02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

431 TEMMUZ 2005 / SAYI1010 Özlem Altunok T TAŞRAYA BAKMAK aşra: Darlık, boğuntu, kasvet, tekdüzelik, kenarda kalmışlık, gerilik, bağnazlık, güdüklük... Taşra: Saflık, samimiyet, sıcaklık, sükunet, otantiklik... Taşra kavramı bu olumluolumsuz klişelerin ötesinde nasıl ele alınabilir? Iletişim Yayınlan, "Memleket Kitapları" dizisinin 10. kitabı "Taşraya Bakmak"ta TanJ Bora önderliğinde bu iyi kötü anlamların dışında taşra imgesi ve gerçekliğini sorguluyor. Nuri Bilge Ceylan'ın fotoğraflarıyla desteklediği kitaba yazılarıyla katkıda bulunanlar ise Ömer Laçiner, Ahmet Turan Aklan, Melih Pekdemir, Ahmet Çiğdem, Arzu Çur, Necati Mert, Ömer Türkeş, Haydar Ergülen, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Hasan Ali Toptaş, Şükrü Argın ve Tuncay Birkan. Kitabın bir özelliği de yazarların, neredeyse hepsinin taşrada doğmuş ya da büyümüş olmaları. Dolayısıyla kitapta, taşrada okuryazar olma, kadın olma, solcu olma hallerine, edebiyatta, şiirde taşraya, taşranın tarihsel, toplumsal dönüşümüne dair "içerden" yazılar bulunuyor. Ömer Laçiner, merkez ve taşra ilişkisinı karşılaştırırken, çoğu toplumda merkezle organik bir bütünlük oluşturan periferilerin, Türkiye'de hiyerarşiyi ve gerılimlı bir ilişkiyi anlattığını belirtiyor. Osmanlı'nın son döneminden bugüne değişen taşra kavramını irdelediği yazısının başlığı da "Merkez(ler) ve Taşra(lar) Dönüşürken". Laçiner, bu dönüşümü siyasal araç olarak taşra, modernizmin çıbanı taşra, batı ve doğu taşrasının ikiliğı gibi bölümlerde inceliyor. Kendine uzak, yabancı ve aşağılayan bir güç olarak nitelenen bu taşra anlayışını ise modern Türkiye'nin oluşum özelliklerinin sonucu olarak değerlendiriyor. Tand Bora ise "Taşralaşan ve Taşrasını Kaybeden Türkiye" başLıklı bölümde "ne uzayıp ne kısalan", yerlilerini oldukları yere mıhlayan bir taşra tutsaklığını anlatıyor. Olumsuz anlamını aldığımızda, bugün her yerde Türkiye'nin taşralı yüzüyle karşılaşabileceğimizi söylüyor. Çünkü bugün hem taşra şehri kapsıyor, hem de şehirler taşralaşıyor. Bora, "îstanbul'un metropoliten çekirdeğinin globalleşme performansına nispetle, Türkiye'nin geri kalan tümünün taşralaştığını söyleyebiliriz" diyor. İSTANBUL'A GELDİK GARİK... "Kadınlar: Taşramn Yurtsuzlan" başlıklı yazısında Arzu Çur, taşrada büyümüş bir kız çocuğunun sığındığı saf geçmişiyle yü?leşmesini kendi deneyimi üzerinden anlatıyor. Çur, yetişkin bir kadınken yaptığı iki ayhk bir taşra ziyaretiyle Anadolu kadınlarının eski güzel günlerinden, 80'lere, ekonomik krize ve göçe uzanıyor. Sonuç: Tek işyerinin ev olduğu ve kadına yer vermeyen reel taşra ekonomisinin getirileri... Ömer Türkeş ise taşrayı konu edinen kimi Türk romanlarını 100 yıllık bir süreç içinde ele alıyor. Bugün Osmanlı'dan daha uzak bir yerde olan Anadolu'nun ancak 20. yüzyılın son çeyreğine kadar birçok romana mekân olabildiğini anımsatıyor, 21. yüzyılda ise tüm uyumsuzluğu ve geri kalmışlığıyla romanlardan da uzaklaştığını. Türkeş'in tüm bu sürece dair yaptığı saptama hiç de karmaşık değil: Tarihsel, toplumsal koşullardaki farklılıklara, yazarların birbirlerinden farklı dünya görüşlerine, tür ve üslup arayışlarına karşın, taşraya dair aynı türden bir gerçekliği dile getiren eserler mevcut. Bu tekdüze bakışların ardında gördüğüyse modernitenin standartlarına bağlılık. Yani ona göre taşraya kentten, dolayısıyla tanımlanmış modemlikten hareketle yönelen yazar için taşrayı keşfetmek, aslında modern olmayanı göstermek. Haydar Ergülen ise "Şiir Taşraya Aittir" yazısında şiirin bir iddia olmadığı anlayışından yola çıkarak, taşranın da bir iddia içermediğini ve onların birbirlerine ait oluşunda da iddiasız bir aidiyet bulduğunu belirtiyor. Türkiye'de şiirin tarihinin bir bakıma taşranın da tarihi olduğuna değiniyor ve soruyor: "Büyük yazıcıların yapıtlarına sinmiş olan ruh, biraz da taşranın şölende, sevinçte, coşkuda bile kederini terk etmeyen ruhu değil midir?" "Taşranın ve Büyük Kentin Endam Aynası: Köy" yazısında F < a ma Karabıyık Barbarosoğlu, taşranın taşra olmaktan kurtulduğa yerden, yani taşralıya şehirli olduğunu hatırlatan köylerden bahsediyor. Tabii bu durumun, köylünün taşra şehrine değil, büyük kente göçüyle bozulduğu bir dengesizliği de hesaba katarak. Barbarosoğlu bu noktada dil meselesini devreye sokarak, birbirlerine yakınlaşan köy ve kentin ortak diline değiniyor. Bunun en büyük sağlayıcısı olarak da televizyonu gösteriyor. Dilin köylü, kentli halini elektriğin ve televizyonun girmediği, yani kabaca 80 öncesi dönemden anekdotlarla örnekliyor. Nasıl mı? Köyden şehre göçmüş ve dilini değiştirmiş insanların alay konusu olan konuşma biçimlerine dikkat çekiyor. Ne kendileri gibi ne de gerçek bir şehirli gibi konuşamayan bu göç insanlan, alayı hak ediyor. "Çünkü" dıyor Barbarosoğlu, "hem şehirde hem de köyde cemaat dışı olan birisine bu durumu hatırlatmanın en iyi yolu onun yabancılığını pekiştiren öğe üzerine vurgudur." Hacer'in Topkapı'da, otobüsten inerken söylediklerini de düşüncelerine nahif bir örnek olarak sunuyor: "Istanbul'a geldik garik, garik demeyerri garik"... Bu örnek sizce de merkezin iktidannın sarsılmaz gücünü göstermiyor mu? • Taşra bir sığınak mı, sürgün yeri mi? Mütevazı ve sıcak mı, yoksa kasvetli ve tutucu mu? "Taşraya Bakmak" kitabı olumluolumsuz taşra tanımlarının ötesinde, taşra imgesini ve gerçekliğini sorguluyor. PAZARIN PENCERESİNDEN Selçuk Erez Vahdettin'letatil! B u hafta gelen bir okuyucu mektubu dikkatimi çekti: Tatile gidenlerin beraberlerinde götürdükleri evcil hayvanlardan söz açan yazımızı beğendiğini, ancak, tatile gidenlerin, aynı zamanda evlerinde varsa hortlakları da düşünmelerinin yararlı olacağını ileri sürüyordu. Okuyucumuz, geçen yıl satın almış olduğu binada, bundan yaklaşık 80 yıl önce veremden yitirilmiş küçük bir kızın yaşamış olduğunu söylüyor. Komşuları, geceleri bu kızın zaman zaman bahçedeki salıncakta sallandığına tanık olmuşlar. Okuyucum, önce bu söylenenlere inanmamış. Ancak bir gece evinin alt katından gürültüler geldiğinde aşağıya inmiş ve komşularının anlattıkları gibi 78 yaşlarında, önlüklü, uzun etekli, siyah saçlan örgülü bir kız çocuğunun top oynadığını görmüş. Okuyucumuz, o yaz tatile gitmeye karar verdiğinde sayısız engel ve olumsuzlukla karşılaşınca bir komşusu, "Evladım, şu sizin bahçede gezinen kız da gelmek istiyordur. Onu da al git; aksilikler hemen biter" demiş. Okuyucumuz o zamandan bu yana gittiği her tatile bahçesinin bu eski sakinini de götürmüş. Bu kızla gittiği bütün tatillerin kazasızbelasız geçtiğini, hiçbirinde kazıklanmadığını, bir terör eylemi ile karşılaşmadığını anlatıyor. Sayın okuyucumuzun bu konudaki önerilerini, isteği üzere sizlere yansıtıyorum: 1. Hortlağınızı götüreceğiniz yerlerde eski savaş alanlan, ören yerleri ve mezarlıklar gibi bölgelerin bulunmasını tercih ediniz: Hortlağınız siz denize girerken kendine uygun arkadaşlar edinir ve sıkılmaz. 2. Genellikle tavan arasında ya da bodrum katında bulunan hortlağınızı tatile giderken bir pabuç kutusuna girmeye razı etmeniz uygun olacaktır. Aksi taktirde çok yer tutabilir. Yolda, ihtiyaç molalarında benzinciye ya da otobüs şöförlerine fark ettirmeden pabuç kutusunu azıcık açıp dolaşmasını, böylece yol boyunca sıkılmamasını sağlayabilirsiniz. 3. Hortlağınızın gittiğiniz yerde sadece edineceği yeni arkadaşları ile vakit geçirmesi sakıncalıdır. Çünkü bunlar arasında aslında kötü rııhlar, vampirler ve gulyabaniler bulunabilir. Tatil boyunca zamanınızın bir bölümünü onunla beraber geçirmeniz ve kötü cinlerin vb. etkisinde kalmaması için öğütlerde bulunmanız çıkarınız gereğidir. 4. Siz akşam yemeğe giderken pencereden uçup olur olmaz mezarlıklarda gezip Satanist ruhlarla arkadaşlık etmemesi için televizyonda "Sevimli Hayalet Casper" ya da morgu, hortlaması bol filimler bulup açık bırakın. Bu gibi filimlere bayılırlar. 5. Tatilden dönerken geri götüreceğiniz ruhun evden getirdiğiniz ruh olduğuna emin olmak gerekir. Bunun için hortlağı pabuç kutusuna sokmadan önce eksiksiz bir kimlik kontrolü yapmanız gerekir. Bu amaçla ona annesinin kızlık soyadını, günayyıl olmak üzere kesin doğum, ölüm ve hortlama tarihlerini, eğer otomobıl kazasında ölmemişse son kullandığı otomobilin plakasını sorunuz. Dayanamadım, bu okuyucuma telefon ettim, sordum: Bu günlerde bizim oralarda Vahdettin'in sözü çok geçıyor; tatile onu götürebilir miyim? Valla salık vermem, dedi, arabanı satıp, kaldığın odayı başkasına devredip bir îngilız motoruna binip kaçabilir; ortada kalırsın! •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle