Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
29 OCAK 2006 / SAYI 1036 3 EDİTÖR’DEN Anlatsam hayatım roman olur, diyenlere uzunca bir süredir, çeksem hayatım film olurcular eklendi. Tek gözünü kapatıp parmaklarıyla yaptığı kadrajdan hayata, insanlara bakarken bir filmin içinde gibi yaşayanlar çoğalıyor. Hoş bunda Sinan Çetin’in, kadın programlarındaki dramatik öykülere öncülük eden “Film Gibi” adlı televizyon programının da payı büyük. Film nerede kopuyor, hayat nerede başlıyor, belli olmuyor artık... Türkiye’nin sinemayla belalı, hastalıklı bir ilişkisi var, ne bir sanata oturtulabiliyor ne de zanaata. Öyle pek gecikmiş bir durumu da yok oysa sinemanın, dünyayı takip mesafesi kısa ender alanlardan biri. İlk konulu filmin tarihi dünyada 1894, Türkiye’de 1918. Sinemanın manası üzerine tartışmalar elbette yapıldı, göbek bağını tiyatrodan koparması epey uzun sürdü ama 50’li, 60’lı yıllar sanki bir külah çekirdek, bir şişe gazoz ve dört film birden’li bir zaman dilimi oluverdi. Yılda üç yüzü aşkın film çekildi, iyiler ve kötüler saflaştı, yoksullara iyilik, zenginlere hasislik rolü biçildi, aşkta da hep yoksullar kazandı ve mutlu sonu olmayan filmden sayılmadı. Seyirci kötü karakteri perdeye şişe atarak cezalandırdı, iyi karakter için sesli sesli ağlandı... Velhasıl sinema gündelik hayatın akışının bir parçası oldu, üstelik Anadolu, parayı bastırıp filmin konusunu, oyuncularını seçme şansını da Yeşilçam’ın elinden aldı... Yeşilçam diye olmayan bir yer, sinemaya vitrin seçildi, ama yine de sektörden sayılmadı. Çünkü aynı yıllarda, sektör, pek çok alan için erken telaffuz edilen bir kelime, sinema için bir lükstü... Bugün “sinema sektörü”nde demek bir lüks değil artık. Bir yılda çevrilen film sayısı yirmiyi geçmiyor ama aralarındaki rekabetin tek bir ölçüsü var, seyirci sayısı. Eşkıya’dan bu yana seyirci sayısı milyonlarla ölçülüyor. Reklamın iyisi kötüsü olmaz anlayışıyla, setten, oyuncuların özel yaşamlarından ne varsa seyirciye aktarılıyor. Son zamanlarda çekimlerde kullanılan teknikler ve filmin maliyeti de seyirciye sızdırılıyor... Hollywood tarzı bu dil seyircinin filmden beklentisinin de sınırlarını çiziyor. Büyük bütçeli filmlerde teknik, yeni görsel oyunlar, ışık ve ses kullanımı seyircinin algısını kıskacına alıyor, tema savrulup gidiyor, geriye bir reklam filmi ya da dizi izlemişçesine “çok ağladım” ya da “çok güldüm” diyen, kahkahayı da gözyaşını da üzerinde tutamayan bir seyirci kalıyor... Biz de bu hafta şu ya da bu tekniğin denenmişliğiyle, bütçesiyle seyirciyi sinemaya çekmeye çalışan reklamların arkasında ne var, bakmaya çalıştık. Özlem Altunok sordu, görüntü ve sanat yönetmenleri, kameramanlar, ses teknisyenleri yanıtladı... İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com ‘MODERN’ KADININ TUVALDEKİ HALLERİ Önce bıkkın, yalnız, mutsuz ve umutsuzlar, sonra mutlu, sağlıklı ve güleryüzlüler. Hepsi kadın ve hepsi tuvallerde varlar. Onların halleri Meşrutiyet’ten 1950’lere modernleşme sürecindeki kadını anlatıyor. Bu, bir sergi. Sanat Tarihçisi Zeynep Yasa Yaman’ın danışmanlığında, Pera Müzesi’ndeki sergide tarihi bir kez de resimle okumayı deneyebilirsiniz... Berat Günçıkan İbrahim Çallı, “Plaj” Sanat Tarihçisi Doç. Zeynep Yasa Yaman. Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Mehmet Sucu Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna / İstanbul İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Cumhuriyet Reklam (0212) 251 98 7475 (0212) 343 72 74 *Cumhuriyet Gazetesi’nin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet. com.tr u sergide kadınların yüz küsur yıllık yolculuğunu izleyeceksiniz, elbette erkeklerin gözüyle ve gerçek olanı değil, idealleştirilen halleriyle... Serginin adı “Kadınlar, Resimler, Öyküler/Modernleşme sürecindeki Türk resminde ‘Kadın’ imgesinin dönüşümü”. Sanat Tarihçisi Doç. Zeynep Yasa Yaman’ın danışmanlığında hazırlanan sergide, hem kamu kurumlarından, hem de özel koleksiyonlardan seçilen elliyi aşkın resim izleyiciyi II. Meşrutiyet’ten 1950’li yıllara taşıyacak. Pera Müzesi’ndeki sergi 9 Nisan 2006’ya kadar açık kalacak. Doç. Yasa Yaman’la modernleşme sürecini, kadını ve Türkiye resmini konuştuk: Sergiye konu olan modernleşme süreci içinde, kadının imgesinin en sert, en hızlı şekilde değiştiği dönem hangisi ve hangi ressam, hangi resmiyle bunu dillendiriyor? “Modernleşme”, mantığı gereği söylemde zaten sert, hızlı ve radikal. “Modern”, gelenekten kopmak, yeni ve kendi olmak ister, içinde geleneğin izlerini görerek onunla kavgasını değişik biçimlerde sürdürür. Giddens’ın dediği gibi “Ne zaman modernlikten söz edilse, kaynakları Batı’da bulunan kurumsal dönüşümlere işaret ederiz.” “Doğu”nun Batılılaşma niyeti yeterince radikal ve sert değil mi? Sergide sanatçı kimliği öne çıkarılmadı, dönem kadınının resimlerdeki gösterimi tarihsel ve toplumsal söylem açısından kurgulandı. Resimlerle İstanbullu, kentli Meşrutiyet kadınının Ankaralı, Anadolulu Cumhuriyet kadınına dönüştürülme öyküsü anlatıldı. Gerçekte Meşrutiyet ve Cumhuriyet kadınları resmedildikleri gibi miydiler, yoksa çoğunluğu erkek olan sanatçılar kadınları öyle düşlemek ve ülküselleştirmek mi istediler? Bu bir “yeni kadın” yaratma projesiydi ve her iki dönemin kadınları da, “monden/modern” gösterildiler. Halife/Şehzade Abdülmecit’in “Harem’de Goethe” ve “Harem’de Beethoven”i, Ali Avni Çelebi’nin “Maskeli Balo”su, (katalogda yer almasına karşın sergide yoklar), İbrahim Çallı’nın “Cumhuriyet Balosu”, İbrahim Çallı’nın, İbrahim Safi’nin, Âli Halil’in, Ömer Adil’in plajda güneşlenirken gösterdikleri kadınlar en ilginç ve değişik olanları. 1930’lardaki kadının Anadolulaştırılması ve çağdaşlaştırılması isteğinin önemli resimlerinden olarak Şeref Akdik’in “Okula Kayıt”ı ve “Millet Mektebi”ni bunun örnekleri arasında sıralayabiliriz. Türkiye’nin modernleşmesini, modernleşme sürecini daha erken ya da geç tamamlayan ülkelerle kıyaslarsak, bunun resimde yansıması nasıl anlatılabilir? Modernleşme bir süreçtir ve her ülke için kendine özgü koşulları vardır. Modern yaşam biçimi toplumun geleneksel düzenini değiştirir. Modern toplumları geleneksel toplumsal düzenlerden ayıran süreksizler, değişim hızı, değişim alanı ve kurumların doğasının özüyle ilgilidir. Şu söylenebilir, Türkiye’de sanat ortamı, Batılılaşma niyeti ile birlikte modern toplumların sanat akımlarını bire bir yansıtmadıysa bu sanatçıların dönemin sanat hareketlerinin farkında olmamalarından değil içselleştirememelerindendir. Yani aslında toplumsal koşullarla çakışmayan sanatsal bir modernleşmeden söz edemiyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme devinimlerini, bir modernleşme yanılsaması, Cumhuriyet’inkini ise moderleşme kararı olarak algılamamız gerekecektir. Ve gerçekte de Cumhuriyet Türkiyesi, ulusal sınırları belirlenmiş, ulusçuluk anlayışına dayalı, hiç değilse kuruluş aşamasında “geçmiş” ve “gelenekle” bağını tümüyle koparmaya niyetli bir görünüm vermektedir. Manet’nin konulara yaklaşımında modern, Picasso’nun biçim dilinde modern ol B ması gibi bizde de sanat yaşamı, Meşrutiyet’te daha çok konu içeriği, Cumhuriyette ise biçim dili açısından önemli değişimlere uğramıştır. Pera Müzesi ile bu değişimi “kadın” değişkeni açısından sorunsallaştırmaya çalıştık. Modernleşme süreci içindeki kadına “tuval” üzerinde baktığınızda, nasıl bir kadın kimliği okuyorsunuz; kırılgan, neşeli, umutlu, yalnız... Türkiye’de yaratma sorunu, bizi hep “Doğu”, “Batı” ikilemi ile karşı karşıya getiriyor. İfade edilenin içeriği ve mantığı dönemden döneme değişse de, değişmeden süregelen ana sorunsal bu ikilem. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişle birlikte, “Doğu” ve “Batı”, yalnızca Avrupa karşıtlığında değil, Türkiye açısından “İmparatorluk” ve “Cumhuriyet” bağlamında da bir karşıtlık ve öte yandan bir bağ oluşturuyor. Doğu’nun Batı/laşması, Batılılaşması anlamına geliyor ve bu “modernlik”le ilintili bir istek. Bu açıdan bakıldığında sergide Meşrutiyeti “kentli, saraya yakın, seçkin, elit” kadın, Cumhuriyeti ise “geleceğin tasarımcısı, biçimleyicisi, anaç ve çalışkan köylü” kadını temsil ediyor. Meşrutiyet kadınları, giyim kuşamları, bilgisi ve eğitimi ile yaşadığı toplumun dışında kalmış, bu nedenle de biraz bıkkın, yalŞeref Akdik, “Kitap Okuyan Kadın” nız, mutsuz ve umutsuzlar. Cumhuriyetin köylü kadınları ise, yerel giysileri içinde tarlada, okulda, evde yeni devrimlerin simgesi olarak umut “sınırlılık” önergesiyle ilişkili. Başka başka okumalara açık, lu, sağlıklı ve güler yüzlüler. Meşrutiyet seçkin kadını re değiştirilebilir, sorgulanabilir. Zaman ve uzamın ayrıştırılsimleştirirken Cumhuriyet, kadınları Anadolulu olarak ge ması, ama aralarındaki ilişkinin bir eşgüdüme dönüştürülmesi ile sanatsal temsil etmenin ifadesindeki dönüşümde, nellemeyi yeğliyor. önemli bir ilişki söz konusu. ZAMAN VE UZAMIN AYRIŞTIRILMASI... Modernlik, Batı’ya özgüdür ve o nedenle de bu geri kalma ileri gitme sorunu hep gündeme gelir. Modern koşulTürkiye gibi modernleşme süreci zaman zaman tavsa larda, “uzam” ve “zaman” kavramları birbirinden kopmış, geri adımlar atılmış bir ülkede, bu geri adım atmalar muş, ya da kavramsal varlıkları açısından birbirine gerekda resme yansıyor mu, hangi ressamda, hangi resminde sinim duymamıştır. Örneğin zamanın ve uzamın bağımsızbir yansıma görülüyor? laştırılması ile, Cumhuriyet modernizmi arasında kuramBence ele aldığımız süreçte böyle bir tavsama görülmü sal, kavramsal ve kurumsal açıdan sıkı bir ilişki yakalıyabiyor, ama Türk sanatında hep tartışılageldiği gibi “1910’lar liriz. Osmanlı’nın modernleşme isteği, geleneğiyle hesapda Batı’da ‘Kübizm’ aşılmışken bize ancak 1930’larda gel laşabilme zamanını tanımamıştır kendisine. Cumhuriyetle di” türünden kronolojiyi gelişim eğrisi gibi kullanan ya da birlikte “moderleşme” isteği, başat bir karar olarak modergören, 20. yüzyıl Türk sanatını, Avrupa/ABD’deki yeni nizmliği ve Türkiye’nin geçmişini sorgulamayı zorunlu kıloluşumları yakalamaya çalışırken hep geciken bir geri kal mıştır. Bu sorgulama yine “Doğu”, “Batı” temelinde kimmışlık tarihi olarak algılayan, bunu söylerken bir yandan lik, tarih ve coğrafya özelinde gerçekleşmektedir. “Nereda kronolojik okumalardan uzaklaşmış olduğunu savlayan de” ve “ne zaman” sorularının zorunlu ilişkilendiriminin yazarlar açısından yanıt belki de “evet” olacaktır, bilemi ayrıştırılması, zamanı gidiş dönüşlü bir eytişimselliğe, uzayorum. Biz bu sergide kronolojiyi bağlamı kuran ana ya mı ise coğrafyalarla sınırlı yerellik ve yöreselliklerden arınpıştırıcı olarak koruduk. Örneğin Cumhuriyet Türkiye dırarak küreselleşmeye götürmüştür. si’nin “modernlik” yaklaşımı, II. Meşrutiyet’in devşirmeBütün bu sürece baktığımızda bir “proje” olarak görüci “moderleşme” isteğinden ayrımlıdır. Bunu görebilme len kadının, aslında gelenekselin de bir taşıyıcısı olduğu, mizi sağlayan ise kronolojidir. Kronolojiyi farklı okumalar, kamusal alanda yeterince yer almadığı söylenebilir mi? karşılaştırmalar, yeni değerlendirmeler için zorunlu bir teTarihi ve sosyolojik saptamalar açısından söylenebilir, mel gibi gördük. Ama buradaki kronoloji geçmişi ilkel, ge ama bu serginin resimleri onu söylemiyor. Resimlerin öyleceği gelişmiş gören ilerlemeci (modernist) bir kronoloji küleri erkeklerle kadınları aynı yerlerde, aynı işleri yapardeğil, zamanı bağımsızlaştırmayı öneren, tarihsel yaklaşı ken hatta kadını daha da güçlü gösteriyor. Gerçek bu olmın bir başlangıcı ve sınırları olmayabileceğini sorgulayan masa da ülküselleştirilen bu. CUMHURİYET 03 CMYK