Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 20 AĞUSTOS 2006 / SAYI 1065 İÇİMİZDEKİ “KÖTÜ”LER Remzi Ünal, emniyet amiri Adil, Kati Hirşel, başkomiser Nevzat... Onlar polisiye romanlarının “iyi”leri. Bir tecavüz vakasını, mafya hesaplaşmasını ya da seri cinayeti çözüyorlar. Kurbanın neden öldürüldüğünü, dahası katili arıyorlar. “Kötü”nün civarında dolaşan bu “iyi”ler en az onlar kadar karanlığa giriyor, belaya bulaşıyorlar. Okuyucuyu “normal”den, “sıradan”dan uzaklaştıran bu karakterlerin yaratıcıları polisiye yazarları Ahmet Ümit, Osman Aysu, Celil Oker, Esmahan Aykol, Gülten Suveren. Yazarken eğlendikleri kadar, yoruluyorlar. Kimi akıcılığın, kimi kendisiyle yüzleşmenin, kimi de eğlencenin, kimi gerçeği unutturmanın peşinde. Peki ya okuyucular? Polisiye onlar için ne kadar hayattan kaçmak, ne kadar içlerindeki “kötü” ile karşılaşmak demek? Yazarları; polisiyeyi, kendilerini ve okuyucuyu anlatıyor... Özlem Altunok ESMAHAN AYKOL Esmahan Aykol, ilk kitabını sevdiği polisiye türünde yazanlardan. Okuyucuyu “Katil kim?” sorusunun peşine önce “Kitapçı Dükkanı”, ardından da “Kelepir Ev”le düşürdü. Aykol, “kötü”yü yazarken değil de, daha çok, onun safına geçince ürperiyor. “Çünkü” diyor, “kötülük yapıp da kurtulmayı beceren kimsede bir dehanın gizli olduğuna inanıyoruz, polisiye yazarları da bizim bu zaafımızı iyi kullanıyor”... Yazmanın beni dengelediğini, iyileştirdiğini düşünüyorum. En azından yazdığım süre içinde, yazmadan geçirdiğim günlere göre daha iyi, daha az kavgacıyım. Öte yandan da, iyi bir yazarın birbirinden çok başka kimlikleri giyinebilen bir insan olduğunu görüyorum. Bir tür geçici şizofreni hali gibi bir şey bu. Kötüyü yazarken kötü, entrikacıyı yazarken entrikacı olmak. Ama bütün kahramanlara kendi içimizden gitmek gerekmiyor, gözlem yapmak da yazmanın bir parçası. Okur olarak sevdiğim polisiye romanlar kendi kötücül sınırlarımla karşılaştıklarım. Suçlu gibi görünen kahramana hak verdiğim, adaletin pençesine düşüp yargılanmamasını dilediğim anda ürperirim. Bence iyi polisiye, okura bunu düşündürtür. Mesela Patricia Highsmith`in Ripley kahramanlı eserlerinde psikopat olan Ripley`nin tarafını nasıl olup da tutabildiğime şaşırmışımdır. Pedofil sapıklık ve ensest benim gözümde mutlaka cezalandırılması gereken iki suç. Cinayetin bile okurun ikna edilebileceği makul bir nedeni olabileceğini düşünebilirim de, bu ikisi hiçbir biçimde mazur görülemez. Bir de ülkemize özgü “namus cinayetini” bu kapsamda görüyorum. Bir erkeğin, babasının emriyle kız kardeşini kasten öldürmesi, hangi gerekçeyle olursa olsun, ne akla, ne ahlaka ne de insanlığa sığdırılabilir. Bugün mü böyle, yoksa hep mi kötünün cazibesi daha fazlaydı, bu konuda şüphem var. Hepimiz gizliden de olsa kötüde, daha doğrusu kötülük yapıp da kurtulmayı beceren kimsede bir dehanın gizli olduğuna inanıyoruz, polisiye yazarları da bizim bu zaafımızı iyi kullanıyor. OSMAN AYSU Osman Aysu’nun yazma macerası emeklilik yıllarında hayatındaki boşluğu doldurma isteğiyle başlıyor. 94’te çıkan ilk polisiyesine bugün neredeyse 50 kitap daha eklenmiş durumda. Bana göre bugün insanlar polisiyeyi günlük hayatın stresinden kaçmak için okuyor. İnsan ruhunda garip bir tatminsizlik var, bunu polisiye film seyrederken de hisseder, kendimizi kahramanın yerine koyarız. Yaptığı o inanılmaz şeylerin etkisine kapılarak onunla yer değiştiririz. Böylece toplumun ağır yükünden uzaklaşır, dinleniriz. Bana sorarsanız polisiye hayata dair fazla bir şey öğretmez, ama bu hafife alınmasını da gerektirmez, çünkü sizi ezilmişliğinizden kurtarıp bir anda başka bir dünyaya sokar. Elbette kendimi gerçek anlamda bir katil gibi hissedemem, bunun için katil olmak lazım. Yine de iyi bir gözlemci değilseniz, polisiye yazamazsınız. Yaşadığım hareketli hayat, başımdan geçen nahoş olaylar, “kötü adam” imajını tanımamı sağladı. Kitaplarımda da bu deneyimlerimden faydalandım ve yaşadıklarımı üstü kapalı ele almaya çalıştım. Her yazar gibi biraz da kendimi yansıttım kitaplarımda. Ve sonuçta ben iyiysem kitaplarımda da iyi adam kazanıyor. Gördüğünüz gibi sakin, halim selim bir adamım, ama iç dünyamdaki hareketliliğin sonucu bu kitaplar. Ben şimdiye kadar 50 polisiye yazdım, ama edebiyat yapma sevdasına düşmedim. Mesleğim hukukçuluk olduğu için derdimi sade ve kısa cümlelerle, açıkça anlatmayı biliyorum. İyi polisiye, insan psikolojisine hâkim olmayı gerektirmiyor. Derin karakter analizleri yerine okuru tuzağa düşürmek, aklından geçmeyen bilgileri serpiştirmek ve sürüklemek önemli. CUMHURİYET 02 CMYK