Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 19 MART 2006 / SAYI 1043 Acaba akraba olabilir miyiz? Her şey işte bu soruya verilen “evet” yanıtıyla başladı. İki kardeş Garo ve Setrak hem birbirleriyle, hem halaları ve kuzenleriyle buluşular. Bu kopuşun nedeni kibrine yenik düşen büyükanneydi. Bir Müslüman’la evlenen kızını ve bir komünistle evlenen oğlunu bağışlamadı. Onları, bir Ermeni örgüt tarafından öldürülen Büyükelçi İsmail Erez’in amcasının oğlu Selçuk Erez yazdı. Berat Günçıkan SEVİL PAÇALIOĞLU... Zamanla anneannesini bağışladı, ama kibriyle ailesini dağıttığı için sevmedi. Desinatörlük eğitimi aldı. Evlendi, Rahşan’ı doğurdu. Sır ve boşlukları olan bir hayat yaşadı, geçmişle bağlarının kopartıldığının farkındaydı. Ailenin yeni üyelerinde kendinden izler buldu, Sertak’ın torunu Tara aynı onun gibi her şeye “hayır” diyor, o da en çok mandalinayı seviyordu. Garo’nun bir el hareketi ya da bir sözü belleğini harekete geçiriyordu. Garo’ya içkiyi bırakması ve yeni bir iş edinmesi konusunda destek oldu. Artık bir bütündü... Bugün bir Deist olan Sevil Paçalıoğlu’na göre Türkiye’nin birçok sorununun nedeni de geçmişle kopukluk. Babasıyla birlikte onun memleketi Eğin’e gittiklerinde tanık olduklarını şöyle anlatıyor: “Babam hep bizim orada herkes Türk’tür, Kürt, Ermeni yoktur derdi. Birlikte Eğin’e gittik. Çukurda bir yerdeydi, yukarıdan bakınca bazilikayı gördüm, söyledim. Yanımızda sanat tarihi okumuş bir akrabamız vardı, o da onayladı. Babam bize kızdı, ‘iki paralık bir şey okumuşsunuz, ahkam kesiyorsunuz’ dedi. Kanserdi, sustuk. Akşam belediye başkanı onurumuza yemek verdi, bir ara babama dönüp, ‘Eniştenizin depo olarak kullandığı kilise...’ dedi. Babam ve o kuşak ecdadıyla bağını nasıl koparmış, işte o zaman daha yakından gördüm.” K arada hiç bekleyeni olmayan, yalnızlığını içkiyle sarmalayan bir balıkçı Garo Taşcan, sadece kendisinin değil, ailesinin belleğinin boşluklarını doldurmak için soyağacının peşine düşen genç bir kadın Rahşan Cebe, kendisi gibi bakan bir kız çocuğunun fotoğrafını görünce geçmişiyle bağını kuran bir kadın Sevil Paçalıoğlu ve kendisine yeni bir roman konusu arayan yazar, Selçuk Erez... Bu üç roman karakteri ile yazarın “Garo Dayı”da bir araya gelişlerinde tesadüfe yer yok. Sevil Paçalıoğlu ile Erez, çocukluk arkadaşı. Erez arkadaşlıklarının başından beri Paçalıoğlu’nun annesinin Ermeni olduğunu biliyor, o da Erez’in amcasının oğlunu tanıyor, “Çok efendi çocuktu” diyor. Amca oğlu, 24 Ekim 1975’te Paris’te “Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları” tarafından öldürülen büyükelçi İsmail Erez. İşte bu kesişmeler romanı yakın tarihin acılarının, yüzleşmelerinin de tanığı oluyor... Şimdi gelin roman kahramanlarını sayfalar arasından çıkarıp, üç kuşağı içine alan öyküyü, Sevil Paçalıoğlu ve Garo Taşcan’la birlikte dillendirelim: Her şey Rahşan Cebe’nin bir aile ağacında, anneannesinin adının yazılışını dert etmesiyle başladı. İsim Nevin Taşcan olarak yazılmıştı, ama o hiçbir zaman bu ismi taşımamıştı, kızlığında Asdgik Taşcan’dı, evlendikten sonra Nevin Paçalıoğlu. Niyet belliydi, anneannesinin Ermeniliğinin üzerini örtmek... Hemen bilgisayarın başına geçti Rahşan Cebe ve Google’da Taşcan soyadının izini sürdü. İki isim çıktı karşısına, ikisine de birer mail gönderdi: Acaba akraba olabilir miyiz? Yanıt Alain ve Lorraine Taşcan’dan geldi... İşte kavuşmanın fotoğrafı: Soldan sağa: Rıza Nur, Gevher Paçalıoğlu, Ani Taşcan, Yasemin Paçalıoğlu, Nevin Paçalıoğlu, Garo Taşcan, Rahşan Cebe, Setrak Taşcan, Lorraine Taşcan ve Alain Taşcan. Fotoğraflar: Vedat Arık tehlikelerden korumak üzere onu Fransa’ya yollamıştı. Sonuçta, nasıl olmuşsa iki komünist genç birbirini bulmuş, iki de çocukları olmuştu, Setrak ve Sona. Ancak ilişkileri uzun sürmedi, boşandılar. Sarkis bir süre sonra Sarıyerli Vartuhi Hanım’la evlendi. Bir oğulları oldu, Garo. Mari meslek olarak şoförlüğü seçen Sarkis’i bağışlamamıştı, ama gelininin arada sırada da olsa torununu ziyaretine getirmesine izin veriyordu. Sarkis’in başı içki ve kumarla dertteydi, karısına ve Garo’ya sert davranıyordu. Eli açık bir adam olarak biliniyordu Sarıyer’de, neredeyse herkesin onun yardımseverliğiyle ilgili bir anısı vardı. Uzun yaşamadı, oğlu ilkokulu bitirmek üzereydi, hastalandı ve öldü. GARO... Sarkis’in ölümünden sonra, daha 12’sinde, annesine rağmen denizlere açıldı. Balığı kokusundan tanımayı, fırtınaları savuşturmayı öğrendi. Ara sıra kaçakçılık işlerine de karıştı. Annesinin “Bir Ermeni kızıyla evlenmelisin” sözünden çıkmadı, kızıyla evlenmesinin karşılığında zenginliklerini paylaşmaya hazır balıkçılara hep “hayır” dedi. Kadınlar sevdi, kadınlardan ayrıldı... Reis oldu, ama kendisine ait bir tekneyle denize çıkamadı. Bir kez ortaklığı denedi, kaybetti. Annesi öldüğünde 26 yaşındaydı, ondan kalan ne varsa dağıttı. Altı ay sonra Sona çıktı karşısına, “Ben senin ablanım” dedi. Sona’dan bir de abisi olduğunu öğrendi. Sona’yla ilişkileri uzun sürmedi. Sarkis daha çok denize bağladı kendini, kara onun için içmek demekti, giderek daha çok içer oldu. Alkol denizle de arasına girmeye başladı... Daima bir gün bir mucizenin olacağına, hayatının değişeceğine inandı. Sonra anlaşıldı ki bu mucize Setrak ve diğerleriydi... Hâlâ denizi seviyor, “Deniz benim hayatım” diyor, ama bugün karada yaşıyor. Evini kurup da içine girdiği ilk gün ağzından şu sözler döküldü: Şimdi annem sağ olsaydı da... SETRAK... İlkokuldan sonra kaportacılığı öğrendi. Askerde teğmenini dövmekten 15 yıl hapis isteğiyle yargılandı. Aftan yararlandıktan sonra üçüncü evliliğini yapan Tokatlı Ani’yle evlendi. Birlikte Fransa’ya gittiler. Tek oğlu Alain, Yahudi Lorraine ile evlendi. Torunlarına, Tara ismini verdiler. Alain, Lorraine ve Tara önce Amerika’da yaşadılar, sonra Kanada’ya yerleştiler. MARİ VE ONNİK... Akrabalığı başlatan yedi dükkân sahibi Apel’in mavi gözlü, baş döndürücü güzellikteki kızı Mari’yi kâtibi Onnik’le evlendirmesi oldu. Sessiz, kendi halinde, para sahibi olmayı beceremeyen, bu yüzden de karısının gölgesinde kalan bir adamdı Onnik. Mari sert ve kibirli bir kadındı. Dört çocukları oldu, Sarkis, Nurhan, Meline ve Asdgik. Mari dinine ve geleneklerine bağlı bir kadındı, ama çocukları birer birer onun çizdiği sınırları ihlal edecekti. SONA... Varlıklı bir kadın. Erkek arkadaşıyla yaşıyor, önce adam ona el uzattı, şimdi Sona ona yardım ediyor. Ailenin Müslümanlarla evlenen üyelerine kırgın. NURHAN TAŞCAN... Bir butik işletti. MELİNE TAŞCAN... SELÇUK EREZ Ben yeni bir roman arayışı içindeydim. Öyküyü dinleyince yazmaya karar verdim. Herkes ayrı bir karakterdi, ama bana Garo daha enteresan geldi. Romanı onun üzerine kurdum. Garo’dan balıkçılığa, denize dair pek çok şey öğrendim. Kendini ifade etmesine, ilişki kurduğu kadınların adlarını, ayıp olur diye gizlemesine hayran oldum. Ailenin birbirini bulması ise Garo’nun hayatının bir parçası olarak romana girdi. Bu tecrübelerin yazılmasının Ermeniler ile Türkler arasındaki yumuşamaya katkıda bulunacağını düşünüyorum. Bir Müslüman’la evlendi, ama dinini değiştirmedi. Mari nikâhta yoktu. ASDGİK TAŞCAN... Bir yaz günü deniz hamamında yedek subay Fahri Paçalıoğlu’yla tanıştı. İlk görüşte birbirlerine vuruldular, kısa süre sonra da Asdgik, Fahri Bey’e kaçtı. Müslüman olup Nevin ismini aldı. Kızı Sevil’le oğlu Rıza Nur’a din değiştirme nedenini iki cümleyle anlattı: Bir: Siz ortada kalın istemedim. İki: Babanızı öyle çok seviyordum ki, aynı mezara gömülmeyi arzuladım. Mari, kızını da oğlu Sarkis gibi asla bağışlamadı, ama Sevil’le dadısına kapısını aralık tuttu. VE BULUŞMA... Rahşan Cebe ilk mail’ine yanıt alınca arkasını bırakmadı. Alain ile Lorraine aracılığıyla ulaştığı Setrak’tan Sona ve Garo diye iki akrabaları daha olduğunu öğrendi. Onların da peşine düştü ve buldu. Aile önce kendi aralarında toplandı, kardeşler, kuzenler buluştu, yaşam öyküleri paylaşıldı,anılar bütünlendi. Bütün bu olup biteni, yaşadıklarını, iki kültürün bir arada olabileceğini göstermek, etnik ve dini dışlamaların yol açacağı yeni acıları engellemek amacıyla diğer insanlarla paylaşmaya karar verdiler. Onlar anlattı, hoşgörüsünden emin oldukları Selçuk Erez yazdı. SARKİS VE... İlk başkaldırı büyük oğul Sarkis’ten geldi, kendi sınıfından olmayan Arusyak’la evlendi. Arusyak yetim bir Gregoryen’di, rahibeler tarafından İtalya’ya götürüldü, faşizmin iktidara yürüdüğü, komünistlerin de dipten dibe direndiği bir dönemdi. Arusyak komünistlerin safını seçti. Sarkis ise okusun diye Fransa’ya Sorbonne’a gönderilmişti. O da siyasetten uzak durmamış olmalı ki, Türkiye’ye dönüşünde pasaportuna bakan gümrük görevlisi, “Senin işin zor” diye söylendi. Arusyak’la Sarkis’in nerede ve nasıl tanıştıklarına ilişkin bilgiler hep eksik kaldı. Sevil Paçalıoğlu’na göre, Sarkis daha Türkiye’deyken komünistliği seçmişti ve Mari, oğlunu başına gelebilecek CUMHURİYET 04 CMYK