02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 14 MAYIS 2006 / SAYI 1051 Aşkın ömrü üç yıl! şk bir tanrısal armağan değil, beynin insanlık denli eski bir mekanizması. Bugün hepimiz bu aşk şemasıyla damgalanmış durumdayız. Çünkü, bu mekanizma genlerimizde kökleşmiş, bu bir genetik program. Aşk davranışı, erkekte, türün çoğalmasını güven altına almak gereksiniminden doğmuş. Yalnızca en güçlülerin sağ kalabildikleri bir dünyada, bebekleri korumak gerekti. Yaşamını sürdürebilmesi için, çocuğun ana babaya gereksinimi vardı. Çünkü tek bir anne ya da baba onun sağ kalmasını sağlayamaz, onu büyütemez, onun için yiyecek aramaya çıkamaz ve onu saldırgan hayvanlara karşı koruyamazdı. Oysa, iki ebeveyni bir arada tutmaya zorlayan tek fenomen aşktır. Aşk dişi ve erkek iki yetişkinin kendilerini harika hissettikleri bir süreçtir şimdi iki erkek ya da iki dişi de olabilir, eşcinsellik de bu söylemin içindedir. Öyleyse beyinsel kimya bir bağımlılık yaratıyor ve onların birbirlerinin hatalarını görmezden gelmelerini sağlıyor: Bu kimya çocuğun yaşamını sürdürebilmek uğruna onları bir arada tutuyor. Peki bu genetik program şu erkeği bu kadına doğru nasıl iter? Uzmanlar arada beynimizin ötesinde bilinçdışı olarak aradığı tamamlayıcı etkenlerin olduğunu düşünüyor. Kokuların rolü ortaya çıkarıldı. Kokular bağışıklık sistemine ilişkin genetik bilgileri açığa vuruyorlar. Deneyler bir bireyin kendisininkinden çok farklı bir bağışıklık sistemine sahip birisini yeğlediğini gösterdi. Kokular böylece bilinçaltı olarak gelecekteki partnerimizi seçmekte yardımcı oluyor. Endorfin reseptörleri duyarsızlaşınca, çiftin birbirine bağlılığı azalsa da, oksitosin kalır. Bir çift kucaklaşıp, birbirini okşayıp, seviştiğinde ya da hatta akşam yemeğinde ufak ufak tartıştığında oksitosin salgılanır. Ve oksitosin bir huzur hissi doğurur. Bağışıklık sistemini uyarır, kalbi yavaşlatır, bedenleri rahatlama durumuna sokar. Aşk davranışlarını sürdüren çiftler çok daha uzun zaman birlikteliği sürdürürler. Artık bağımlılık içinde değillerdir, ama huzur içindedirler. MASALLARIN FARKLI EVRENİ Aşkı kimya ile açıklamak somut bir romantik düşünceyi öldürmek anlamına gelebilir. Hepimiz bir masallar kültüründe yetiştik. Masal: “Mutluluğa kavuştular ve çok çok çocukları oldu” der. Hiçbir zaman; “Üç yıl mutlu oldular sonrası daha da kötü oldu” demez. Birden, bu üç yıl geçince beyin normal etkinliğine döndüğünde, partnerine bakar insan ve: “Vay canına! Hoşlanmadığım birçok alışkanlığı var. Neden onu seçtim? Hiç de iyi değil bu!” der. Ama işin aslında nasıl yürüdüğünü bilirse, kendi kendine; “Beynin normal etkinliğine döndüğü bir döneme geldik tekrar, öykünün bundan sonrasını nasıl göğüsleyeceğiz?” der. Bir aşk öyküsü için yola çıkıldığında, kimyasal sürece koşut olarak, çift için sözcükler aracılığıyla bir ikinci iletişim yolu daha vardır. Bu değiş tokuşlar beynin aşk sayesinde yatıştırılmamış başka bölgelerini işe karıştırır. Ötekiyle derinlemesine ilgilenmek zahmetine katlanırsak, onun zihinsel yaşamına ilişkin bilgilerle kendimizi zenginleştirebiliriz. Araştırmalar uzun süren birlikteliklerle, üç yıllık kaçınılmaz virajı aşamayanlarda farklı nitelikte uzlaşmalar görüldüğünü gösteriyor. Partnerlerine hiçbir ayrıntı vermeden “Harika makarnalar yapar, Woody Allen’lerin tümünü bilir, Tenten hayranıdır...O bir dâhi!” diyen kadınlar, zamana dayanan çiftler kuramıyorlar. Buna karşın, birbirlerine neden harika olduklarını ayrıntılarıyla anlatabilenler, sürekli çiftler oluyorlar. Bu bilgi kesinliği, devam için uğur getiriyor. Kimse kendi isteğiyle, âşık olmayı kararlaştıramaz. Ne var ki, daha başlangıçta, keyif kaçıran uyuşmazlık noktalarını göz ardı edip her şeyi harika bulmak yerine, partnerini sorgulayabilir. Uyanık olmayı bilmek gerekir, çünkü aşk tümüyle programlanmış değildir. Tüm bireysel yaşantımızı kapsayan garip, melez bir şeydir aşk... Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY A mek gerekir. Kadın, biyolojik olarak ayda bir yumurtacık yapar. Bu yumurtacık döllendiğinde, çocuğu yaratmak için dokuz ayını ayırması gerekir. Daha çok yemek zorundadır, daha az devinir, sonra da emzirmek zorunda kalacaktır. Bu yatırımın karşılığında çocuğun kendi genlerini taşıdığını, onları gelecek kuşağa aktaracağını bilir. Erkek içinse, durum farklıdır. Her gün milyonlarca sperm hücresi üretir, doğumdaki tek rolü bir yumurtacığı döllemek için bir sperm hücresini kullanmaktır. Buna karşın, hiçbir zaman doğan çocuğun kendisinin olup olmadığını bilemez. Romantikler yandı! Biyolojinin yasalarına göre, aşk kısa süreli bir kimyasal süreç. Buna hepimiz teker teker nasıl ayak uydurabiliriz? Birlikteliğimizin ömrünü nasıl uzatabiliriz? Çözüm, huzura dönüşen bir sevginin tadını çıkarmaktır belki de... Böylece, genlerinin gelecek kuşağa geçeceği konusunda varoluşsal bir kuşku durumunu yaşar. Bu biyolojik farklılıklar farklı davranışlara yol açar. Bulmak çok kolay olduğu için kadın özellikle sperm aramaya çıkmaz. Maddesel yatırım yapabilecek bir partner aramaya koyulur. Kendi kendine: “Madem tüm biyolojik iş benim üstümde, sadece bana yemek sağlayacak ve saldırganlardan koruyacak bir eş bulmalıyım” der. Böylece bütün güç simgelerini taşıyan bir erkek aramaya çıkar: Yüksek bir testosteron düzeyi, kaslar ve maddesel kaynaklar. Erkek ise, taşıyacağı çocuğun kendisinin olduğundan emin olacağı bir kadın aramaya soyunur. Erkek, hem doğurgan hem de sadık bir kadın arar. Ama öncelikle doğurgan. Kendisine çocuk vermeyecek olan bir kadınla birlikte olmaya değmez ona göre. Onda gerçekte doğurganlığın ölçütleri olan tüm kadıncıl güzellik ölçütlerini arar: Gür saçlar, parlak ten, açık gözler, dolgun dudaklar... geçirme yolundayız. Gene de bugün bile, kariyer yapmak ve bir hayat arkadaşı bulmak isteyen bir kadın öncelikle kasları gelişkin bir erkeği çekici bulabilir. Bu bir öncelikli çekicilik öğesidir, ardından onun için akıl önemli olabilir. Bir aşk öyküsünü yönlendirebilmenin tüm sanatı buradadır. Birliktelikteki aşk kimyası ancak üç yıl sürer. Aşk davranışının genetik programlaması, beynin bazı bölgelerindeki etkinliği değiştirir. Bu bölgeler gitgide duyarsızlaşırlar, oksitosin gibi süreci yumuşatan hormonlar da duyarsızlaşır. Zamanla, beynin etkinliği normal akışına döner, aşk döneminin coşkulanmalarından sıyrılır. Buna karşın birçok çift uzun zaman bağlı kalıyorlar. Beyinleri hiç mi duyarsızlaşmıyor? Belli bir duyarsızlaşma varsa da, çiftin devamını sağlayan biyolojik bir yardım da var. EVRİMLE GELEN DEĞİŞİM Bu genetik programlama, evrimle birlikte değişime uğradı. Özellikle de yaşam süresinin uzaması ve doğum kontrolü ile. Bugün kadın, gebeliklerini denetleyebiliyor ve güçlü ya da zengin bir erkeğe gereksinim duymuyor. Yavaş yavaş, testosterondan başka sunacak bir şeyleri olmayan erkekler pazardan çekilecekler. Bu andan sonra, genlerimiz değişiyor. Yirmi kuşağın, bir türün genomlarını değiştirip yeni bir tür yaratmak için yeterli olduğu söyleniyor. Belki değişimler DOĞAL SÜREÇTE SEÇİM Doğaldır ki seçimi etkileyen işaretler bu kadarla kalmaz. Ama onları anlayabilmek için erkek ve kadının evrim geçirdiği yabanıl ortama geri dön CUMHURİYET 16 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle