ve Kürtçe gibi Ortadoğu’da kullanılan dillerde yok anlamına geliyor. Bu köydekilerin kimliği dahi yok. Ben Mardinliyim. Bizim oralı insanlarla Batılı insanların birbiriyle karşılaşması zaten çok komik. Bir de bu Amerika’ya varınca iş iyice absürd bir hal alıyor. Filmin Adınız da Kürtç e değil Aşiret mi? An reisi de lamı ne mek. E Kürtçed dir? skiden e adımın sakınca bir anla söyleye lı y d ı ve m mediğim ı olduğu nu zamanla diye kıv r oldu. A ırıyordu m1 rapça, F bir soru arsça n yaşam 6 yaşlarımda. A ıy m o a şu sır ruz tabii Siz de a öyle . bir Evet, Ş aşirettensiniz d emikan eğil mi? da hakim aşiretin denim. di. Huk Rahme uk Fakü Bilgiler’d tli baba ltesi ve e okum m a r dından u ştu. Ank İstanbu Siyasal l’a yerle ara’da y ş e m tişmiş a bir ailed iş iyi bir rdından e aşirett entelek tüeldir. en bağ İnsan ımsız b Ben bö arkasın üyüdüm yle da bir a fark ed aslında şiretin g ince ne . ü h c issediyo ünün o Zaman lduğun r? zaman u küpe ta iyi geliy ktığımd or tabii. a Ama m bana aş “Eşcins es iretteki el mi ola akrabala ela caksın” Tiyatroc rımızda diye so u olaca n ranlar d ğımı sö a oldu. ylediğim de de... G Küpe taktığım da “eşcins el mi olacak sın” diy e sordula r... R Röportajlar: ŞİRİN GÜVEN o tezatı da her şeyiyle ortada. Çünkü bir tarafta yüz katlı plazalarda yaşayan insanlar asansörlerden inmiyorlar. Öbür tarafta 10 çocuğu ve iki karısıyla kendi köyünün dışına çıkmamış insanlar var. Bir yanda dünya haritasının yarısına sahip bir Amerika var, oysa bizim köyümüz harita da dahi yok. Onların çatışması çok büyük bir komediyi beraberinde getiriyor. İbrahim’le Jessica Tinne’de buluşurlar. Aileler birbirlerinin her anına şaşkınlıkla bakarlar. Derdim seyirciyi kahkahalara boğup, akıllarını almak değil. Evet, kahkahalarla onları çok eğlendirmek ama akıllarına da cümleler sarf edebilmek istiyorum. Bugünün, şimdiki zamanın komedisinden ziyade tıpkı Kibar Feyzo’ların, Züğürt Ağa’ların yaptığı gibi dünden, yarına her daim bir anlam ifade edebilecek bir komedinin peşindeyim. Bu film için siyasi bir film diyor musunuz? Olması gerekeni yaptığını düşünüyorum. Eğer hayata vicdanlı gözlerle bakabilen biriyseniz yazdığınız, ürettiğiniz her şeye vicdanınız yansır. Politik film yapmak, sloganlar atmak gibi bir derdim olmadı. Ama benim babam da 12 Eylül ihtilalinden nasibini almışlardandı. Hayatımın her anında, ailemde bile politikacılar oldu. Babam Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü yapıyordu. Babaannem hiç okuma yazma bilmeden Türkiye’nin ilk kadın belediye başkanlığını yaptı. Dolayısıyla o hamurda yoğrulmuş biriyim. Adaletsizliğe karşı her zaman tepki duydum. Her şeye vicdanımla bakmaya çalışıyorum, bu da yaptığım her işe yansıyor. Amerikalılar çekim için geldiklerinde de komik şeyler yaşanmış değil mi? Evet, köyü plato sandılar mesela. “Türk sineması ne kadar ilerdeymiş. Plato kurmuşsun” dediler bana. Oyunculardan Mariel ve Katie “Ortadoğu’ya geldik, eyvah” diye çok korktu. Suriye sınırında çekim yapıyorduk. Katie’nin babası korktu ve güvenlik istedi. Sonra Özel Harekât sayesinde güvenlik temin ettik. Onlar da tabii korucular yolladı. Yani şalvarlı, puşili, elinde tüfekli insanlar geldi. Bu kez “Bunlar bizi vuracaklar” diye iyice korktular. Mesela Mariel son derece profesyonel olarak sette en fazla 12 saat durur, 10 saat çalışırım diyor. Karşısındaki oyuncular hiç kamera görmemiş o köyün insanları... İkisi de aynı kadrajda ve ben onları yönetmeliyim. Mariel “Organik yemeklerim nerede” diye soruyor. Diğerleri ise “Kaynımgillerin düğünü var, ben gideceğim” ya da “Ezan okundu ayıptır, günahtır” diyor. Bizzat yaşadıklarınızdan neler var filmde? Benim ağabeyim bir Amerikalı kadınla evli. Türklerin yurtdışına çıkması çok zor. Vize, pasaport gibi bir dolu şey isteniyor. Oysa bir Amerikalının buraya gelmesi çok kolay. O yüzden bizimkiler gidemeyince kızın ailesi bizden ağabeyimi istemeye geldi. Bizim bütün kalabalık aile ve aşiretten insanlarla, obez Amerikalılar karşılıklı oturduk. Ağabeyim mesela tuvalete gidiyordu, kimse birbiriyle konuşamıyor, gülücük atıyordu. Çünkü kimse kimsenin dilini bilmiyor. Ya da alaturka tuvaleti bilmedikleri için böyle yapacaksın diye tarif etmek gerekiyor. Bizim sepet sarkıtmamızı da çok dahice buluyorlar. Biz “Tü tü tü maşallah” deriz, onlar “Niye bize tükürüyor şimdi” diye endişeleniyor. Onların hiç bilmediği şey, düğünü kimin yapacağı, yatak odası takımını kimin alacağı... Şaşkın şaşkın bakıyorlar tabii. Bunlar hep filmde de olan absürd anlar. O köy resmi olmayan bir köy mü gerçekten de? Çektiğim köy öyle değil ama böyle resmi olmayan çok köy var Türkiye’de. Bu filmi yazmaya başladığımda bu konuda çok araştırma yaptım. Mesela Ağrı Dağı’nın eteklerinde böyle köyler var. Devletin harita teşkilatı zaman aralıklarıyla belli yerlere gidip haritaya ekliyor. Öyle yerler çok ilgimi çekiyor benim. Kendime aydın demek istemem ama milyonlarca sokak lambasının olduğu yerde aydın olmaktansa, mum ışığıyla aydınlanan yerlere ışık götürmek mühim olan bence. O yüzden beni yokluk halleri çok heyecanlandırıyor. Ben komediye çok inanıyorum. Antik Yunan’dan bu yana kral ve hükümdarlara bir tek soytarılar ve meddahlar laflarını hiç esirgemeden söyleyebilmişler. Bu anlamda doğru kullanırsanız komedi çok büyük güçtür. Meddah bir anlatıcıdır, söylemek istediklerini insanları eğlendirerek anlatma çabasındadır. Siyasi mizah uzun bir süredir yapılmıyor bizde.... Siyasi komedinin sadece liderleri taklitten ibaret olduğu düşünüldü. Oysa ki Fellini’nin bir sahnesinde küçük çocuk kum eler ve ustasına şöyle der, “Benim babam da ağabeyim de ev yapıyordu. Ben de ev yapıyorum şimdi. Peki, bizim evimiz nerede”. Bu bir komedidir ama çok şey de anlatır. G siringuven@gmail.com Fransa’da yaşayan İran asıllı gazeteci Freidoune Sahebjam’ın tanık olduğu recmi anlattığı “Soraya’yı Taşlamak” kitabı aynı isimle beyazperdeye uyarlandı. Dünya Soraya’nın recm edildiğini duymalı oraya sadakatsizdir. Soraya suçludur. Cezası ölümdür. Ve ölene kadar taşlanmalıdır. Bu sözler çok değil bundan 24 yıl önce İran’da söylendi. Recm edilen Soraya, baskı ve zulüm içinde ikinci sınıf vatandaş olarak yaşayan kadınlardan biriydi. Haksız yere suçlandı ve cezasının köyün erkekleri tarafından taşlanmak olduğuna karar verildi. Fransa’da yaşayan İran asıllı gazeteci ve savaş muhabiri Freidoune Sahebjam tanık olduğu bu olayı “Soraya’yı Taşlamak” kitabında anlatıyor. 1994 yılında yayımlanan roman aynı isimle beyazperdeye uyarlandı. İran’da yaşı küçük çocukların orduda savaştırıldıklarına dair yayımladığı rapor yüzünden köktendinciler tarafından öldürülecekler listesine eklenen, 1979’da Humeyni yandaşları tarafından kaçırılarak işkenceye uğrayan Sahebjam’ın vefatından bir yıl sonra. Hemen hemen her festivalden ödüllerle dönen “Soraya’yı Taşlamak” nisan ayında Türkiye’de de vizyona girecek. Filmin yönetmeni ve senaristi Cyrus Nowrasteh (sağda), uzun süredir görmezden gelinen bir utançla, 15 yılda binden fazla kadının taşlanarak öldürüldüğü gerçeğiyle yüzleştiriyor izleyiciyi. Nowrasteh ile “Soraya’yı Taşlamak” üzerine konuştuk. S Bu film aracılığıyla dünyaya ne söylemek istiyorsunuz? Bu film İran’da yaşanan gerçek ve trajik bir olayla ilgili. Daha önce hiç bahsedilmemiş olan recm ile ilgili. Ben bunu duyurmak istiyorum. Kitabın yazarı gazeteci Fereidoune Sahebjam’ı tanıyor muydunuz? Sadece telefonla konuşmuştuk. O Avrupa’da, ben ise Amerika’da yaşadığım için telefonla görüşebilmiştik. Onu dinamik, merhametli ve çok karizmatik buluyorum. Bu projeye sonuna kadar destek verdi. Ancak maalesef filmin çekim sürecinde vefat etti ve filmi göremedi. Daha kötüsü, ben onunla yüz yüze tanışma fırsatı yakalayamadım. Filmi çekmeye nasıl karar verdiniz? Sahebjam’ın kitabını okudum ve senaryo yazarı olan eşime verdim. İkimiz de çok güçlü bir film çıkacağı konusunda hemfikirdik. Ama maddi destek bulacağımızı sanmıyorduk. Senaryoyu yazdıktan sonra yapımcı Steve McEveety ve John Shepherd’e götürdük. Onlar büyük bir heyecanla karşıladılar ve bize maddi destek buldular. Ayrıca Tracy Price ve Thomas Papa da filmi gerçekleştirmemiz için bize fazlasıyla yardım ettiler. Sizi en çok Soraya’nın başından geçenlerin gerçek olması mı etkiledi? Hikâye çok güçlü, trajik ve dramatik. Ayrıca çok uzun süredir görmezden gelinen bir konu hakkında bu hikâye, bu anlamda çok ilgimi çekti. Filmde Soraya’nın hikâyesini olduğu gibi mi aktardınız? Açıkcası gerçek hikâyeye bağlı kalarak filmi çektiğimizi düşünüyorum. Gerçek bir recm hikâyesi anlatmanın ne gibi zorlukları vardı? Bazı İranlı yönetmenler özeleştiri yapamıyor. Bu yüzden de recm gibi konular konuşulmuyor ya da gösterilmiyor. Buna katılmıyorum. Kesinlikle bu tarz zorlukları göstermeliyiz, ancak böylece durumu düzeltebiliriz ve recme sonsuza kadar engel olabiliriz. Bu film size ne ifade ediyor? Her şeyi. Bu benim için daha önce hiç sözü edilmemiş önemli bir konuyu anlatma şansıydı. Zaten benim film yapmak istediğim hikâyeler bu tarz hikâyeler. İranlı bir yönetmen olarak recmi anlatmak riskli mi? Elbette. Ama İran’ın dışında yaşadığım için o kadar da riskli değil. Yine de dediğim gibi konuşulması gereken bir konu bu, o yüzden bahsetmeliydim bu olaydan. Tüm dünyanın bu sorunu bilmesi, duyması gerekiyor. Siz hiç recme tanık oldunuz mu? Gerçek bir recm olayının kaydını izlemiştim ve dehşete düşmüştüm. Gerçek olay filmde gördüğünüzden çok kötü. G C M Y B C MY B