Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 KAMERA BANA DİYOR Kİ... Kamera aynadan daha şeffaf ŞERİF SEZER’e göre. “Beğenilme arzunuzu, kuşkunuzu, gözünüzdeki ışıltıyı derinlemesine çekiyor.” diyor. Bu yüzden nasıl göründüğünü değil, nasıl oynadığını önemsiyor. İddiasızlık değil bu, “Yol”u uzun, devam ediyor... Ş erif Sezer gibi güzel ve zamansız bir kadının yaşını belirtmeye ne gerek var acaba? Aklımdan geçen cümle bu. Elbette bu gizli bir bilgi değil, ayrıca zaten Şerif Sezer de yaşıyla ve nasıl göründüğüyle çok da ilgilenmiyor. Benimkisi, onu kendisi üzerine kurulu bir hikâyede değil, hep anne, teyze rollerinde görmek, hep en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü alırken izlemekten şikâyetçi olmakla ilgili bir kafa karışıklığı. Seyirci onu daha çok, “Asmalı Konak”, “Çemberimde Gül Oya” dizileri ve “Babam ve Oğlum” filmiyle tanıdı. Bu röportajın gerekçesi de SİYAD’dan aldığı yeni bir “yardımcı kadın oyuncu” ödülü. En iyisi siz bu yazının girişini unutun ve Şerif Sezer’i biraz daha yakından tanıyın. Belki siz de benim gibi onu bir başrolde görmek istediğinize karar verirsiniz... danya’da kaldık. İlkokulu bitirdikten sonra okumama izin vermediler. Ben de 14 yaşında annemin yanına, Ankara’ya kaçtım. Ortaokula da 14 yaşında başladım. Sinemaya başladığım zaman da sinemada bir gerileme dönemi vardı zaten, sonradan da oynamak istediğim roller benim için genç kalmaya başladı. Yaptığım işlerle ilgili de başımıza çok şanssızlık geldi. “Yol” ve “Hakkâri’de Bir Mevsim” filmleri uluslararası başarı kazandığı halde, biz burada o sevinci yaşayamadık. Filmler Cannes’da, Berlin’de ödül aldığı halde burada kimse seyredemiyordu. Biliyorsunuz, “Yol” ancak on yedi sene sonra Türkiye’de gösterildi. Hiç unutmuyorum, 80 sonrasıydı, oyundan çıkmış Emek Sineması’nda “Hakkâri’de Bir Mevsim”in galasına yetişmeye çalışırken, sinemada olması gereken insanların bana doğru yürüdüğünü gördüm, meğer galayı iptal etmişler. Bunları emeğim, sevincim kursağımda kaldığı için affedemiyorum. Peki, oyunculuğa nasıl ve ne zaman bulaştınız? Ortaokuldayken elime bir oyun davetiyesi geçti. Oyun “Anne Frank’ın Hatıra Defteri”ydi ve Işık Yenersu oynuyordu. Işık’ı gördüm, kadroyu, okulu, öğrencileri gördüm ve “Ben burada okumalıyım, başka bir şey istemiyorum.” dedim. O ana kadar, öyle bir yeteneğim olduğunun farkında değildim. Özlem Altunok DİKİŞ DİKERİM, ELBİSE SATARIM... Konservatuvarı bitirdikten sonra da hemen Fransa’ya gitmişsiniz. Oyunculuktan bir şekilde uzak düşmüşsünüz yine... Evlendim ve Fransa’ya yerleştik. Orada tiyatro okuluna gittim, ama profesyonel anlamda hiçbir şey yapmadım. Fransa gibi bir ülkede yaşamak, geçinmek gerçekten çok zor. Altı sene yaşadım ve çocuk bakıcılığından garsonluğa, temizlikçilikten dikişçiliğe pek çok işte çalıştım. Bir İstanbul ziyaretimde dönmek istemediğime karar verdim, ama Devlet Tiyatroları’nda yerleşik kadro olmadığı için bir süre yine tiyatro yapamadım. Ve yine başka işlerde mi çalıştınız? Evet, dört yıl boyunca Sheraton Oteli’nde garsonluk yaptım. Elimden her iş gelir yani... Dikiş dikerim, elbise satarım, garsonluk yaparım... Sonra DT’ye giriyorsunuz ve 80’de Sinan Çetin’in “Bir Günün Hikâyesi” filmiyle sinemaya başlıyorsunuz... Evet, Fransa’dan yeni dönmüştüm. Sinan’ın ilk eşi yakın arkadaşımdı, o vesileyle tanıştık ve ilk filminde rol aldım. Çekimler bitti ve 12 Eylül oldu, film bir süre ortaya çıkmadı. Zeki Ökten montajda beni görünce Yol için düşünmüş, Sinan’ın çektiği siyahbeyaz fotoğraflarımı o sırada Isparta Cezaevi’nde yatan Yılmaz Güney’e götürmüş... “Yol”un çekim süreci nasıldı? Yılmaz Güney’le hiç karşılaşmadım, iletişim halinde bile değildik o zamanın koşullarında, ama elimizde kapsamlı ve çok iyi bir senaryo vardı. Filmin montajı Fransa’da yapıldı, ne ben, ne Tarık, ne de Halil, hiçbirimiz dışarıya çıkamadık. Filmin Cannes’a gideceğini duyduk, son Şerif Sezer, “Yol” filminde Tarık Akan ile... “Asmalı Konak”, “Çemberimde Gül Oya”, “Babam ve Oğlum”. Üç yapım da çok ilgi gördü ama siz bu üç yapımda rol alıp da en iyi gizlenenlerdensiniz sanırım... Ben işimi yapayım ve sonrasında da rahat edebileyim istiyorum. İnsanın bir tane hayatı var, yaptıkları ettikleri de belli. Bunları her seferinde ayrı kişilere anlatmak sıkıcı geliyor. Öyle evde oturup saklanmaktan da hoşlanmam. Göze batmadan herkes gibi hayatın içinde olayım, sinemaya, alışverişe gideyim istiyorum. “Bir tane hayatım var” dediniz. Geçmişinize bakınca da önce yaşamayı sonra oyunculuğu tercih ettiğiniz söylenebilir mi? Mesela konservatuvarı bitirdikten sonra Fransa’ya gitmiş, uzun süre oyunculuk yapmamışsınız... İşimi çok seviyorum ve bu konuda hırslıyım, ama pek yansıtmıyorum sanırım. Daha doğrusu bir şeyleri elde etmek için tırmalamıyorum, kendiliğinden fark edilmek istiyorum. Okula geç başlamışsınız, oyunculuğa ve sinemaya da. Bir geç kalmışlık hissi veriyor mu bunlar size? Doğru. Mutsuz bir çocukluğum oldu. Annemle babam ben küçükken ayrılınca biz babamın yanında, Mu ra bir anda ödül, sevinç, ama ne yaptık, nasıl bir film çıkardık, biz burada kalanlar bunu uzun zaman bilemedik. Pek çok önemli filmde rol aldınız. Yol, Hamam, Camdan Kalp... Pek çoğu da ödüllü, ama genelde hep yardımcı kadın rolleri bunlar. Neden Serra Yılmaz, Füsun Demirel gibi siz de hep önemli ama gerideki rollere uygun görülüyorsunuz? Aslında bu, her zaman böyleydi. Sizin yaşınızda biri için pek başrol yazmıyorlar. Yapımcılar, reyting ya da gişe için daha bildik ve çekici isimleri öne çıkarıyorlar. Onlara göre iyi film güzel, genç kadınla, yakışıklı erkekle oluyor. Burada oyuncuya düşense “Ben nasıl görünüyorum”u atlatabilmek. Kamera öyle bir şey ki, her şeyinizi sandığınızdan çok daha net ve derinlemesine alıyor, gözünüzdeki o pırıltıyı, beğenilme arzunuzu, kuşkunuzu... Siz samimi olmazsanız onun bin kat fazlasını gösteriyor. Şerif Sezer, artık daha iyi filmler ve rollerde izleyicinin karşısına çıkabileceğini umuyor. Fotoğraf: VEDAT ARIK Erkekler, sizce bu konuda daha şanslı değiller mi? Evet ya, Halil Ergün’e baksanıza hâlâ jön oynuyor, çok kıskanıyorum. Evet, bir dizide. Dizi açısından sizin de şansınız açık ama... Evet, birçok dizide oynadım, ama içinde olduğum işler beni utandırmasın istiyorum. Artık herkes akşamları televizyonun başında ve pek çok şey diziler aracılığıyla konuşuluyor. Bizler için de iyi, çünkü para kazanıyoruz. KÜS TEYZE’NİN KARİZMASI... Şu sıralarda “Beyaz Gelincik”te kötü kalpli bir halayı oynuyorsunuz? Evet, kötü ama kendince insaflı bir kadın. Doğru dürüst hikâyeler ve projeler olduğu sürece dizilerde oynamaya devam edeceğim. Yine de sinema son dönemde sizi daha çok heyecanlandırıyor galiba? Kesinlikle. Daha iyi filmler, daha iyi rollerde oynayacağımı düşünüyorum. Çağan yeni bir film çekecek, onu bekliyorum. Yine değişik bir rol. Zaten “Babam ve Oğlum”da Küs Teyze’yle karizmayı çizdirdim, oysa “Çemberimde Gül Oya”daki Sultan karakteri ne hoştu... Çağan Irmak size “O benim divam” diyor ama... E, biraz abartıyor. Birlikte güzel çalışıyoruz ve birbirimizden ne alacağımızı iyi biliyoruz. Farklı kuşaklardan pek çok yönetmenle çalıştınız, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü gördünüz. Dışardan bakınca “Babam ve Oğlum”u nasıl değerlendiriyorsunuz? “Çemberimde Gül Oya”da 12 Eylül’ü yoğun biçimde işlemiştik. Filmde darbe daha geri plandaydı. Ben Çağan’ın süreci insanın gözüne sokmadan, incelikli bir şekilde anlattığını düşünüyorum. Bir film ilk defa hem eleştirmenler hem de seyirci tarafından çok beğenildi. Bu da önemli bir kriterdi. “Babam ve Oğlum”dan bir sahne.... Mustafa Altıoklar’ın son filmi “Beyza’nın Kadınları” gösterimde... İstanbul’da seri cinayetler Ali Deniz Uslu ustafa Altıoklar’ın psikolojikpolisiye gerilim filmi, “Beyza’nın Kadınları” bu hafta gösterime girdi. Yönetmenliğini Mustafa Altıoklar’ın yaptığı filmde, Demet Evgar (Beyza Türker), Tamer Karadağlı (Komiser Okan) ve Levent Üzümcü (Seri Cinayet Uzmanı Doruk Türker) başrollerde. Filmde Salih Güney ve Mine Çayıroğlu da var. Oyuncuları, çekim teknikleri ve farklı konusuyla Türk sinemasında birçok ilki barındıran “Beyza’nın Kadınları”nda, bir seri cinayet öyküsü anlatılıyor. Filmin, 18 yaş üstü sınırı ile vizyona girmesi ise ilginç. Senaryosu bir buçuk yıl, çekimleri sekiz haftada M Demet Evgar, “Beyza’nın Kadınları”nda... tamamlanan film, Hermes Film, Altıoklar Prodüksiyon ve Key Productions ortak yapımı. Filmin etkileyici müzikleri ise Fahir Atakoğlu’na ait. “Beyza’nın Kadınları”nın hikâyesi ise kısaca şöyle; kusursuz bir hayat süren ve kocasına büyük bir aşkla bağlı olan Beyza’nın hayatı zaman zaman geçirdiği anlamsız bilinç kayıpları ile değişmeye başlar. Beyza, bu travma ile kendi geçmişindeki çıkmazları sorgularken, İstanbul’un çeşitli bölgelerinde kesik bacaklar bulunur. Bu olaylar şehrin tümünde bir seri katil paranoyası yaratmaya yeter. Olayları araştıran Komiser Okan’ın iş ortağı ise Beyza’nın eşi Doruk Türker olur. Komiser ve Doruk katilin izini sürerken, Beyza da yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışır, ta ki bu anlamlandırma seri cinayetlerle birbirine bağlanana kadar. Beyza’nın ruh sal dönüşleri ve arapsaçına dönen bu katil bulmacasının cevapları aslında sorularda saklıdır. Film, seyirciyi kendi içsel sorgularını yapmaya yönlendiriyor ve “Adalet, ama nasıl?” gibi bir soruyu sorduruyor. Altıoklar, “Beyza’nın Kadınları”nda psikolojik gerilimi iyi kurgulanmış bir film ile çıkıyor karşımıza. Filmin ilk yarısında bu kurgu kendini belli etmese de son bölüme doğru olaylar ve filmin akışı izleyiciye istediğini veriyor. Filmde Komiser Okan rolündeki Tamer Karadağlı’nın, “Çocuklar Duymasın”daki Haluk rolüyle benzerlikler içeren tarzına da film ilerledikçe ısınabiliyorsunuz. Final ise şaşırtıcı... Sonuçta “Beyza’nın Kadınları”, yerli yapım önyargısını aklınızdan silerek gittiğiniz zaman çok keyif verebilecek bir yapım... CUMHURİYET 08 CMYK