Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 Dramın içinden bile taşan mizah, merak ve macera arzusu, sakinlik, oyuncu ve set işçilerine saygı... Bu sözler Atıf Yılmaz’ı tanımlıyor . Hale Soygazi ve “On Yönetmenle Türk Sineması” kitabının yazarı Ertekin Akpınar Fotoğraf: UĞUR DEMİR En çok kadınları merak etti Berat Günçıkan tıf Yılmaz için Emek Sineması’nda yapılan törende Nur Sürer bütün kadın oyuncuların, aslında izleyicilerin de kederini dile getirdi... “Sinemanın kadınlarının en büyük sevgilisini kaybettiğini düşünüyorum...” Yılmaz’ın yönettiği 191 film içinde sinema tarihine geçen pek çok film var elbette, ama 80 sonrası yaptığı kadın filmleri, hep ayrı bir yerde değerlendirilecek... Çünkü, 80 sonrasında kendilerine yeni bir dil arayan kadınlarla birlikte yol alan o oldu. 1982 tarihli, Türkan Şoray’ın başrolü oynadığı “Mine” bu yolculuğun ilk filmiydi. Üç kadın, Türkan Şoray, Müjde Ar ve Hale Soygazi ile kadının kimliğini kezlerce yorumladı. Bizim sinemada izlediklerimizin dışında arka perdede nasıl bir Atıf Yılmaz vardı, bir hayli “erkek” olan Yeşilçam’ın dilini kırabilmiş miydi? Bu soruları Hale Soygazi yanıtladı. Siz Atıf Yılmaz’ın hangi filmlerinde oynadınız? Bir Yudum Sevgi (1984), Kadının Adı Yok (1987) ve Bekle Dedim Gölge'ye (1990) filmlerinde oynadım. Bir Yudum Sevgi bol ödüllü bir film oldu... Bu filmin öykü ve senaryosu Latife Tekin’e aittir. Kahramanları gerçekten bir gecekonduda yaşıyorlardı. Birlikte onlara gittik, ben onlarla birkaç gün geçirdim. Bize kendilerini, yaşamlarını anlattılar. Ben ilk gün heyecanlanacağımı bildiğim için, Atıf Bey’le pazarlık yaptım, ne olur beni ilk planda oynatmayın, önce başka sahneleri çekin dedim... Kabul etti. Sözünü tuttu mu? Elbette benim istediğimi yapmadı, ilk gün motor dedi ve beni çekmeye başladı. Tir tir titriyordum, çünkü bu filme çok güveniyorduk, çok hazırlanmıştık ve üzerimde bunun ağırlığı vardı... Aygül nasıl bir karakterdi? Film, göç sorununu, köyden gelen insanların, varoşlarda tutunmaya çalışan vasıfsız insanların hikâyelerini anlatıyordu, ama bunu benim oynadığım karakterin, Aygül’ün üzerinden veriyordu. Kocası, ne geldikleri yerin, ne kentin değerlerine sahip olabiliyor, yeni hayatıyla başa çıkamıyor ve yitip gidiyor. Aygül, kadınlığını da bir yana atmadan hayatla mücadele ediyor, dört çocuğuna sahip çıkıyor. Bir sürü iş denedikten sonra fabrikaya giriyor, bir işçiye âşık olup evleniyor... Yani film kadının üzerine kapanmıyor... Evet. Yılmaz kadınların değişime daha açık olduklarını, yaşamla kıyasıya mücadele ettiklerini görmüştü... Kadının Adı Yok roman olarak kadınları kendi hikâyeleri, dolayısıyla kimlikleriyle yüzleşmeyi sağlayan bir ilkti... Filmde de aynı başarı gösterilebildi mi sizce? Duygu Asena çalışmalara katıldı mı? Bir senaryo yazıldı, o olmadı, sonra aralarında benim de olduğum bir grupla çalıştık. Duygu Asena da birkaç kez bu çalışmalara katıldı. Ancak film çok başarılı olamadı, çünkü filmin ve romanın zamanları aynı değildi, kadının çocukluğundan bugününe arayışları vardı, flash backlerle anlatılıyordu... Adaptasyon zor bir iştir, kitabın ruhunu alıp oradan yaptığınız seçimlerle filmi çekersiniz; ama o artık roman değil, başka bir şeydir... Bunu yapamadık... Atıf Yılmaz, filmin olmadığını kabul etti mi? Filmi izlediğimizde “Ben beğenmedim” dedim, o “Önce ben söyledim, beğenmedim” dedi. Aramızda önce ilk A kimin söylediğine ilişkin bir şakalaşma oldu. Sonra da Ümit Kıvanç’ın romanından uyarlama “Bekle Dedim Gölge”de de birlikte çalıştık. Üçüncü filmde tir tir titremeleriniz geçti mi, Atıf Yılmaz artık alışılmış, bu yüzden yanında rahat olunan bir yönetmene dönüşebildi mi? İlk filmde de rahattım. Ben her filmimde tir tir titrerim, yani bu benimle ilgili bir durum. Yılmaz’ın yanında her zaman rahat olunur, çünkü hayata hafif dalga geçerek bakar. En yoğun dramlarında bile bir mizah vardır, en koyu acıya bile mizahi yaklaşır. Bu mizah sete de yansır mı? Atıf Yılmaz’ın seti çok keyifli olur. Sete bütün planları, kamera açılarını bir kroki ile hazırlamış olarak gelir, ama sahnede değişiklik önerilerine, oyuncu doğaçlamalarına açıktır... Senaryo çalışmalarına da oyuncuyu dahil eder. Settekilerle konuşur ki bu iyi bir şeydir, bilgilenirsiniz. Ayrıca şaryodan set işçisine herkese senaryoyu verir, onların da düşüncelerini alırdı. Bu sayede herkes senaryodan haberdar olurdu. anlatıyor... Şimdi bir film ATIF YILMAZ’ı anlatmalı... Ertekin Akpınar ir film jilet gibi olmalı. Ringi dar etmeli insana. Sersemleştirmeli. Köpek gibi ağlatmalı, duvarları yumruklatmalı. Bir film, kalbini söküp duvarlara fırlatıp parçalatmalı insanın. Bir film, insanı kiralık bir katile dönüştürmeli, soğukkanlı bir cerraha, sıcak bir çay yapan garsona… Bir film, uzun yürüyüşlere, yeni maceralara, soğuk bir kadeh rakıya alıştırmalı. Bir film, Gelinin Muradı olmalı. Bir film, Kibar Feyzo, Balatlı Arif, Mağlup Edilemeyenler, Delikan, Ahhh Belinda olmalı... Yıl 1986. Adapazarı Atatürk Lisesi’nde okuyorum. Yıldız Sineması’nda son paramı verip Değirmen filmini izlemiştim. Acayip bir mutluluk duymuştum. Filmler o zaman “devam”lı oynadığı için aynı gün içerisinde aynı filmi üç defa izlemiştim. Sinemadan çıktıktan sonra, panodan o afişi söküp aldım: “Bir Atıf Yılmaz Filmi: Değirmen”. Yıllar sonra kendisiyle yaptığım bir röportajda Değirmen filmi ile ilgili Atıf Yılmaz şunları söyledi: “Reşat Nuri Güntekin’in Değirmen filmini yapmaya karar vermiştim. Değirmen, daha önce Soygazi ve Yılmaz. Kadının Adı Yok’u çalışırken... Son söz kimindir? Sette son söz yönetmenindir. Yönetmenin doğru bulmadığı bir şeyi yapmak yarar getirmez. Atıf Yılmaz’da en dikkatinizi çeken yan neydi? Merak duygusu. Onun kadın filmleri yapma nedeni de buydu, kadınları da anlamaya çalışıyordu. Anlayabildi mi? Bazen kadınları çok iyi tanıdığını düşünüyordu, bazen tanıyamadığını. Tanıyamadı tabii ki, ama bu sadece Yılmaz’a ait değil, bir erkeklik durumu... Ancak kadınların hayatlarının daha zengin ve dramatik çelişkilerle dolu olduğunu gördü ve bunu filmlerine yansıttı... Ondan ne öğrendiniz? Her zaman, iş çıkmaza girse dahi soğukkanlı ve sakin olabilmeyi... O hiç öfke patlaması yaşamazdı, kendini kaybetmezdi. Sette öyle hatalar yapılır ki... O yine de soğukkanlı ve incelikle davranırdı. Onun için de setlerinde hep bir dostluk havası ve neşe hâkimdi. En çok hangi filmlerini sevdiniz? Birçok filmini sevdim; Adı Vasfiye, Ah Güzel İstanbul... B Neden maceradır? Dünya sinemasında her “tür”ün, “akım”ın, “tarz”ın ve kuşakların hikâyesini okuduğunuzda bir süreklilik görürsünüz. Yönetmen aksiyon delisidir ve sürekli B sınıfı diyebileceğimiz aksiyon filmi çeker. Adam melodram hastasıdır ne yapsa başka bir şey olmaz. Örnek mi? O kadar çok ki... Atıf Yılmaz’ın farkı tam da burada. “Türk Sinema Tarihi”nin bütün dönemlerine tanıklık etmiş bir yönetmen tam 55 yıl Yeşilçam’da film çekmiş, hem de her “tür”, “akım ve tarz”dan... Açın bakın kitaplara, dünya ölçeğinde bu kadar yıl kesintisiz ve farklı film çekmiş bakalım kaç yönetmen bulacaksınız? Kaç yönetmen çıkacak karşınıza dramatik yapıyı bu kadar sağlam kuran? Hiç unutmuyorum, görüşmemizde kendisini, Türk sinemasında cesur filmlere imza atmayı göze almış bir yönetmen olarak gördüğümü söylediğimde şu yanıtı vermişti: “Bana deli diye bakıyorlardı. Müjde (Ar) Ahhh Belinda’nın senaryosunu okudu, ‘Bu film yapılır mı batacaksın’, dedi.” BENİM UYDURDUĞUM ŞEHİR EFSANESİ... “Türk sinemasında sizi üzen ya da inciten bir olay oldu mu” diye de sormuştum da, şöyle yanıtlamıştı: “Seks filmlerinin piyasayı kapladığı bir dönem, bağımsız bir yönetmen olarak çalışıyordum. Şirketim falan yoktu. Teklifler geliyordu. Seçme hakkım varsa bana göre en iyisini seçiyordum. Bir gün Türker İnanoğlu çağırdı ve Bülent Ersoy’la bir arabesk film yapmamı teklif etti. “Ne yapacağım” diye düşünmeye başladım. O yıllarda Türkiye’de çeşitli bölgelerde film işletmeleri vardı. Bunlardan gelen talebe göre film yapılırdı. Adana işletmecilerinden İzzet diye bir arkadaş, ‘Atıf Abi, sen istediğin filmi yap biz seni finanse ederiz’ dedi. Biz o bölgeden topladığımız avanslarla Selvi Boylum Al Yazmalım filmini yaptık”. Atıf Yılmaz, 1970’li yılların başından itibaren şehirleşen ve hızla değişen hayatların hikâyeleri anlatmaya koyuldu. Çünkü asıl ve temel olan sorunlar artık şehir de yaşanmaya başlamıştı. Cesur hikâyeleri anlatmaya soyunmuştu. Kadın sorunları bunların en başında geliyordu. Adı Vasfiye, Ahhh Belinda, Asiye Nasıl Kurtulur gibi filmlerine sağlam bir okuma yaptığınızda aslında Atıf Yılmaz’ın ne kadar iyi bir edebiyat okuru olduğunu da göreceksiniz. Kendisine espriyle, “Türk sinemasında en çok film şirketi batıran yönetmen sizmişsiniz” deyince, “Bu benim uydurduğum bir şehir efsanesi” deyişinin altında müthiş bir gusto ve ironi vardı. Neyse... Şimdi bir film, aynı senaryoyu yazan dört kişinin hikâyesini anlatmalı: Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz. Şimdi bir film, lise yıllarında kütüphanelerde Fransız klasik romanlarını okuyan bir öğrencinin öyküsünü anlatmalı. Şimdi bir film, Şadan Kamil, Aydın Arakon ve İlhan Arakon’a yazdığı ilk senaryoyu büyük bir heyecanla veren gencecik bir yönetmenin öyküsünü anlatmalı. Şimdi bir film, Nâzım Hikmet’in desteklediği, “Tavanarası Ressamlar Grubu”nun, “Türkiye’ye Resmi Biz Getiriyoruz” iddiasıyla açtığı resim sergisindeki öyküsünü anlatmalı. Şimdi bir film, hayatı boyunca film çekmiş bir yönetmenin kendi filmlerine bakamayışının nedenini anlatmalı. Şimdi bir film Atıf Yılmaz’ı anlatmalı! devlet televizyonu (TRT) tarafından dizi olarak yapılmış ve gösterilmişti. Filmin senaryosunu sansüre yolladık, Kula’ya çekime gittik. Kula’da çekim hazırlığı yaparken, sansür kurulunun senaryoyu reddettiği haberi geldi. Orada da polis baskısı var. Ne yapacağımızı şaşırdık. Topladım arkadaşları, durumu anlattım. Şener (Şen) dedi ki: ‘Buraya kadar geldik, dönmemize imkân yok’. Böylelikle çekime başladık. Oradaki polis müdürünü rakı içerek oyalıyorduk. ‘Yok yarın gelecek, yok kâğıt yolda’ diye. Filmi 13 günde çekmek zorunda kaldım. Çünkü polis müdürü ikide bir, ‘Beni mahvedeceksiniz, kâğıt ne zaman geliyor’ diyordu.” Atıf Yılmaz deyince aklıma sinema değil macera kavramı takılıp duruyor. Dikkat etmek gerekirse hiçbir Atıf Yılmaz filminde sinemadan sarsılarak çıkmazsınız. Sevinerek, umutlu ve iyimser biri olarak salondan ayrılırsınız. Sarsıntı sonra başlar çünkü. O sarsıntı; daha çok macerayı barındırır. Atıf Yılmaz için film çekmek de biraz maceradır çünkü! CUMHURİYET 07 CMYK