Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 19 MART 2006 / SAYI 1043 Neee, eşiniz jinekolog mu? Anneme kadın doğumcuyla evli olduğumu söylemeyin... Kadın doğumcu kocası olmak da zordur. Her şeyden önce diğer kocalar gibi hayatınızı tek kadına göre değil, onlarca kadına göre ayarlamak zorundasınızdır. Eğer sizin için uygun olan tatil zamanıyla, Ayşe ya da Fatma hanımın doğumları çakışıyorsa, diretmek anlamsızdır, onların eşinizi ikna etme şansı sizden daha fazladır. Kadın doğumcuyla evli erkekler için Murphy yasaları da en acımasız kurallarıyla geçerlidir. O gece eve ne kadar çok misafir çağırmışsanız ya da gideceğiniz toplantı sizin için ne derece önemliyse, karınızın doğuma çağırılma riski de o derece yüksektir... Nedense hastalar, küçük kırmızı hapları nasıl alacaklarını, hep sizin çok yorgun olduğunuz geceler, saat ikiden sonra merak ederler. Eğer uyku sersemi, hapları nasıl alacaklarını siz tarif ederseniz, ertesi gün karınıza “kocanız biraz asabi galiba.” diye şikâyet ederler. Bir de karınız evde yokken arayan UTW’lar (Unidentified Talking WomanTanımlanamayan konuşan kadın) vardır. “Aloo kimsin” sorgulamasıyla başlayan konuşma, sizin “doktor hanımın begi” olmanızın anlaşılmasıyla, tahammülünüz ölçüsünde, hastalık yakınmalarının dile getirilmesiyle geliştikten sonra “doktor hanıma geçen sene doğurttuğunuz bebeğin annesi aradı deyin” açıklamasıyla sonlanır. Mesleğe ait ortak yönlere rağmen, elbette her kadın doğumcu farklı bir kişiliğe sahiptir. Kadın doğumcu kocalarının da, çok farklı meslekte ve yapıda olmaları nedeniyle standart, prototip bir kadın doğumcu ailesi tanımlanamaz. Yaşamdan hoşnutluk aileden, aileye değişir. Ben kendi hesabıma, şanslılar kategorisinden olduğumu düşünüyorum. Bilmiyorum, erkeklerin yüzde kaçı evliliklerinin 25. yılında bile karısıyla yatağa girerken gece neler olacağının bilinmezliğinin heyecanını hisseder. Gece kimlerden telefon gelecektir, sabah kalktığında karısı yatağında uyuyor olacak mıdır, kimse bilmez. Ama benim kesinlikle bildiğim bir şey var. Yeniden dünyaya gelseydim, aynısı olmak kaydıyla hayatımı yine bir kadın doğumcuyla paylaşmak isterdim. DR. ERBUĞ KESKİN Hastasının son âdetini biliyor, ama... Bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanıyla evleneceğiniz haberi yayıldığında nedense herkes çok memnun olur. Akrabalarınız sizi tebrik eder. “İyi para var bu branşta” veya “Aman ne iyi, yabancıya muayene olmazsın” veya “kadın ruhundan iyi anlar” gibi kehanetlerde bulunurlar. Çok yakınlarınızdan bazıları “daima bakımlı ve güzel olmalısın, hep güzel kadınlar görecek” veya “çapkın olmayan kadın doğumcu görmedim” şeklinde can sıkabilirler. İlk beş yılı anlamazsınız. Eşinize güzel yemekler yapar, asla birlikte yiyemezsiniz. Doğumlar hep gece olur, zavallılar deliksiz uyuyamazlar. Birlikte çarşı pazar gezemezsiniz. Özel davetlere yalnız gider, yalnız dönersiniz. Onun için üzülür, onu özlersiniz. Beşinci yıldan sonra her fırsatta uyuması sizi gücendirmeye başlar. Kuşkular uyanır. Habersiz muayenehanelerine gittiğinizde bozulduklarını hissedersiniz. Çocuklar “baba” yerine “amca” demeyi tercih ederler. Hastalarının doğurmaya ara verebildiği beş günlük yaz tatilinizde sürekli uyurlar. Sekizinci yıldan sonra çocuklarınızın sorunları, yeni evlerinizin dekorasyonları, kalabalık davet mönülerinizle oyalanmaya alışırsınız. Yılbaşında, anneler gününde, çocuklarınızın mezuniyet törenlerinde, yaş gününüzde, evlenme yıldönümünüzde yalnız kalmaya da alışırsınız. Ama jinekolojik bir sorununuz olduğunda muayene etmeden hatta dinlemeden elinize ilaç tutuşturmasına alışamazsınız. Para teklif edebilirsiniz, sekreterinden randevu isteyebilirsiniz nafile başaramazsınız. Eşinize muayene olabilmenin tek yolu “Saat 14.00’te falanca arkadaşına muayeneye gidiyorum” demektir. Hemen ciddiye alır... Alışamadığınız bir şey de kısmi unutkanlıklarıdır. Size, çocuklarınıza veya evinize ait her şeyi, her zaman unutabilirler ancak hastalarının son âdet tarihini bile hatırlarlar. DERYA UFUK ALTINTAŞ profili var, benim haberim yok diye geçirdim içimden. Var mı acaba? Bir de jinekolog esprileri vardır. Bilenler “Senin babanın mesleği benim hayalim” geyikleri çevirirler arada sırada. Ya da daha ilginç olanları “Helal annene, iyi dayanıyor” şeklinde yorum yaparlar; ama değişmeyen tek bir şey vardır: Babanızın mesleği sizin hep önünüzdedir. Babamla aramdaki ikili ilişkiye gelince, doğal olarak diğer bildiğiniz ilişkilere benzemiyor pek. Bir tartışmada çok kızıp ağlarsam bana “Âdetin mi yaklaşıyor” veya “Kızım neden böyle olduğunu biliyorsun farkında olursan daha rahat edersin” dediği çok olmuştur. Bir de doktor olmasından doğan bir anlayışı vardır hep! Konuşurum, anlatmaya çalışırım. Oturur ve ben nelerle uğraşıyorum sen de sorun musun edasıyla dinler. Bir süre sonra anlatmaktan vazgeçerim. O zaten biliyordur... DUYGU ALTINTAŞ Desen: ZEYNEP ÖZATALAY Hasta olsun olmasın en azından her kentli kadının fihristinde bir jinekoloğun telefonu vardır. Jinekoloji, psikiyatriyle birlikte üzerine en çok espri üretilen, mesai saatlerine sığdırılmayan bir branş. Bir jinekoloğun karısı ya da kocası, hatta kızı ne yaşar, ne düşünür dersiniz? Ya bu esprilerle nasıl başa çıkar? Hayat mesai saatlerine ayarlanabilir mi? İşte tam da Tıp Bayramı ertesinde anlattıkları... Baban doktor, sen bilirsin... Bir doktor kızıysanız eğer 412 yaş arası çocuklar arasında da belirli bir sosyal statünüz vardır. Hayatınızın ilk “büyük” sorumluluğunu üstünüze alırsınız: Kızılay kolu! Daha 8 yaşındaydım. Sınıf arkadaşım düşmüş, kanayan dizini göstererek “Duygu, senin annen baban doktor bir şeyler yap” demişti. Ben de pansuman yapmıştım hemen oracıkta. Babamın jinekolog olmasının arkadaşlarım arasında sağladığı itibara gelince... Biyoloji dersinde korunma yöntemleri, üreme sistemi ve çocuğun büyüme evreleri anlatılır. Siz zaten biliyorsunuzdur. O konuların içinde yaşarsınız. Öğretmenden önce söyleyince yandaki arkadaşınız siz dönüp “Lan sen nerden biliyorsun bunu?” der. Çünkü bildiğiniz şey oviduct, yani yumurtanın rahme ulaşmasını sağlayan tüpün Latince’sidir. Yaşım ilerledikçe daha enteresan vakalarla da karşılaştım. Başını belaya(!) sokan ya da sokacak arkadaşlarım “Duygu bu yeterince iyi mi, güvenli mi” diye sorar. Ben de emin olmak için her defasında babamı ararım. Önce ders için arıyordum, konumuz gerçekten de buydu. Tabii üç ay boyunca konu değişmeyince şüphelenen babam “Kızım başı dertte olan arkadaşın varsa getir yardım edeyim” diyerek olayı noktaladı. Ben de bu süre içerisinde öğrenmem gerekenleri öğrenmiştim ve telefonlara gerek kalmamıştı. Geçen gün çok ilginç bir olay oldu. Derse girmeden beş dakika kadar önce arkadaşım gelip “Senin baban ne iş yapıyor” diye sordu. “Doktor” dedim basitçe. “Var yaaaa, kesin jinekolog” dedi. Demek ki belirli bir “jinekolog kızı” H acettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Banu Anlar’a göre, hastalığın çözümü kızamık aşısının çocukların tümüne, en az iki kere yapılmasında yatıyor. “SSPE hastalığının kızamık aşısını yaygın olarak uygulayan ülkelerde görülmüyor” diyen Prof. Dr. Banu Anlar hastalıkla ilgili şu bilgileri veriyor: “SSPE kızamık mikrobunun yol açtığı bir beyin hastalığı. Çocuklukta geçirilen kızamığın ağır ya da hafif olması SSPE oluşma riskini etkilemiyor. Hatta döküntü olmadan (gizli) geçirilmiş kızamıklardan sonra da SSPE olabiliyor. Hastalık kızamık virüsü vücuda girdikten 1 ya da 10 yıl sonra, genellikle de 35 yıl içinde ortaya çıkıyor. Kızamığın ülkemizde halen görülmesi, hatta salgınlara yol açması nedeniyle SSPE de ortadan kaldırılamıyor. Aşıya güvensizlik yaratılması nedeniyle annebabalar aşıdan da korkup yaptırmayabiliyorlar ki, bu son derece riskli. En tanımlayıcı belirtileri; önceden normal gelişimi olan bir çocukta/genç erişkinde birkaç hafta ya da ay içinde gelişen; yürümede ve konuşmada bozulma, unutkanlık, davranış değişikliği ya da vücutta gevşeme, silkinme şeklinde çok kısa süreli nöbetler. Bugün için hastalığın kesin bir tedavisi yok. Hastalığın ilerlemesini durdurabilen, bir miktar iyileşme sağlayabilen tedavi yöntemleri uygulanarak, yüzde 20 veya 30 hastada bir miktar yarar sağlanabiliyor. SSPE’li çocuk hastalığın ileri dönemlerine kadar gülebilir, konuşulanları anlayabilir ya da üzülür. Aileler, onunla konuşarak, kucağa oturtarak, misafir gelince onu aralarına katarak, onu mutlu edebilirler. SSPE çocuğa ağrıacı veren bir hastalık değil. ABD ya da sanayileşmiş Avrupa ülkelerinde bir sağlık sorunu oluşturmadığından, SSPE’ye özgü bir tedavi yöntemi konusunda bu ülkelerdeki ilaç endüstrisinden bir katkı beklemiyoruz”. SSPE’liler bir dernekte buluştu Esra Açıkgöz SPE, yani Subakut Sklerozan Panensefalit, felç ve konuşma kaybıyla başlayıp ölümle sonuçlanan bir beyin hastalığı. Nedeni, kızamık mikrobu. Türkiye’de adı, son birkaç yılda meydana gelen çocuk ölümleriyle duyulan bu hastalık, geçen yıl Sağlık Bakanlığı’nca “bildirilmesi zorunlu” hastalıklar listesine alındı. Oysa Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bu “yüz binde bir görülen” bir hastalık. Peki hastalığın Türkiye’deki artışının nedeni ne? Sağlık Bakanlığı kabul etmese de hasta yakınları ve uzmanlar artışın sebebinin, 1998’deki ekonomik kriz nedeniyle alınamayan kızamık aşısının iki doz yerine tek doz uygulanması olduğunda hemfikir. Sağlık Bakanlığı’nın konuyla ilgili fikirlerini ise öğrenmek zor, çünkü Bakanlık yetkilileri bu konuyla ilgili açıklama yapmıyor, ileriki günlerde bir basın açıklaması düzenleyeceklerini söylüyorlar. Son 8 yıldır görülme sıklığı artan bu hastalığa yakalanan çocuklar ve aileleri bir türlü seslerini ilgililere duyuramadılar. İşte bu nedenle bir dernekte toplandılar: SSPE Hastaları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği. Üç ayda üye sayısı 700’e ulaşan derneğin amacı, Türkiye’deki SSPE hastalarına ulaşmak ve onları kayıt altına almak, sonra da Sağlık Bakanı’yla görüşmek. Bakan’dan talepleri ise hastalığın araştırılması için bir komisyon kurulması, ücretsiz ilaç verilmesi, hastanelerde bu hastalıkla ilgilenen özel bölümler kurulması, SSPE hastalarına özel fizik tedavi yerlerinin açılması... İsteklerinde kararlılar, gerekirse yürüyüş, hatta açlık grevi yapmayı düşünüyorlar. Dernek yetkililerine göre, Türkiye’de 45 bin civarında SSPE hastası var. Üstelik bu hastalıktan ölenlerin sayısı bilinmiyor! SSPE Hastaları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Cengiz Kara, iki yıl önce, tek çocuğu Alperen bu hastalığa yakalanana kadar SSPE hastalığından bihabermiş. Tanıştıktan sonra da hayatı altüst olmuş, “Bu ilgi isteyen, bakımı zor bir hastalık. Her gün ağlıyoruz, her gün ‘Bugün ölecek’ diye tedirginiz. Çünkü bu hastalığın sonunun ölüm olduğunu biliyoruz. İki yılda 10 yaş ihtiyarladık” diyor. Alperen şimdi 6 yaşında. Bir yıldır da yata S Kemal Kadıoğlu ve kardeşi... SSPE, kızamık virüsünün neden olduğu bir hastalık. Felce, sonra da ölüme yol açıyor. En çok da çocukları etkiliyor. SSPE Hastaları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği de bu çocukların annebabalarından oluşuyor. İstekleri, çocuklarının yaşama hakları... ğa bağımlı. Cengiz Kara ise artık hastalığı A’dan Z’ye öğrenmiş, “Adeta bu konuda profesör oldum. Kendimi bu hastalığa yakalanan diğer insanlara da yardım etmeye adadım” diyor. Bu hastalıkla ilgili 10 kişinin dava açtığını söylüyor Kara ve hemen ekliyor: “Aslında bu sayı az. Çünkü bu hastalık insanları öyle fakirleştirdi ki, hakkımızı arayacak paramız bile kalmadı. Sosyal güvencesi olmayan bir hastanın aylık masrafı 23, sosyal güvencesi olanın ise 12 milyar lira civarında”. Derneğin en önemli sorunlarından biri maddi destek. Bu destek bir hastanın ilaç, yemek ya da doktor ihtiyacının karşılanması da olabilir. Çünkü çocuklara iyi bakıldığında yaşam süreleri uzayabiliyor. Kara “Kuş gribinden 10 kişi öldü, alarma geçildi, bu hastalıktan iki ayda 25 çocuk öldü devletimiz hâlâ uyuyor ya da ön plana çıkarmak istemiyor” diyor. TEDAVİ MASRAFLARINI KARŞILAMAK İÇİN Engin Kadıoğlu da, çocuğu bu hastalıkla boğuşan bir baba. Oğlu Kemal, beş yaşında yakalanmış SSPE’ye, şimdi on yaşında. Kadıoğlu, “Kemal beş yıldır ne yürüyebiliyor ne de konuşabiliyor. Tamamen felç ve yatalak bir şekilde hayata bağlanmaya çalışıyor” diyor. O, SSPE hastalığını ilk kez Kemal denge bozukluğu şikâyetiyle Rize’den Hacettepe Hastanesi’ne sevk edildiği zaman duymuş. O günden sonra yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “SSPE için yapılan tedavi masraflarını karşılamak için tüm mal varlığımı seferber ettim, ama yine de yetersiz kaldı. Ben asgari ücretle çalışıyorum, tedavi masraflarını eşin dostun yardımı ile sağlamaya çalışıyorum. Sağlık Bakanlığı’nda yaptığımız görüşmelerde bize, hastalığın tedavisinin olmadığını söyleyip ölümlerini beklememizi istediler. Maddi imkânlarımı çocuğumun tedavisine kullandığım için dava açmak için avukata bile gidemedim”. Dernek Tel: 0 216 3546100 Bağışyardım hesap numaraları: Halkbankası İstanbul Aksaray şubesi hesap no: YTL16000070 / EUR2P000333 / USD53000698 Cengiz Kara Alperen Kara... CUMHURİYET 10 CMYK