02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 29 OCAK 2006 / SAYI 1036 Bir mucizenin adı: AKUT Ataol Behramoğlu “AKUT” adını birçok kişi gibi ben de 1999 Marmara depremi günlerinde duydum. Nasuh Mahruki’yi “Bir Dağcının Güncesi”, “Everest’te İlk Türk” gibi kitaplarından tanıyordum. Fakat “AKUT” konusunda o acılı günlere kadar yeterince bilgim yoktu. Birdenbire, yerden biter, gökten düşer gibi birtakım genç insanlar, kazazedelerin yardımına koştular. Bu Türkiye’nin alışık olmadığı bir görüntüydü. Bizde ya sivil kargaşa ya askerî disiplin vardır. “AKUT”, bilinçli ve disiplinli bir sivil girişim olarak ortaya çıktı ve tüm ülkenin sevgisini, hayranlığını kazandı... Sözcüğün açılımını merak ederdim: “Arama Kurtarma Derneği”nin ilk harflerinden oluşturulmuş. Derneğin 1968 doğumlu kurucusu ve başkanı Mahruki, Bilkent Üniversitesi’nde öğrenciyken de “Dost” adlı bir dernek kurup üç yıl başkanlığını yapmış. Aynı adla bir de dergi çıkarmış. “Dost” sözcüğü “Doğa Sporları Topluluğu”nun kısaltılmışı... Nasuh Mahruki belli ki daha öğrencilik döneminde, sporcu ve edebiyatçı yeteneği ile insan sevgisini kişiliğinde birleştirmeyi başarmış... Yaşamöyküsünü okuduğunuzda başınız dönüyor... Başarılarının sadece adlarını sıralamak bu yazının sınırlarını aşar. “Erciyes Dağı ve ilk Türk paraşüt yamaç uçuşu” ile başlayan “serüven”, başkaca tırmanışların yanı sıra mağara, şelale ve sualtı dalışlarıyla sürüyor... “Serüven” sözcüğünü tırnak içine alışımın nedeni, Mahruki’nin sadece bir serüven adamı değil, aynı zamanda bir araştırıcı, bilim insanı oluşu. 199294 yıllarında Asya’nın en yüksek beş dağına tırmanarak “Kar Leoparı” unvanını kazanan çok az sayıdaki dünya dağcısından biri olmayı başarıyor... Derken 1995’te, 27 yaşında, Everest’e tırmanan ilk Türk unvanını kazanış... Başkaca sayısız tırmanışın yanı sıra 1997 yılında Asya kıtasında 21 bin Nasuh Mahruki... kilometrelik bir motosiklet turu... Bu nasıl bir yaşama tutkusu, nasıl bir enerji, nasıl bir keşfetme heyecanı! Kurucusu, başkanı ya da üyesi olduğu dernekler arasında “Gezginler Kulübü”nün de bulunduğunu öğrendiğimde gülümsemekten kendimi alamadım... Acaba ben de bu derneğe üye olabilir miyim? Yirmi yaşımdayken, Bandırma’dan Bodruma, tüm Ege kıyılarını kapsayan bir otostopum var... Hem de Türkiye’de bu işler pek bilinmezken... Şaka bir yana, en çok birkaç ay öncenin bir gazete haberi duruyor bilgisayarımın ekranında. Haberde Mahruki, “AKUT’u kapatabiliriz...” diyor. Nedeni, 1999 depreminden bu yana derneğe uygulanan ambargo, İran ve Hindistan depremlerinde olay yerlerine kendi olanaklarıyla gitmeleri ve oralarda (Türkiye’nin resmî kuruluşlarınca) yok sayılmaları ve son olarak da Pakistan depreminden sonra Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’nce uçağa alınmayarak THY’nin tarifeli uçağı ile Pakistan’a gitmek zorunda bırakılmaları... Şöyle sürdürüyor sözlerini Mahruki: “Biz bu işe gönül verenleriz. Ya bu soğukluğun sebebini açıklar, düzeltme yoluna giderler ya da biz AKUT’u feshedip başka bir misyonla görevimize devam ederiz...” AKUT’un “misyon”u belli: Hiçbir maddi karşılık söz konusu olmaksızın, Türkiye’de ve tüm dünyada, her türlü doğal afet kurbanının yardımına koşmak. Yani, sözcüğün tam ve gerçek anlamıyla insan olmak... Ya İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’nün “misyon”u? AKUT’un ve evrensel bir değer olan Nasuh Mahruki’nin kişiliğinde, çağdaş Türkiye insanının özverili, dayanışmacı, bağımsız, uygar, sivilgirişimci kimliğini (TÜBİTAK, üniversiteler vb. alanlarda da görüldüğü gibi) “emirkomuta” altına almak ve eğer bu başarılamıyorsa sindirip, küstürüp yok etmek mi? İlgili kurumdan sorumun yanıtını beklerken okurlarımı (021221704102170422 numaralı telefonlar ve [email protected] adresiyle) bağlantı kurarak AKUT’la dayanışmaya çağırıyorum... [email protected] TIKLAYARAK İHANET nternette on yılı aşkın bir süredir sörf yapıyorum ve bu aracın sefih yanının kolaylıkla ortaya çıkarılabileceğini hemen keşfettim, diyor, yirmi yıllık evli ve üç çocuk babası Pascal. “Bir iki tıklamayla, hemen hemen her şeyin mübah olduğu bir dünyaya geçilebilir: İstemediğiniz kadar porno videosu, birleşme türleri, sarışınlar, esmerler, kızıllar, Asyalılar, Siyahlar, mahmur kadınlar, grupçular.. her endamda, kısaca dev bir alışveriş merkezi.” Bugün evlerde yüksek hızda 12 milyon internet bağlı. Dünyada 260 milyona yakın porno kimlikli site var. 2006’da 70 milyar dolarlık ciro yapması beklenen bir pazar bu. Kendisine evlilik dışı bir küçük kaçamak sunmak isteyen erkek ya da kadın için, şeytanın kışkırt İ ması bir tıkın ucunda. Ama riski de içinde... Arkadaşları ya da eşleri yan odada uyur ya da televizyon izlerken parmakları klavyenin tuşlarında gezinen bu erkek ve kadınlar ne hissederler? Diğeri çalışır ya da çocuklarla ilgilenirken, arkadaşlık sitelerinde sörf yapmak, mesaj kutusuna göz atmak, webcam ile bağlanmak... Bu yeni bir sadakatsizlik biçimi mi? Tıklamak aldatmak mı? On yıllık evli Alex “Hayır” diyor; “Çünkü chat yaptığım kadınlarla asla fiziksel olarak buluşmuyorum. Eşimle birlikte olduğum zaman da ondan başkasını düşünmüyorum. Sık sık da sevişiyoruz.” Psikoterapist ve cinselbilimci Alain Heril “Elbette sadakatsizlikten söz edilebilir” diye yaklaşıyor konuya. “Bir çiftte, partnerlerden birisi kendini gizlemeye, zamanını şuna ya da buna, bilgisayar aracılığı ile bile olsa, ayırmaya başladığında, içtenlik alanına yaptığı yatırımı ihmal eder. Kendisiyle birlikte yaşayan erkek ya da kadını da yoksun bırakır. Kabul ettiğim kadınların çoğu kendilerini aldatılmış hissediyorlardı. Ayrıca partnerlerinin, çift olarak ortaklaşa yaşamlarından daha yoğun, daha zengin bir paralel yaşam sürdürdüklerini düşlüyorlardı. Bunun dışında muayenehanemde kabul ettiğim, git gide daha fazla sayıda hasta, internette erotik sitelerde çokça zaman geçiren bir partnere sahipti. Genel kural, erkeklerin sörf yapması, kadınların bana danışmaya gelmesiydi.” Porno siteler, siberseks: Bilgisayarlar yoluyla cinsellik gitgide daha fazla yandaş kazanıyor ve kurulu birliktelikleri darmadağın ediyor. Bu yeni bir tür sadakatsizlik biçimi mi? İnternetçilerin büyük çoğunluğu eyleme geçmeksizin, sanal sınırı aşmaksızın uyguluyorlar siberseksi. “Sanal dünya, büyük bir korunma sunuyor ve suçluluk duygusu doğurmama garantisi var, çünkü hiçbir zaman tensel buluşma yok” diyor Alain Heril, “Peki öte yandan, diğeriyle karşılaşma, beden bedene temas olmadığı için cinsellikten söz edilebilir mi? Siberseks bağlantısız bir bağlanma olarak görünüyor sonuçta: Ötekiyle fantezide çok ileri gidiliyor, ama seksi kendi kendisiyle yapıyor kişi. Bu çok özseverce, özdoyuma yönelik bir cinselliği kıvılcımlıyor.” Bir de siberseks demek, aynı zamanda siberbağımlılık demek. Pascal, yeni videolar indirdiği bilgisayarıyla baş başa kalmak için eşi ve çocuklarının evden gitmelerini sabırsızlıkla bekliyor. İki partnerden birisi, sanal bile olsa, bir başka ilişki kurduğunda yaşamak zorlaşır. Ama duygular ve birlikte ilerleme isteği hâlâ varsa, yeniden bağlanmak her zaman olasıdır. Önemli olan sözdür, bir terapistin danışmanlığında. Ne yazıktır ki, birçok çift sessizliği seçer bu konuda. Valerie ise, kocasının ağda gezintilerini keşfettiğinde sesini yükseltmekten çekinmemiş. “Bu büyük bir tokattı, kendimi ihanete uğramış gibi hissettim. Hemen o akşam kesip atmak istedim. Hiddetim geçince konuştuk. Yirmi iki yıllık ortak yaşamımızın artık aşınmış olduğunu yavaş yavaş anladım. Yeterince çaba göstermemiştim, sevişmek için pek ayartıcı olmamıştım. Ben de onunla birlikte bazı sitelere girmeye başladım; bu, fantezilerimizi ve arzumuzu besledi, yolunu bulamamış kışkırtıcılığım yeniden yoluna girdi. Şansımız, aramızda aşkın hep var olmasıydı ve yalnızca birbirimizin olduk yeniden.” Ve kanlı canlı olarak!.. Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY SANAL DUYGU OLUR MU? Uzmanlar işin mantığını şöyle koyuyor: Bir erkek için, kışkırtıcı imgeler izlemek, ikili ilişkisini etkilemeyen, kirletmeyen bir başka dünyadır. Öte yandan, kadınlar, her şeyin karmakarışık olduğu bir yalnızlık dünyasında yaşamaktadırlar. Pauline, kocasının porno siteleri ziyaret ettiğini biliyordu: “İkimizin ortak bir cinsel yaşamı olduğu sürece bunu kafama takmıyorum. Oral seks yapan kızlara bakması bile önemli değil, yeter ki benden asla aynı şeyi istemesin.” İsabelle için ise şok çok şiddetliydi: “Kendimi ihanete uğramış, aşağılanmış, cezalandırılmış hissettim. Çünkü izliyor ve bana bundan söz etmiyormuş. Bunu keşfettiğimde, bende jeton düştü ve iyi yürümeyen bir çift olduğumuz konusunda bilinçlenmemi sağladı, ayrılığımızı hızlandırdı.” Zam nasıl istenir? İ ş yaşamında sağda solda karşınıza çıkan mayın tarlaları arasında en tehlikelisi zam istemek olmalı. İş dünyası ve çalışan kadınlarla ilgili bir anket düzenleyen İngiliz Grazia dergisine göre, zam istemek kadınlar için daha da zor. Beş bin kadın ve erkekle görüşen dergi, kadınların erkeklerden yüzde 30 oranında daha düşük maaş aldığını ortaya koydu (bu aslında sürpriz değil). Grazia’nın editörü Jane Bruton, “Ücretlerdeki bu uçurumun cinsiyet ayrımcılığından kaynaklandığı varsayılırdı hep. Ancak belki de emeğimizin gerçek karşılığını istemeye cesaret edemediğimiz için kabahat bizdedir” diyerek değişik bir noktaya dikkat çekiyor. Kadrolu Personel ve Gelişim Enstitüsü danışmanlarından Angela Baron’un, “Aslında istemek zorunda kalmamalıyız, şirketlerin düzgün bir ücret politikası olmalı” görüşünün de altını çizdikten sonra gelin bu konuda biraz uzman tavsiyesi alalım. Nasıl devam etmek istiyorsanız, öyle başlayın. Kadınların işe başlarken ücret pazarlığı yapmak konusunda pek başarılı olmadığını belirten Angela Baron, “Kendilerine ne teklif edilirse onu kabul etmeye meyilliler” diyor. Hazırlıklı olun. Mümkün mertebe çok şey öğrenin. Meslektaşlarınızın maaşları, benzer kuruluşlardaki ücret oranları gibi. Değerinizin ne olduğunu öğrenin ve (sırf bir iş sahibi olduğunuz için ne kadar minnettar olursanız olun) arkasında durmaktan çekinmeyin. Zamanlamanızı doğru ayarlayın. Örneğin, kişisel bir başarının hemen ardından zam isteyin. Şirketin yıllık zararını açıklamasından hemen sonra değil. Kendinize güvenin. Kendiniz olun. Kariyer Danışmanlık Hizmetleri’nin başkanı Robert Nathan “kendimizi çoğu zaman başkalarının bizi dışarıdan gördüğü gibi görmeyiz. İnsanlar kendi zihinlerinde daha açıksözlü olabilseler, başkalarına da daha normal gelirlerdi” diyor. Karşı tarafın pazarlık yapacağını düşünerek yüksek ücretle başlamanız gayet normaldir, ancak taleplerinizin mantık sınırları içinde olmasına dikkat edin. Yerine getiremeyeceğiniz tehditler savurmayın. “Hayır” her şeyin sonu değildir. (Kibarca) “Neden” diye sorun. Kendinizi uzun bir maratona hazırlayın. Bu yıl “hayır”sa, nasıl “evet” olabilir? Belli hedefler konulmasını isteyin ve onları yerine getirin ki gelecek yıl itiraz edemeyecekleri bir savunmanız olsun. Son olarak, asla sormaktan çekinmeyin. Karşınıza ne gibi fırsatlar çıkacağını bilemezsiniz. The Guardian’dan çeviren: AZE MARŞAN Karın rengi... Aylin Kotil eceden tüm televizyonlar karın şiddetle yağacağını haber vermişti. Bu haberle uyuyan Mert sabah başucuna gelen annesinin sesini fark eder etmez pencereden baktı ve yüzünde annesinin içini ısıtan o tebessümü belirdi. Taneler kocaman kocaman yere süzülüyor, sonra da kaybolup gitmiyorlardı. “Bu kadar çok oldukları halde nasıl birbirlerine değmiyorlar anne?” diye sordu. Annesi mutlu oğlunun yüzüne bakıp başından öptü, “Gel bunu sana sıcak bir kakao yaparken anlatayım” dedi. Anne oğul birinin elinde sıcak çay, diğerinde kakao, sıcacık evlerinin penceresinden karın muhteşem görüntüsüne baka baka sohbet ettiler. Kar, Mert ve ailesi için mutluluk, kardan adam yapmak, hele babası işe gitmezse ailece geçirilecek güzel bir gündü. G Bir de Ali vardı. Oturduğu yer Mert’e çok uzaktı. Evi de Mert’in evine hiç benzemiyordu. Ali pencereden baktığında da kar yağıyordu, kocaman, lapa lapa ve birbirine değmeden... Ali’nin yüzü gülmedi. Gene hava soğuk olacaktı ve gene üşüyeceklerdi. Kar yağdığında çıkıp dışarıda oynarım, diye düşünmedi Ali. Hele de kardan adam yapmak aklına hiç gelmedi. Onun su geçirmeyen ayakkabıları da yoktu. Dışarı çıktığında üşümeyeceği, onu soğuktan koruyacak kıyafetleri de... Kar yağınca annesiyle karşılıklı oturup sohbet etmiyorlardı belki, ama anacığının sıcacık koynuna girip ısınmak, soğuk havanın en güzel yanıydı Ali için. Tabii diğer kardeşlerinden fırsat bulabilirse. Gene de karı hiç sevmedi Ali. Çünkü günlük yevmiye ile çalışan babası için işsizlik demekti kar. Ali’nin annesi bugün ne yemek pişireyim diye düşünmedi, acaba bugün yemek pişirebilecek miyim, diye düşündü sıklıkla. Kar, Ali'nin ailesi için, soğukta üşümek, işsizlik ve çaresizlikti. Mert’in Ali’den hiç haberi olmadı. Kimse ona böyle konulardan bahsetme gereği duymadı. Mert'in televizyonda izlediği dizilerde de hayatlar hep güzeldi. Herkesin her şeye yetecek parası vardı. Evler kocamandı, güzeldi. Ali ise küçük olmasına rağmen kendi yaşadığı hayatın dışında bir hayatın olduğundan haberdardı. Bazen teyzesine giderlerdi. Teyzesine gitti mi hiç kalkmazdı televizyonun önünden Ali. En çok da dizileri severdi. Çünkü o dizilerde kimse çocuklarına “Alamayız yavrucum” diye cümleler kurmazdı. Bir keresinde Ali gene bu dizilerden birini izlerken annesine, “Neden yemeklerini bitirmeden sofradan kalktılar, halbuki buradan bakınca bile çok lezzetli gözüküyorlar” diye sordu. Ali ile Mert’in evleri yakınlaşabilirdi. Ancak bunu düşünemeyecek kadar kendiyle yoğun olanlar vardı. Bu evlerin yakınlaşmasını hayal bile etmekten uzak olanlar. Zaten onlar önce kendi hayallerini törpülediler, sonra da başkalarınınkini. Oysa Ali’nin de Mert’in de penceresinden bakıldığında kar beyaz yağıyordu. [email protected] CUMHURİYET 10 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle