02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 29 OCAK 2006 / SAYI 1036 Primadonna Suzan’ın kızı Gülriz ve Ayşe Opereti... Esra Başıbüyük uhlis Sabahattin’in “Ayşe Opereti” Gülriz Sururi’nin uzun zaman uğraşıyla yeni bir ruh buldu. Güçlü bir kadroyla 1930 yıllarında geçen bir aşk hikâyesine şahit olacağız. “Operet belki de duyduğum ilk müzik” diyor Sururi. Çünkü annesi Suzan Lütfullah babası Lütfullah Sururi’yle “Ayşe Operet”inde başrolde oynarken o da sahnedeymiş, ilk ekipte annesinin karnında yerini almış! İşin duygusallığı buradan geliyor, ama geri kalan yapılaşma Gülriz Sururi’nin belki genlerinden geçen müzikal yatkınlığı, meslek hayatındaki titizliği ve görüsüyle sağlamlaşıyor. Kendi kaderini çizen, geçtiği trajikomik yollardan sonra artık sahnesini/seyircisini bulan “Ayşe Operet”i perdesini açmaya hazır. Gülriz Sururi işte o yolu anlatıyor... “...Bazı şeyler günü gelmeden olmuyor. O gün gelmeden ‘Ayşe Opereti’nin perdesini açamazsınız” demişsiniz. Kehanet gibi oldu! Gala 23 Ocak’tan, 30 Ocak tarihine ertelendi. Bende kadercilik hiç yok, ama bu oyun kendi kaderini çiziyor! Aynen oyundaki Ayşe gibi bizim “Oyun Ayşe’de” öyle oldu. Şaşırdım, o kadar ki kaderin esiri oldum. Kontrolümün dışında gelişmeler oldu. Tabii ki yazılmış, oynanılmaya hazır bir projeydi. Tarihi belli değildi. Bu tarihi zorladılar, sonra vazgeçtiler, kadroda hoş buluşmalar oldu. Düşündüğümden daha yetenekli oyuncuları bir araya getirebildim. Salon, sponsor sorunları yaşandı, sonra o en güzel biçimde çözümlendi ve tarih ertelendi. Aslında küçük bir kitapçık çıkabilir, üçüncü anı kitabım olarak! Bu opereti yeniden kaleme almaktaki itici güç neydi? O çok romantik, duygusal aslında... O zaman dinlemesi daha keyifli. Ayşe’yle gerçekten bir göbek bağım var. Annem Suzan Lütfullah Hanım’ı Muhsin Ertuğrul Bey, “Ayşe Opereti”nde izledikten sonra davet etmiş ve oyunculuğunu çok beğenmiş. Muhlis Sabahattin Bey ise çok büyük bir operet bestecisi. Gerçekten bir benzeri yok. Çünkü bizim müziğimizle batı müziğini çok güzel senteze kavuşturmuş. Oyunda bir yanda valsler bir yanda Ahmet ve Ayşe’nin söylediği Türk motiflerinden hareket eden, ama batı müziği ölçülerinde yapılmış şar M Ceyda Düvenci ve Hazım Körmükçü... kılar var. Bütün bunlar beni büyülüyordu. Muhlis Sabahattin Bey’e haksızlık edildiğini düşünüyordum. Babam, annemi iki yaşında kaybetmiş olduğum için 23 yaşında ölmüş bir primadonnanın kızı olarak 20’li yaşlarımda bu oyunu oynamamı çok arzuluyordu, ama o zamanlar benim başımda kavak yelleri esiyordu. Sonra önemli müzikallerde oynadım, önemli işlere imza attım. Bakınca müzikal yapmak sizin için tam bir aile yadigârı gibi. Evet. Bir müzikal yapayım derken, yeni bir “Kaldırım Serçesi”ni düşünmezdim, fakat anne ve babamın Muhlis Sabahattin Bey müziği ile oynamaları, benim annemin karnındayken o müzikle beslenmem “Ayşe Operet” için en geçerli sebepti. Gülriz Sururi için “Ayşe Opereti” bir anlamda annesiyle buluşma... Çünkü primadonna Suzan Lütfullah annesiydi ve Ayşe Opereti’nde sahneye karnında Gülriz’le çıkmıştı. KENDİNİZ EĞLENMİYORSANIZ... Çocuk gözünüzle bakarsanız, hayatınız hep oyunların içinde geçmiş o dünyayı nasıl hatırlıyorsunuz ? O zaman tiyatroyu ve opereti hayatımın bir parçası sanıyordum, bütün tiyatrocu çocukları da böyledir zannediyordum. Yani dünya tiyatroydu sizin için. Evet. İşin mutfağındaydım... Zihniniz sizi hiçbir başka iş yapmaya çağırmadı mı? Vakit olmadı. 12 yaşımdayken Muhsin Ertuğrul’un isteği üzerine çocuk tiyatrosunda başladım. Peki bu hayatın içinde büyümüş birisi olarak, size göre müzikal oyuncusunun vasıfları neler olmalı? Müzikal, oyuncuda bir akışkanlık istiyor. Müzikal oyuncusunun büyük opera sesi olmasına gerek yok, ritm duygusu, kulağı ve bedeninde akışkanlığı yeter. Yani müzikal bir insan olacak. Amerikalıların söylediği bir laf var. “Müzikalde kendiniz eğlenmezseniz, seyirciyi de eğlendirmezsiniz” diyor, ben müzikalde sahneye çıktığım zaman hep eğlendim. Güzellik, estetikle ilgili olduğunuzu biliyorum. Hatta müzikal oyuncularının da güzel olması gerektiğini söylemiştiniz. Evet, müzikal dediğimiz zaman, güzel ışık, dans, giysiler ve güzel insanlar olmalı diye düşünüyorum. Bunu bu oyunda başardım. Başroldeki oyuncularınız için birer cümle alsam. Ceyda’ya (Düvenci) geçen bir mesaj attım “Seni sahnede seyretmeye doyamıyorum” diye yazdım. Hakikaten Sadık’ın (Kızılağaç) kostümleri müthiş oldu. Dolunay’da (Soysert) hayalimde ki “Ayşe”yi buldum. Hazım (Körmükçü) için büyük şansımız diyebilirim, çok iyi bir oyuncu, çok iyi bir sesi var. Sinan’ı (Tuzcu) televizyonda keşfettim diyebilirim, çok yetenekli, karizmatik bir çocuk. Sanat yaşamınızda yaptıklarınızı düşündüğümde, şımarmak için her biri ayrı ayrı yeter gibi geliyor, uzaktan... Çocuk yaşta tiyatroya başladığım için, şımaran oyuncular arasında büyüdüm, bunun ne kadar yanlış ve aptalca olduğunu da gördüm, belki şımarmama nedenim budur. Sağduyuma güvenirim, otokontrolüm sağlamdır. Ben kendimi kötüleye kötüleye bir yere geldim, beğene beğene gelmedim. Hiçbir şeye teslim olmayan bir yanım var. Her bitişi bir başlangıç izliyor, sırada yarım kalan bir roman var. Roman çıkar çıkmaz müzikal yapacağım, çünkü kahramanı ve olaylar çok çağdaş bir müzikal olmaya elverişli. Zekeriya S. Şen Yüreğin iyileşmenin bir yolunu bulamadı mı? H indistan/İngiltere kökenli Susheela Raman, bu yıl üçüncü albümü “Music For Crocodiles” (Timsahlar İçin Müzik) ile BBC 3 Radyosu tarafından beş yıldan beri dağıtılan Dünya Müzik Ödülleri’ne aday. 1973 yılında göçmen bir aileye doğan Susheela Raman, Hindistan’ın geleneksel ve klasik müzik formlarını, Batı Avrupa’nın çağdaş melodilerini dans tınıları ile harmanlıyor. Müzik eğitimine Avustralya’da, Kuzey Hindistan bölgesine ait klasik besteleri öğrenerek başlayan Susheela Raman, zamanla öğrendikleri ile blues kökenli müzikleri (soul, rock, R&B) birleştirmeye başladı. 1995 yılında Hindistan’a gidip dünyanın en usta Hindustani (Hindistan’a ait) vokallerinden birisi olan Shruti Sadolikar’dan vokal eğitimi aldı. Eğitimini tamamladıktan sonra 1997 yılında İngiltere’ye dönen sanatçı, kendisi gibi ikiüç bölgenin müzikleri üzerine kolaj yapmayı seven prodüktör Sam Mills ile çalışmaya başladı. Dünyadan birçok yerel sanatçının (Kamerun, Hindistan, Mısır, Yunanistan, Romanya, Fransa, Kenya, Amerika ve İspanya) desteği ile 2001 yılında “Salt Rain” (Tuz Yağmuru) ve 2003 yılında “Love Trap” (Aşk Kapanı) albümlerini çıkardı ve “Salt Rain” albümü ile Mercury Ödülleri’ne aday olan ilk dünya müzik sanatçısı oldu. Ülkemizde EMI etiketi ile satışa çıkan “Music For Crocodiles”, Raman’ın İngiltere’deki Hindistan/İngiliz melez sanatçıların arasında artistik yönden ileriye doğru sanatsal hamlesi. Kuvvetli, enerji yüklü, duygusal, tutkulu ve çok yönlü bir çalışma. İngilizce, Fransızca (ilk defa) ve Hindu dillerinden oluşan parçaları geniş bir enstrüman ordusu (tabla, dholak, mridangam, hammond orgu, veena, gatam, sitar, tempura...) altında işleyen sanatçı, albümü üç farklı bölgede kaydetmiş. SESSİZLİĞİN DEDİĞİ... Albümün iskeleti Eylül 2004 tarihinde Wiltshire’da (İngiltere’de) oluşturulmuş ve albüme hayat Hindistan’ın Çennay (eski adı ile Madras) şehrinde verilmiş. Maceranın son noktası Los Angeles’ta İzlandalı Husky Huskvold (Tom Waits, Sheryl Crow ve Norah Jones) tarafından konulmuş. Kültürel geleneğin zenginliği üzerine inşa edilen albüm “What Silience Said” (Sessizliğin Dediği), SUSHEELA RAMAN, Hindistan göçmeni bir ailenin çocuğu. İngiltere’de büyümüş. Müziklerinde, Hindistan’ın geleneksel müziğini ve Batı Avrupa’nın çağdaş melodilerini, dans tınıları ile harmanlıyor. Bu formda yaptığı üçüncü albümü ise Dünya Müzik Ödülleri’ne aday. bir ayrılık parçası ile dinleyene penceresini açıyor. Paris’te bir kafede son defa buluşan iki sevgilinin yağan yağmur altındaki hüznü. “Aşka olan inancını yitirdin mi?/ İnsan hissine olan inancını kaybettin mi? / Sessizlik / Gerçeğe karşı inancını yitirdin mi? / Yüreğin iyileşmenin bir yolunu bulamadı mı? / Benim seni kaybettiğim gibi?” sözleri ile yaşam bulan sessizlik, hayatımızda yok olan güzel yüzleri gün ışığına çıkarıyor. Albümün yüreği “Kaç yolda gezindim / Hiç ve herhangi biri benim / Arkamda köprüler yıkıldı / Geriye dönmek söz konusu değil / Ufuktan başka gidilecek yer yok / Ki işte oraya ev diyeceğim” sözlerini barındıran “The Same Song” parçasında yatıyor. Bu parçada Raman’ın geçmişini ve ideolojisini görüyoruz. İşte bu, sanatçının müziğinde yankılanan meydan okuma! Susheela Raman, vokalleri, kültürü ve parçaları ile farklı bir kişilik oluşturuyor. Çok türlülük yaratan yeni sesler ile kişilik sorunlarını inceleyen sanatçı bunu en iyi şekilde, yaptığı işbirlikleri ile sergiliyor. “Music For Crocodiles” albümünde Kamerunlu basçı Hilaire Penda, Gineli perküsyoncu Djanuno Dabo, Amerikalı baterist Marque Gilmore ve İngilizHintli tabla sanatçıcı Aref Durvesh ile müzik alışverişine giren sanatçı, her fırsatta müziğe olan açlığını dile getiriyor. İlk iki albümüne kıyasla daha bir inanç ve azim ile şarkılarını söyleyen Raman, özellikle “Chorudiya” parçasında bunu doruğa çıkarıyor. [email protected] CUMHURİYET 16 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle