18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 14 MART 2010 / SAYI 1251 ZÜLAL KALKANDELEN Zihni, gözü ve kalbi aynı çizgide Spor fotoğrafçılığına âşık bir kadın Mine Kasapoğlu. Bu tutkusu sayesinde olympic.org’un altı resmi fotoğrafçısından biri oldu. 2002’den beri olimpiyat oyunlarını izliyor; sporcuların yaşamlarına ortaya koydukları anlara tanıklık ediyor. Serdar Turgut’un yazısı üzerine erdar Turgut, Akşam’daki köşesinde bir süredir 21. yüzyılda inancın güçleneceğini, dindarların sayısının artacağını savunan yazılar yazıyor. O yazılardaki temel fikre katılmasam da, hepsini ilgiyle okuyorum. Son olarak 5 Mart’taki “Tanrı üzerine” başlıklı bir yazısında, ateistlerin savunduğu görüşlerdeki felsefi meselelere kafa yoran düşünürlerin de ortaya çıktığını söylüyor Serdar Turgut. Ve bunları ikiye ayırıyor: Birincisi, Norman Mailer gibi dindar olmayan ama evrenin kurgulayıcısı olarak Tanrı’ya inananlar. İkincisi, Alain de Botton’un ortaya attığı ateistler için din kavramını benimseyenler. Bu kısa bilgiyi verdikten sonra, neden Serdar Turgut’un yazısındaki görüşlere katılmadığımı anlatayım: 1 Turgut, “ateistler için din” kavramını anlatırken, “İnsanlar tüm bu arayış zahmetine girmeden kendilerini bir dinin rahatlatıcı kucağına bıraksalar daha iyi olmaz mı?” diye soruyor. Sonra da diyor ki: “Gayet tabii ki olabilirdi ama modern insanın beyni soru sormadan, sorgulamadan duramıyor işte.” Öncelikle, bana göre, Alain de Botton’un öne sürdüğü “ateistler için din” kavramı, yanlış bir çıkış noktasından hareket ediyor. Çünkü ateistler, organize dinler varlığı kanıtlanamayan tanrısal gücü savunduğu için onlara inanmayı reddediyor ve gerçekte herhangi bir din arayışında da değil. “İnsanların inançları olmasa da, dini mekânları gezmekten hoşlandığı için dini ritüellere ihtiyaç duyduğu ve bu nedenle bir butik dinin yaratılması gerektiği” şeklindeki görüş, doğrusu çok temelsiz görünüyor... Ayrıca, Turgut’un kendi sorusuna verdiği yanıt, inanç konusunda söylediklerini tutarsız kılıyor. Mesele şu ki; ateistler ve agnostikler, “Tanrı’nın olmadığına % 100 inanıyoruz” demiyor. Onların dediği şu: “Biz, Tanrı’nın var olduğuna % 100 inanmıyoruz.” Kendilerini organize dinlerin kucağına bırakmamalarının nedeni, bu konudaki sorgulamanın yasaklanmış olması... Kesin olan şu ki; modern insan beyni, sunulanları tartışmasız kabul etmek yerine, soru sormayı beyinsel faaliyet açısından daha rahatlatıcı buluyor. 2 Serdar Turgut, “Ateizm Öldü” başlığı altında yazdığı bölümde, 21. yüzyılda inancın güçleneceği öngörüsünde bulunuyor. Oysa bunu destekleyen herhangi bir araştırma ya da bilimsel çalışma mevcut değilken, son yıllarda bunun tersini ortaya koyan birçok araştırma yapıldı. Örneğin Amerika’da yapılan “The American Religious Identification Survey” adlı çalışmaya göre, ülkede herhangi bir dine bağlı olmadığını açıklayan ateist ya da agnostiklerin oranı, son 18 yılda 50 eyalette birden artış gösterdi. 1990’da % 8 olan bu oran, yaklaşık iki katına çıkarak % 15’e ulaştı. Pew Research Center tarafından yapılan bir araştırmada ise, 65 yaş üstündekilerin üçte ikisi, dinin kendileri için çok önemli olduğunu söylerken; bu oranın, 1829 yaşlarındaki gençler arasında yüzde 44’e indiği görüldü. Avrupa’da önemli bir ateizm dalgası olduğu ise bilinen bir gerçek; araştırmalar da bunu destekliyor. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, 21. yüzyılda inancın güçleneceğini iddia etmek, bugün olanaklı değildir. Belki bazı ülkelerin kendi iç dinamikleri nedeniyle inanca yönelik eğilimlerinde artış olabilir; ancak bunun bütün dünya ve yüzyıl için geçerli olacağını söylemek, geçerli bir dayanaktan yoksundur... G S ELİF TOKBAY ine Kasapoğlu sekiz yıldır peşinden koştuğu olimpiyat oyunlarını sonunda yakaladı. 32 yaşındaki profesyonel fotoğrafçı Kasapoğlu 2010 Vancouver Kış Olimpiyat Oyunları’nda fotoğraf çeken altı fotoğrafçıdan biriydi. Kış olimpiyatları sona erdi fakat Kasapoğlu’nun maceraları sürüyor. Fotoğraf çalışmalarını yurtdışında ve Türkiye’de sürdüren Kasapoğlu için olimpiyat fotoğrafçılığı ayrı bir tutku. Yaşamının sonuna dek olimpiyat oyunlarını fotoğraflamak isteyen genç fotoğrafçı aynı zamanda ‘snowboard’çu; bu alanda Türkiye şampiyonluğu var. Dedesi ise eski Olimpiyat Komitesi Başkanı Turgut Atakol. Yurtdışında ekonomi, felsefe ve fotoğrafçılık eğitimleri alan Kasapoğlu’nun spor fotoğrafçılığı öyküsü 2002 Salt Lake Olimpiyat Oyunları’nda başlıyor. Olimpiyadın hazırlık aşamasında görev alıyor ve bütün bir olimpiyadı izliyor. Olimpiyat bitince bu alanda uzmanlaşmaya karar veriyor. Bugüne kadar Salt Lake City, Torino, Atina ve Pekin olimpiyat oyunlarını fotoğraflamış, bazılarını gönüllü olarak, bazılarını ise gazeteci olarak izlemiş. M lensten içeri giriyor, Kasapoğlu deklanşöre basana kadar ise her şey değişmiş oluyor. Yılların çalışması olimpiyat oyunlarında alınan bir dereceye dönüşüyor. Kasapoğlu’nun peşinden koştuğu işte tam da bu. Zaten Kasapoğlu’nun kendisi de bu ruhtan besleniyor. Olimpiyat ruhu insan vücudunun mükemmelliğini ve dünya barışını tek bir anda hissedebilmek için bir fırsat. Bir sporcunun disiplin ve kararlılık sonucu zihnini olabilecek en üst seviyeye çıkarabilmesi ve bütün dünyaya insan vücudunun neler yapabileceğini göstermesi, dünya ülkelerinin barış içinde bir araya gelerek fair play kuralları içinde yarışması... Çektiği fotoğrafları arkadaşlarıyla, ailesiyle ve bütün dünyayla paylaşabilmesi, hiç tanımadığı insanların yaptığı işler hakkında iyi şeyler söylemesi, fotoğraflarının insanların içinde bir şeyleri kıpırdatabilmesi ise ayrı bir tatmin Kasapoğlu için. Fotoğraf çekmek Mine Kasapoğlu’na hayatta sevdiği şeylerin peşinden koşmayı öğretmiş. Sevdiği fotoğraflarının sürekli değiştiğini anlatıyor. “Bir süre bir fotoğrafımı çok severim, sonra çekmek istiyor. Winter X Games, European Open ve US Open’a (snowboard yarışları) gitmek istiyor. Aynı zamanda Türk sporcuların portrelerini çekmek hedefi. Çünkü çocukların spora özenmesi için en az sanatçılar kadar sporcuların da yüceltilmesi gerekiyor. Mine Kasapoğlu’nun spor ve olimpiyat fotoğrafçılığı dışında ilgi alanları da var. Bunlardan biri “gizli fotoğraflar”. “Gerçeklerden kare üretmeyi” sevdiğini söylüyor, perde arkası fotoğraflar bu yüzden ona çok uygun. Salt Lake Olimpiyat Oyunları’nın açılış ve kapanış seremonilerinde ünlülerin fotoğraflarını çekmiş. Çektiği ilk ünlü ise Sting. Onu gördüğünde çok heyecanlandığını, “yıldız çarpmışa” döndüğünü söylüyor. Ünlü insanlarda ilginç bir enerji olduğunu, fotoğrafını çekmenin, enerjilerine ve büyülü dünyalarına karışmanın çok keyif verici olduğunu anlatıyor. GİZLENEBİLMEK AVANTAJ Yazın da Lenny Kravitz ile Almanya turnesine çıkmış ve ona eşlik eden Anna F. adlı müzik grubunun bu macerasını fotoğraflarla belgelemiş. Hem çok eğlenmiş hem de ortaya güzel kareler çıkmış. Fiziki olarak küçük olmak gizlenebilmek için önemli bir avantaj. Çünkü ünlüleri fotoğraflarken en önemli şey onları rahatsız etmemek. Bu avantajını olimpiyatları fotoğraflarken de kullanıyor. Kadın olmanın ekipmanları taşıma konusunda dezavantajları var ama öne geçmek, diğer fotoğrafçıları çalışırken rahatsız etmemek de önemli bir avantaj. Cinsiyetin her meslek grubu için beraberinde getirdiği dezavantajları ise söylemeye gerek yok. “Kendinizi kanıtlamak için daha fazla çaba harcamanız gerekiyor” diyor. Kadın olmanın bir avantajı ise sporcuların kadın fotoğrafçılara daha değişik tepkiler vermesi. “Biraz daha duygularını gösteriyorlar” diye anlatıyor bu durumu Kasapoğlu. Mine Kasapoğlu yaptığı her işi tutkuyla yapan bir insan. Karanlık odada çalışmak gerçi artık fotoğrafçıların karanlık odası laptopları, snowboard antrenörlüğü, spor, olimpiyat fotoğrafçılığı onun için bir tutku. İşini tutkuyla yaptığı için “Hisleriniz fotoğrafta görünür” diyor ve Henri Cartier Bresson’un bir sözünü hatırlatıyor: “İyi fotoğraf çekmek için bir fotoğrafçının zihnini, gözünü ve kalbini aynı çizgide birleştirmesi gerekir.” G [email protected] OLİMPİYAT RUHU Kasapoğlu, çocukluğundan beri fotoğraflara bakmayı, albüm yapmayı çok sevdiğini anlatıyor. 1998’de eğitim için Amerika’ya gittiğinde fotoğrafçılık ve karanlık oda ile tanışıyor ve o zamandan beri fotoğraf çekiyor. 2002’den bu yana tüm olimpiyat oyunlarını izlediği için, olimpiyat fotoğrafçıları arasında tanınıyor ve resmi web sitesi için çalışan fotoğrafçılar patronlarına Mine Kasapoğlu’ndan bahsediyor. Böylece Kasapoğlu’nun rüyası gerçeğe dönüşüyor ve Vancouver’da olympic.org için fotoğraf çeken altı kişilik ekibe dahil oluyor. Fotoğrafçı, yaptığı işten çok büyük zevk alıyor, yıllarca “o an” için çalışmış. Sporcuların bu en önemli anlarını paylaşmak onun için bir tutku. Olimpiyat oyunlarında duygular çok yüklü. Sporcular 400 mm’lik sıkılırım, hatalarımı görmeye başlarım, zaman geçtikçe belki yine severim” diyor. Fotoğraf çekerken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor, yorgunluğunu, açlığını unutuyor. Bazen aklındaki bir kareyi yakalamak için saatlerce yolculuk yapmak, karda yürümek, sokakta, yağmurda saatlerce beklemek ve sırtında 20 kiloluk ekipman taşımak... Ama aynı zamanda bunların hiçbirini umursamamak. İnsanın gerçekten sevdiği işi yapması bu olsa gerek. Kasapoğlu, önümüzdeki yıllar içinde özellikle extrem (aşırı, uç) sporlarla uğraşan sporcuların portrelerini www.zulalkalkandelen.com / [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle