Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
t31 TEMMUZ 2005 / SAYI 1010 Tarih, kimlik, birlikte yaşamak: Yerasimos Stefan'ın ayrılışı Tan Oral Stefanos Yerasimos'un ölümü sadece Türkiye değil, Fransa ve dünya için de büyük kayıp. "Alaylı" bir tarihçi olan Yerasimos, Prof. Taner Timur'a göre gerçek bir enternasyonalistti. "Hoşgörü" tanımındaki egemenlik kavramını çağrıştıran tondan ! hoşnut değildi, "birlikte yaşamak"ı savunuyordu. Tan Oral ise "O buralıydı" diyor "Ve buralı olmanın hakkını her zaman teslim etti". Işte Timur ve Oral'ın Yerasimos'a dair cümleleri... lara değd, son tahlilde, sınıfsal konuma ve bunu hazırlayan tarihi öğelere öncelik veriyor; etnik ve dini faktörlerin de ancak bu bağlamda (üstbelirleyici?) bir rol oy nadığını deri sürüyordu. Nitekim aynı etnik öğeler, yazara göre, 1890'dan sonra yaşanan çöküş süreci içinde Hıristiyan halklann aleyhine işlemiş ve "imha" operasyonlarına yol açmıştı. Yerasimos daha sonraki çalışmalarında, hâlâ geçerldiğini koruyan bu sınıfsal analizini derinleştirmedi; fakat bu yönde yardımcı olacak kaynak çahşmaları yaptı. îsmini uluslararası planda tanıtan çahşmaları c\a, bu profesyonelce çalışmaları oldu. Tarih kaynakları arasında seyahatnameler genellikle küçümsenirler. Gerçekten de Osmanlı Imparatorluğu ile dgüi, saydarı birkaç bini bulan seyahatnamelerin birçoğu bdgisiz, yeteneksiz ve önyargılı kimselerin yazdığı uydurma eserlerdir. Fakat bunlar arasında, az sayıda da olsa, tarihçilerin görmezden gelemeyeceği son derece öğretici olanlar da vardır. Nihayet Tocquevdle'in Amerika hakkındaki klasildeşmiş eseri de bir çeşit "seyahatname" değil miydi? Işte Yerasimos, 1980'lerde, üstelik Osmanlı tarihinin az incelenmiş XVII. yüzyıhnı aydınlatan birçok seyahatnameyi inceledi; açıklamalarla zenginleştirdi ve önce Fransızca'ya, sonra da Türkçe'ye kazandırdı. XVI. yüzyılda Nicolas de Nicolay (15171583) de başlayan bu seri, Jean Thevenot, Jean Baptiste Tavernier, Joseph Pitton de Tournefort ve Jean Chardin'in seyahatnameleri (Maspero, 198083) ile tamamlandı. Yerasimos ayrıca, XIV XVI yüzydlar arasın da yazdan tüm seyahatnamelerin açddamalı bibliyografyasını hazırladı. Türk Tarih Kurumu'nun yayınladığı bu eser günümüzde her tarihçinin el kitapları arasında mutlaka bulunmalıdır. Kendisi de bir çeşit gezgin olan Yerasimos bunların dışmda Müsluman seyyahlarla da dgdendi ve Ibn Battuta'yı da yayınladı. Bir konuşmamızda da, bana, "Bu yaz oturdum, tüm Evliya Çelebi'yi okudum" dediğini anımsıyorum. P ek çok inanç ölümü, başlangıç sayar ve kalanları teselliye çalışır. Düşünce ise onu, son kabul eder. Aziz Nesin ölüme, bitiş değil yarım kalış, demişti. Stefan'ın aramızdan aynlışı da herkeste yarım bırakılmışlığın, terk edilmişliğin eksiklik duygusu ile can acıttı. Hepimiz onun varlığına ve karanlıktan sular seller gibi akıp gelen, ortalığı şıkır şıkır eden kitaplarının ardı ardına ortaya çıkmasına o kadar alıştırılmıştık ki.. Benim gözümde Stefan bir Istanbulluydu. Hepimiz bir yerlerden gelmiştik. O buralıydı. Ve buralı olmanın hakkını her zaman teslim etti. îkimiz de Istanbul gibi bir kentte, bu güzel kentin deniz kenarında süzülen Güzel Sanatlar gibi nefis bir okulunda, mimarlık gibi yaşamın temel konularından birini irdeleyen bir disiplinden geçmiştik. Ve sonra, belki de bunun süreği olan ama bambaşka özellikler de taşıyan farklı alanlarda bulmuştuk kendimizi. O gerçek îstanbullu olmanın ve orada nedret olmanın pek çok kültürel artısına sahipti. Mimarlık eğitiminin izini sürüp, şehircilik alanında akademik çalışma yapmak üzere Paris'e gitti. Sonra da başka bir alanda koca ^ir kitapla geri döndü; Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye. Kardeşi Marianna'nın Abdullah Özkan ile birlikte kurduğu Gözlem Yayınevi, kitabı bastı. Ve hepimiz biraz şaşırarak kıvandık. Zamanını ve uğraşlarını birlikte götüren, yaşamı ve dünyayı kavramaya ve paylaşmaya çalışan neşeli, küçük, mutlu bir dost ve arkadaş topluluğu idik o sıralar. Gözlem güzel kitaplar ve aynı adla bir dergi yayınlıyordu. Eşim Deniz orada grafik işleri yapıyor, ben çizgi kitapları hazırhyor, Belkıs Taşkeser de şaşırtıcı resimler yapıyordu. Ve her şey böylece sürdü gitti. Stefan ve Belkıs uzun yıllardan beri Paris'te sıkı çalışarak ve dünyayı dolaşarak, çok verimli bir beraberliği götürüyorlardı. Onları buradan zevkle izliyorduk. Sık sık ya kendileri gelirdi Istanbul'a, ya haberleri ya da şaşırtıcı kitapları. Ve bu hiç aksamıyordu. Taa ki bir iki gün arayla art arda gelen sarsıa, ydacı ve beklenmedik haberlere kadar. Evet, bu zor haber bir bitişi mi, bir yanda kalışı mı anlatıyordu? Sadece onun sürdürdüğü işler miydi yarım kalan, yoksa geride kalan yakınları mı?.. KONSTANTİNOPL'DAN İSTANBUL'A... Annales Okulu'ndan ve Braudel'den mülhem "maddi uygarhk" kavramının etkdi olduğu Paris'te Yerasimos bu yönde çalışmalar da yaptı. "Sultan Sofraları" (XV ve XVI. Yüzydda Osmanlı Saray Mutfağı; YKY) bunun güzel bir örneği olduğu gibi, îstanbul mezarhklan ve Osmanlı mezarhk belgeleriyle dgdi çalışmalarını da aynı başhk altında değerlendirebdiriz. (Documents sur les Cimetieres Ottomanes; Peeters, 1993). Fakat Yerasimos her şeyden önce örnek ve tutkulu bir Istanbulluydu ve çalışmalarının kaymağını tstanbul araştırmaları oluşturdu. Istanbul'un ve Ayasofya'nın kuruluşu; kuruluş efsaneleri; Latifi'nin "Evsafı Istanbul"u (Eloge d'Istanbul, 2001) ve nihayet "Konstantinopl'dan Istanbul'a" başlı'' lı dev eseri... Önümüzdeki dönemde bu değerli çahşmaları anlatacak kuşkusuz benden çok daha yetkili kimseler bulunuyor.. Yerasimos, tanıyabddiğim kadarıyla, "küreselleşmeci" değddi; fakat gerçek bir enternasyonalistti. Son konferanslarından birinde, Osmanlılarla dgdi olarak sık sık tekrarlanan "hoşgörü" sözcüğünden pek hoşlanmadığını söylemişti. Haklı olarak bu sözcükte "egemenlik" kavramını çağrıştıran bir ton hissediyordu. Vecdi Sayar'ın yazdığına göre (Cumhuriyet, 22 Temmuz 2005) sevdiği kavram "birÜkte yaşamak" idi. Kişisel arayışları, onu, kültürel olanakları doğduğu topraklara göre çok daha elverişli olan Paris'e sürüklemiştı. Fakat sevgdi tstanbul'undan da hiçbir zaman kopmadı. Tam tersine Paris, bazı yönleriyle, îstanbul özlemini kökleştırmiş, doğduğu şehre çok daha evrensel bir perspektiften bakabdmesinin araçlarını vermişti. Sanıyorum ki Fransa ona kültürel donanımı, daha çok Türklerden oluşan eş ve dost çevresi de vazgeçemeyeceği beşeri sıcaklığı sağlıyordu. iki yd önce Paris'in büyük bulvarlarından birine açdan yeni yerleştiği evinde, o ve ressam eşi Belkis hanımla sohbet ederken konumuz hep Türkiye, üniversite ve Osmanlı araştırmaları idi. Süresi daha dolmadığı halde emekldiğini alıp daha verimli çalışmalara gırme özlemini dde getiriyordu. Türkiye, Fransa ve dünya örnek bir insanı ve çok de ğerli bir tardıçiyi kaybetti. • Taner Timur tmışların Türkiye'si tarih ilgisinin basit bir merak ya da meslek edinme kaygısıyla açıklanamayacak bir yoğunlukla yaşandığı bir atmosfer içindeydi. Batı'daki gelişmelerin de etkisiyle yeni bir toplumsal kimlik arayışı herkesi sarmıştı. Bunun kaçındmaz yolu da tarihimize ciddi bir şekilde eğilmek, ortak geçmişimizle ilgili yeni ve alışdmamış sorulara yanıdar aramaktı. O ydlarda "alaylı" tarihçilerin sayısı belki de "mektepli'lerin sayısını geçmişti. Herkes tarihe kendi değerleri, kişisel referansları açısından eğiliyor, farklı duyarlılıkları dile getiriyordu. Fakat, geri kalmışhğın ezikliğini yaşayan ve demokrasiyi de doğru dürüst işletememiş bir toplumda, egemen eğilim, tarihi "maddi" ve "smıfsal" kriterler ışığında okumaktı. Aranan yanıt da, en kısa ifadesiyle, Türkiye'nin hâlâ neden geri kalmış bir ülke olduğuydu. Yerasimos da bu dalganın içindeydi ve Istanbul'da Güzel Sanadar Akademisi'nde okuduktan sonra "Türkiye'de Azgelişmişlik Süreci"ni incelemek üzere Paris'in yolunu tutmuştu. O da, benim ve daha bir sürü tarihçi gibi, "alaylı" idi; fakat, bunu avantaja çevirecek iki önemli koza sahipti. Bunlardan birincisi şuydu: Yerasimos Akademi'de çağdaş tarihçilik için en elverişli, en "vizyon" sağlayıcı disiplinler olan mimarlık ve şehircilik alanında eğitim görmüştü. îkinci kozu ise doktora çalışmasını yapmak için, daha XIX. yüzyılda tarihçiliği "kraliçe disiplin" ilan etmiş bir uluslararası kültür merkezinde, Paris'te bulunmasıydı. Yerasimos Paris'te, zengin kaynaklarla baş başa, yıllarca Osmanlı tarihiyle hesaplaştı ve doktora tezi olarak hepimizin bildiği öğretici eserini ortaya koydu. (Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye; Belge Yayınları) Yerasimos'un zengin akademik kariyerinin başlangıcını teşkil eden doktora tezi, kuşkusuz geride bıraktığı eserlerin zirve noktasını temsil etmiyor. Ne var ki bu çalışma değerli tarihçinin araştırmalarına kişisel damgasını vuran bazı duyarlılıklarını yansıtmaktan da geri dur A muyor. Sevgili Stefan'ın vakitsiz kaybı dolayısıyla kaleme aldığım bu yazıda elbette ki onun zengin ürününü değerlendirmeye kalkacak değilim. Yine de önemli gördüğüm bazı hususların altını çizmenin onu anmanın en iyi yolu olacağını düşünüyorum. Bizde Osmanlı tarihi önce vakanüvisler tarafından bir Müsluman tarihi; sonra da, ulusal devletin kurulmasını izleyen dönemde, Türk tarihi olarak anlatılmıştır. Sosyolojik açıyı ihmal eden bu yaklaşımda, her dönemde, özellikle de XIX. yüzyılda Imparatorluğun kaderinde önemli roller oynayan Hıristiyan Osmanlılar "zımni" ya da ikinci sınıf vatandaş statüsü altında yok sayıhyorlardı. Buna karşdık Osmanlı bünyesinden çıkan devletlerin tarihçileri de Hıristiyan milletleri adeta Imparatorluk'tan soyutlanmış ve devlet aygıtını sanki onlara zulüm etmekten başka bir işlevi yokmuş gibi ele alan Yunan, Ermeni, Bulgar, Sırp vb tarihleri yazmışlardır. Oysa îstanbullu bir Rum ailenin çocuğu olan ve 13 yaşında 67 Eylül faciasını yaşamış bulunan Yerasimos elbette ki tarihe bir Türk milliyetçisi gözlükleriyle eğilemezdi. Fakat Yerasimos, bilim anlayışını ve tarihçiliğini yücelten bir şekilde, Batı'da prim yapan ikinci, ucuz yolu da seçmedi. Değerli tarihçi Osmanlı tarihini bir bütünlük içinde ele alan ve onu etnik özgüllüklerle toplumsal çelişki ve ayrışımların birbirlerini besledikleri mekanizmalar bağlamında çözümleyen ilk tarihçilerdendir. AZGELİŞMİŞLİK SÜRECİNDE TÜRKİYE Yerasimos'un eserinde azınlıklarla ilgili açıklamalar aslında fazla bir yer tutmuyor. Fakat Osmanlı Rumlarına, Ermenilerine, Yahudilerine ve Levantenlere ayrılan sayfalar, Osmanlı toplumundaki iç dinamiklerin giderek dış dinamiklere yerlerini terk etmelerinde bu grupların nasıl stratejik bir rol oynadıklarını çok güzel anlatiyor. Osmanlı azgelişmişlik sürecini okurken, öğreniyoruz ki, XVII. yüzyılda Yahudiler mali işlemlerde uzmanlaşırken Ermeniler îran'la, Rumlar da Rusya'yla ticaretin aracdan haline geliyorlardı. XIX. yüzyılda Batı'daki sanayi devrimi ise bu ayrımı daha da köklü bir hale getirdi. Batı kapitalizminin dış dinamiği oluşturduğu bu dönemde "Osmanlı lmparatorluğu'ndaki Hıristiyan ahali Avrupa'nın simsarı olmaya; bu yolla da, başlıcasını Anadolu'nun Müsluman halkının temsil ettiği, hem ekonomik hem sosyal bakımdan toprağa, dolayısıyla prekapitalist sistemlere bağlı sınıflarla Batı kapitalizmi arasında ara halka haline gelmeye" başlamıştı. Demiryollan politikası bu ayrışmayı daha da pekiştirdi. îzmir ve Galata bankerleri ve ticaret evleri, demiryolu güzergâhlarındaki arazileri hızla satın alarak "bölgede üretilen başlıca ürünlerin ticaretini kısa zamanda denetim altına" soktular. Buna paralel olarak, köylere kadar uzanan ve Müsluman halkta karşılığı olmayan bir eğitim seferberliği, çoğu kez Batı üniversitelerinde tamamlanan halkalanyla bu sermayenin kurmay kadrolarını sağlıyordu. MADDECİ YAKLAŞIM... Yükselen Hıristiyan finans ve ticaret burjuvazisi aynı süreç içinde Batdı konsolosluklarıyla da "sıkı bağlar" içindeydi. Batılı emperyalizm iktisadi nüfuzuna paralel olarak en ücra köşelerde bile konsolosluklar açmış ve Hıristiyan burjuvazinin baş koruyucusu haline gelmişti. Taşradan en ufak bir şikâyet, kiliseler, bazen de doğrudan konsolosluklar aracüığıyla anında Babı Ali'ye ulaştırdıyor; valder bde bir şdcâyet üzerinde yerinden oluyordu. Buna karşıkk Müsluman halk böyle bir olanaktan tamamen yoksuldu. Yerasimos'ta da şematik bir biçimde verilen, fakat bizim çok daha kısaltarak aktardığımız bu sınıf profdi elbette ki etnik özgüllüklere önemli bir yer veriyordu; fakat onu bizdeki geleneksel "azınhklar yüzyıllarca kanımızı emdi" klişelerinden ayıran önemli faktör şuydu: Yerasimos tarihi maddeci yaklaşımıyla etnik ve dini unsur