Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 AĞUSTOS 2005 / SAYI1011 Kaçak Yolcu'nun seyahatnamesi Elif Su aklin Çelik bu kez hayatı kurgulamıyor. Yolculukları sırasında karşısına çıkan insanların öykülerini anlatıyor. Çelik, kitabmı Yaşar Kemal'e değil de, kitabı "Bu Diyar Baştanbaşa"ya adamış. Yani bir kitap, bir kitaba esin vermiş... Çelik'le "Kaçak Yolcu"yu konuştuk... Yazdığın kitabın bir seyahatname olduğunu düşünüyorum ve uzun zamandır bu türde bir kitap okumadım. Neden böyle bir kitap yazdın? Kaçak Yolcu'yu yazmaya başladığımda bunun bir seyahatname olarak nitelendirilebileceğini düşünmemiştim aslında. Benim yapmak istediğim tek bir şey vardı o da Anadolu'ya yaptığım yolculuklar esnasında karşılaştığım insanları, öyküleri anlatabilmek. Daha önce yazdığım öys küler kurgusal öykülerdi, ama bunlarda metinleri okunabilecek şekilde düzenlemekten öteye bir kurgu yok. Öyküler önce sözlü olarak anlatıldı, önsözde de söylediğım gibi aylarca tanıdığım herkese o insanları anlattım. O yüzden yazmak hem kolay hem de zordu. Kolaydı çünkü anlatım pratıği edinmiştim, zordu çünku yazarken mimiklerimi, sevgimi, heyeca nımı, onların duygularını konuşurken olduğu rahatlıkta ifade edemiyordum. Ama yazmaya başladıktan bir müddet sonra geçti bu gerginlik. Diyebilirim ki onlar anlattı ben yazdım. Genellikle kitaplar birilerine atfedilir, sen ise bir başka kitaba atfetmişsin? Niye? Mesela Yaşar Kemal'e de atfedebilirdin doğrudan doğruya... Kitabın yazım süreci bittiğinde yazdığım metni atfedebileceğim tek bir şey olduğunu düşündüm, o da "Bu Diyar Baştanbaşa" idi. Çünkü yolculuğuma değılse bile farkında olmadan yazma macerama rehberlik etti bu kitap. O yüzden Yaşar Kemal'e değil, kitabına atfettim kitabımı. J Jaklin Çelik "Kum Saatinde Kumkapı" ve "Yılanın Yolu" kitaplarıyla yer edindi okurun belleğinde. Şimdi de "Kaçak Yolcu "yla Anadolu'ya taşıyor okuru. Bu bir seyahatname aslında, herkes kendi öyküsünü anlatıyor. Çelik'e düşen ise yazmak... Dile, mimiklere ve coşkuya dokunmadan yazmak... medeniyete de, kültüre de açık. Hoşgörülü demek istemiyorum. Çünkü hoşgörü bir tür üstünlük pozisyonu içeriyor. Anadolu'nun böyle bir derdi de yok. Anadolu seviyor yolcuları. Onlara pek yabancı gibi de bakmıyor aslında. Anadolu'ya çıkınınızda egonuz olmadan gittiğiniz her durumda aradığınız her şeyi bulursunuz. Böyle olunca ne kadınhğım, ne gayrimüslimliğim batmadı kimseye. Çünkü ben o kimliklerimi sürekli sorgulanıp durdukları şehirde bırakıp gittim. Hatta kitapta da yazdım, nüfus cüzdanımı bıle unutmuştum. Doğrusunu söylemek gerekirse benim ne olduğumu ilk bakışta anlıyor ve hak ettiğimce davranıyorlardı. Bir iki istisna dışmda kimse bana "Kadın başına buralarda ne yapıyorsun?" ya da "Müslüman mahallesinde ne ışin var" diye sormadı. Aksine çaldığım on kapıdan dokuzu açıldı, sorduğum her türlü soruya öyle ya da böyle bir cevap aldım. Sonuçta, bu kitabı yazarken yeni bir şey yaptığımı düşünmesem de iyi bir şey yaptığımı bilıyordum. Nasıl bu kadar emin olabildin iyi bir şey yaptığından? Çünkü Türkiye'de edebiyatın şöyle genel bir sorunu var. Pek öyle toplumsal problemlere vesaire girmeden, girilse bile son derece yüzeysel ve aslında suya sabuna dokunmadan bakıp geçen bir edebiyat üretiliyor. Bu kitabın farkı da buradan geliyor. Bu kitap suya da sabuna da dokunuyor. Çünkü bu kitapta konuşan, anlatan ben değilim. Bu kitapta insanlar yaşadıklarını anlatıyorlar, ben yalnızca bir aktarıcıyım. Birkaç aylık bir seyahat sırasında bile karşılaştığım toplumsal çehre, Anadolu'nun bu anlamda ne kadar derinlikli olduğunu gösteriyor. Belki de bu derınlikle halleşemediği için edebiyatımız hem kısır hem de buralara giremeyecek kadar cesaretten yoksun. Yazar kendi dehlizlerinden gözünü alamıyor ki buralara baksın. Yazmak sanki tanrısal bir güç veriyor artık ve o yü,zdçj} kendi ışığında/karanîtğinda kaybolup*gıdiyor. Yazık. Aslında yazar için de tuhaf ve acıklı bir durum bu. Genel olarak edebiyatın tümü için kullanmıyorsun umarım bu sözcükleri... Bunu kendimin de içinde bulunduğu son dönem edebiyat için söylüyorum. Yoksa bu anlamda çok edebi metin üretildi Türkiye'de ve ncdense 1980'lerden ben bir şekilde yazarın süzgecinden geçemiyor toplumun bu yüzü. Kanımca bir ülkede edebiyatın kendi içine kapanıp kalması kadar tehlikeli bir şey olamaz. Çünkü edebiyat kendi girdabında kaybolurken, toplumun sesini, yüzünü aktarabileceğı dilı de tutulmuş olur. Bir yazarın neyi, nasıl, niçin aktardığı her şeyden önce vıcdanıyla ilgili bir sorundur. Bu kitap bundan sonraki yazarlık maceranı nasıl ctkileyecek? Bu kitabın yazılma süreci bende bir şok etkisi yarattı. Daha önce iki öykü kitabı yayımladım. Onları dönüp dönüp okuduğumu hatırlamıyorum. Ama bu kitabı okuyorum. Çünkü bu kitapta ben kalemden ibaretim. Bu bir yazar için çok önemli deneyım. Çünkü hem bu yolculukta hem de kitabı yazarken yaşadığım macerada kendimi kafamda bir yere görünmemek, ortaya çıkmamak üzere sıkıştınp oradan dünyayı gözlemlemeyi öğrendim. Bundan sonra öykü yazmak zorlaşacak. Ya da bana öyle geliyor. Jaklin Çelik, iiçüncü kitabı "Kaçak Yolcu"da kendini kalemden ibaret bir yazar olarak göriiyor. ' SUYA SABUNA DOKUNDUM Kaçak bir yolcu olarak, hem bir kadın hem de bir gayrimüslim olarak Anadolu'da dolaşırken, senin bu kimliklerin hikâyelerine aldığın ya da hikâyelerinden geçtiğin insanların sana bakışlarını nasıl etkiledi? Özel bir tepki aldın mı? Bu soru hep soruluyor. Ben aslında bu sorudan bıktım. Çünkü bu soru her şeyden önce Anadolu'da yaşayan ınsanlara ilişkin bir önyargı içeriyor. Ama Anado lu hep ordaymış. Dolayısıyla insana da, Arkasokakyazarı... Taylan Büyükşahin rif Kaptan ile Beyoğlu Emek Sineması'nın arka sokağında buluşuyoruz. O bir yazar. İlk kitabı "Giyotinli Labirent"teki yazılarının ana yapısını açıklarken aslında kendisini anlatıyor. Yaşadığı her şeyi tek tek tahlil ederek çıkış yolunu yazmakta bulmuş. "Belirli süreçlerde çözümsüzlükler, tıkanmalar vardır. Ben de bunları yaşadım. Bütün bu yaşanmışlıklara çarparak yaşıyorsun ve bazı gerçeklerın farkına varıyorsun. Bu gerçekler hayatın anlamıyla ilgili. Bundan sonra önüne bir kapı açılır. Ya geçeceksin ya kalacaksın. Bunları bilip kendi yaşamı içinde hapsolmuş kişilikler anlamında yazıyorum." "Safty" isimli kitabının "Kaptan'ın Serzenişleri" başlıklı yazısında olduğu gibi yaşamı farklı enstantanelerden ele alıyor. "Bir hafta süre içerisinde para kazandıracak bir iş bulmak olası görünmüyordu. Yazarak kazanmanın belirsizliğine sürüklenmek içinse çabalarımın tükenmiş olması gerekiyordu. Önerilen küçük bir miktar bile buna yeterli olabilirdi. Akşam yatışlarını sağlama alırsam günlük harcamalarımı karşılamak önemsiz görünüyordu. Tanıdık kişilerden bir sonuç alamamıştım. Yeni kişilerse şimdilik konuya uzaktı..." Cezaevine neden girdiniz? 12 Eylül zamanı tstanbul Yurtsever Dev rimci Gençlik Derneği'nde yönetıcıydim. Bn bildiri yüzünden dava açıldı. 141'e 1 ve 142'ye 2'den ceza aldım. Dört yıl hapis yat tım. Cezaevindeyken işkence gördüm. Elekt rik, falaka, askı... Cezaevinden çıktıktan son ra ışsiz kaldık. Haklarımız kısıtlanmıştı Ev lcnsen karın seni bir celsede boşayabılir, yurt dışına çıkamıyorsun, ehliyet alamıyorsun. Bu A yüzden yakın çevren sana iş olanağı sağlamazsa açıkta kalıyorsun ve bir düşünce yapısı oturtuyorsun kendine. Mesela ben kendimi cezaevinden çıktıktan sonra on yıl geriye attım. Ben on yıl önce neredeydim? Lisedeydim ve o zamanı yaşamaya çalıştım. Bu süreçte neler yaptınız? Cezaevinden çıkınca her şeye bir genç ola rak tekrarbaşladım. Lise dönemimde müzik le uğraşıyordum. Yeniden müzikle ilgilendim. Gitar çaldım. Fakat o dönemin koşullannda fazla gitar çalamadım. Samsun'daydım ve maddi anlamda bir gelirim ve param yoktu. Piyasada çahşayım dedim. Düğün salonlarında org çaldım. O dönemi yine kültürel şoklar şeklinde yaşadım. Çünkü yapmak istediğim şey müzik ama insanların emrinde yapıyordum bunu. İnsanlar kendilerini eğlendirmek için bana müzik yaptınyorlardı. 'Şunu çalacaksın, bunu çalacaksın...' Bu bana tersti. Kendi yapımda olumsuzluklara karşı tavır koyma vardır. Bir süre sonra 'Siz benden böyle istiyorsunuz. Ama ben böyle şeyler yapmam' dedim ve oradan ayrılıp başka yerlere yöneldim. Çeşidi işler yaptım. Başka şehirlere gittim. Hatta Antalya'da kuzenimle beraber balıkçıhk bile yaptım. Daha sonraları bir rock grubu kurdum. Ancak bu grup da uzun soluklu olmadı." Arif Kaptan'ın yazdığı öykülerden derlediği "Giyotinli Labirent", 2001 yılında Stüdyo Imge Yayınlan'ndan yayımlanmış. Şimdi ise Hayatı boyunca yaşadığı acılar biçimlendirmlş Arif Kaptan'ı. 12 Eylül'de dört yıl cezaevlnde yatmış. İşkenceler, aynlıklar ve savunduğu değerlerin yok oluşunu yaşamış. Kaptan, şimdi hayatla, sadece yazarak baş edebiliyor... Onu bulacağınız yer Beyoğlu'nun arka sokaklan... • , yazdığı öyküleri fotokopiyle çoğaltıp fanzin olarak elden satıyor. Müşterileri ise yakın çevresi. Öykülerini topladığı kitapların kapak ve iç resimlerini kendisi çiziyor. Bir karikatür tarzmda olan bu çizimlerde sıkıntıyı, karmaşayı, arayışı ve gizemi görebiliyorsunuz. Yazmaya nasıl başladınız? Yaşamım boyunca sayısız travma yaşadım. Sosyal alanda beklentilerin kaybolması, beklentilerin için verdiğin uğraşta gücünün karşılığını alamama, itilme, uzaklaştırılma, işkence... însanın yaşamında belirli dönemler olur. Benim de hayatımı oluşturan dönemler bunlardı. 'Kendimi nasıl var edebilirim?' diye düşündüm. Yaşadığım her şeyi tahlil edip yorumladım ve yazmaya başladım. Kendi öz düşüncelerimi biçimlendirip yakaladığım değerleri yazıyorum. Bunu mecburıyet olarak yapmıyorum. Yazarhğı günlük hayatımı sürdürmek amacıyla yapıyorum. Ticari boyutunu düşünmüyorum. Edebi anlamda da bir kaygım yok. Sadece kendi kafamdaki düşüncelerimi bir konuşma tarzında yazıya döküyorum. Hafif espritüel, eleştirici, reddedici ve dışlayıcı yazılar. Acı ve sıkıntılar o kadar sıradan olmuş ki Kaptan için, artık gülüp geçiyor tüm zorluklara. Son kaldığı ev îngiliz Konsolosluğu'nun karşısındaymış. Bombalı saldırı sırasında evden şans eseri kurtulmuş. Gülerek anlatıyor o anı: "Uyuyordum. Yatağım yerde seriliydi. Yorganı kafamın üstüne çekmiştim ve tam camın önündeydim. Patlamada basınçla beraber evdeki her şey yok oldu. Eğer yerde yatmasaydım basıncın etkisiyle ya duvara çakılacaktım ya da odanın kapısı gibi en arka odanın camından dışarı fırlayacaktım. Hep bu tip şeyler geliyor başıma..." O patlamadan sonra bir daha evi olmayan Kaptan yazılarıyla geçimini sağlıyor. Günübirlik otellerde kalıyor. Kendisi gibi eski "rock"çı olan arkadaşlarıyla Emek'ın sokağında ara sıra buluşup sohbet ediyor. Bira ve şarap, sohbederinin mezesi... • taylanmiha@yahoo.com l