22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 TEMMUZ 2005 / SAYI 1008 HAYKO CEPKİN Klavyeden mikrofona Ali Deniz Uslu lternatif müzik severlerin yakından tanıdığı klavye dahisi Hayko Cepkin, tüm söz ve müziklerini yazıp düzenlemelerini de yaptığı ilk albümü "Sakin Olmam Lazım" ile müzik sahnesinde. Birçok ünlü isımlc çalışan müzisyen bu sefer klavyesini bırakıp mikrofona geçiyor ve düşsel vokali ile kendini müzik severlere sunuyor. Biz de Hayko Cepkin ile bu değişimi konuştuk. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Müziğe babamın bana aldığı "Casio CT647" marka org ile başladım. Ortaokul yıllarında okulun kilise korosuna katılarak müzik açlığımı tatmin ettım. Koro çalışmaları klasik müziği keşfetmemi sağladı. Sonraları lise korolarında kendıme yer buldum, bu korolar hafif sesli batı müziklerini de seslendiriyordu. Konserlere bile çıkıyorduk. Okullu olamadım aına ne şanslıyım kı Mimar Sinan'da iki sene operaşan eğitimı alma fırsatını buldum. Sonraki iki sene de Timur Selçuk Çağdaş Müzik Merkezi'de şan, söz, armoni dersleri alırken Selçuk'un korosundaydım. Akademi Istanbul'da piyano çalıştım ve klavye üzerınde yoğunlaştım. O zamanlarda klavye çalan çok kişi yoktu ve bu şekilde müzik hayatına giriş yaptım. Demir Demirkan, Aylin Aslım, Koray Candemir ve Murathan Mungan ile çalıştınız. Bu isimlerle çalışma fırsatını nasıl yarattınız? Bar programları falan derken çalış tarzım ve dış görünüşüm itibarıyla insanlara farklı geldim ve beğenilmeye başladım. Dediğim gibi, o zamanlarda klavye altyapısı yok denecek kadar azdı. "Synt" klavyeler kullanılmıyordu. Ben de bu klavyelerden temın etmeye, üstüne kendi düzenlemelerimi yapmaya başladım. Artık klavyeyi bir gitar gibi müziğe dahil edebiliyordum. Bu şekilde Demir ve Koray ile çalıştık. Murathan Mungan ile yaptığımız "Söz Vermiş Şarkılar" albümü de benim için çok önemli bir referans oldu. A Muvaffak Falay, kısaca Maffy... O Pek çok ünlü ismin konser verdiği Caz Festivali bugün bitiyor. Festivale damgasını vuran kişi ise Muvaffak Falay, Dizzy Gillespie'nin seslenişiyle Maffy. O artık Türkiye'de kalmak, bir caz okulu açmak ve bildiklerini paylaşmak istiyor. Tunçel Gülsoy yle görülüyor ki bu yıl 12. yaşını dolduran Istanbul Caz Festivali'ni Ueride Muvaffak Falay festivali olarak hatırlayacağız. Festivali düzenleyen îstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ona "Yaşam Boyu Başarı Ödülü"nü verdi. konuşmaya giderken onun hakkında bildiğim tüm şeyleri aklımdan geçirdim. Izmirli olması, babasının Kuşadası'nda ziraat müdürü olarak çalıştığı sırada oraya gelen bir bando öğretmeninden trompet çalmayı öğrenmesi, îzmir Fuarı'nda çalan bandoyu görüşü, onlara katılması, daha sonra Ankara'da konservatuvara devam ettıği yıllarda viyolonselci Kaya Ertan'ın gramofonda dinlettiği Charlie Parker ve Dizzy Gillespie'nin çaldığı "Be Bop" parçasından sonra caza âşıkolması... JBunlar ve daha birçok şey onun rengârenk hayatının parçasıydı. Ama onun hayatını asıl değiştiren şey 1956 ydında Ankara'ya gelen Dizzy Gillespie'yi havaalanında karşılayan caz grubunda çalması olmuştu. Dizzy'nin kanı kendi enstrümanını kullanan bu güler yüzlü gence ilk görüşte ısındı ve adını iyi telaffuz edemediği için Maffi dediği bu gence dünya caz piyasasına çıkması için destek oldu. Dizzy o genç çocuğun ailesinin de oğullarını buna benzer bir isimle çağırdığını ise hiçbir zaman öğrenemedi. Sohbetimiz de işte bu noktada başladı. "Benim adımın telaffuzu zor, bu yüzden ailem bana Mafili derdi. Maffi kelimesi ise mafyayı çağnştırıyor. Ödül konusunda ne söyleyeceğimi bilemiyorum. îsveç'teki arkadaşlanm bu ödül konusunda Türkiye'nin çok geç kalmış olduğunu söylediler. Şu an 75 yaşındayım, 51 yıl önce gittiğim ülkemden şimdi ödül alıyorum. Ama yıllar sonra ülkeme dönüp ödül almak gerçekten güzel bir duygu. Burayı çok özlemiştim. Çok şükür kavuştum. Bu yıl benim üçüncü gelişim.Yıllarca yurtdışında bulundum, gitmediğim yer kalmadı. Türkiye bana göre dünyanın en güzel ülkesi. Türkiye gibisi yok. Ama bir şikâyetim de var. Sokaklarda gördüğüm insanlar birbirlerine çok kaba davranıyorlar. Bence daha saygılı olmalılar. Eskiden memleketimde var olduğunu hatırladığım kibarlık ve saygı gibi şeyleri bugün göremiyorum. Maffi kendi hayatında geldiği noktada cazın ona ne ifade ettiğini de anlattı: "Bunca yıl geçti, caz hakkındaki düşüncelerim hiç değişmedi. Caz bana göre dünyanın en güzel müziğidir, caz ile yaşadım ve caz ile bu ömrü bitireceğim. Caz bir dindir, yani benim dinim cazdır. Cazı dine benzetmem çok tuhaf karşılanmamalı. Cazı yaratan insanlan da tıpkı peygamberler gibi Allah bize gönderdi. Caz müziğinde günümüzde birçok yeni akım var. Ama bana göre bu işin temeli değişmez. Cazın temeli Charlie Parker ile başlar. Parker bu işe girdiği sırada birçok kişi birçok değişik anlayışla caz çahyordu. O geldi, bir önder, yol gösterici oldu, o günlerde caz adına yapılan her şeyi toparladı ve bir form altına soktu. Hakikati ve doğruyu gösteren bir dini lider gibi davrandı. Cazı bir lisan haline getirdi. Caz çalanları bir doğru etrafında birleştirdi. Ne yazık ki Parker çok uzun yaşamadı, öldüğünde sadece 35 yaşında idi. Ama o kısacık ömrüne birçok şey sıkıştırdı. Ben bugün bile onun yaptığı şeylerin tam olarak anlaşılmış olduğunu düşünmüyorum. Ben Dizzy Gülespie'ye sık sık 'Bana Parker'ı anlat' derdim. O da bana 'Parker seni görseydi çok severdi, çünkü ona çok benziyorsun' derdi. Ben Charlie Parker ile aynı gün doğdum, pasaportumdaki tarih doğru değildir, anneme sormuştum, '29 Ağustos günü doğdun, ertesi gün Zafer Bayramı idi' demişti. BENİM DİNİM CAZ Yurtdışında çalışırken birçok yabancı ülkede çaldım. Bir keresinde Almanlar ile eski Sovyetler Birliğinde çalıyorduk. Hem Moskova'da hem de Leningrad'da verdiğimiz konserler buz hokeyi salonlarında gerçekleştirildi ve tıklım tıklım doldu. Ben o konserde solo attıkça Alman Şef beni "Maffi Falay, Turkei!" diye anons eder ve insanlar coşardı. Turne sırasında Baku'ya da gidecektik, ama Ruslar bu konseri son dakikada iptal ederek Sochi'ye çevirdiler. Bunun sebebini merak ettik. Sonra düşündükçe anladım ki Azerbaycan'da böyle bir anons rejim için tehlikeli duygular yaratabileceğinden konser iptal edilmişti." YÜKSEKVEDERİN... Klavyeyi bırakıp mikrofona geçmek nasıl bir duygu? Ben klavye çalarken de çok hareketliydim, müziğe katdırdım. Şimdi mikrofona geçince müthiş bir hareket özgürlüğü kazandım. Ama tabii ki klavyenin yeri ayrı. Vokal yaparken seyirci ile temasınız inanılmaz, hepsinin gözünün içine bakıyorsunuz. Sahnede vokalde olsam da klavye ile çalmam gereken yerler var, onlar olmasa da ellerim durmaz zaten. Müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz peki? Şarkılarımdaki sözler benim yaşadığım duygular değil, ben de dahil herkesin her an yaşayabileceği duygular. "Tutun elimden düşmeden" diyorum, ben öyle bir çaresizliğe düşmedim ve düşmemek için her şeyi yaparım, ama herkes gibi ben de düşebilirim. Bir de şarkılardaki duygular sadece aşk ve kadın üzerine yazılmadı. Hayatın tamamına ait olan kaybedilmişlikleri yazdım. Hepimiz bir şeyleri yitireceğiz, bunlara hazır olmalıyız. Bu albümdeki şarkılar bir gün benim ıhtiyacım olan, yitirilmişlikleri yaşarken dinlemek istediğim parçalar. Vokal ve müzik yapısı yumuşak. Bu şarkıların ruhu çok sert aslinda ve konserlerde bunu dilediğimce verebiliyorum. Çıkış parçanız "Yarası Saklı", klibi ile de çok farklı, bu fikir nereden geldi? Levent Ayaşlı albümü ve şarkıyı dinledi ve "Sen bu dünya dan değilsin, o yüzden klibi ay da çekeceğiz" dedi. Bu çalışmayı kalabalık bir yapım ekibiyle bir reklam ajansı çekti. Ay ruhunu verebilmek için Kilyos'ta eski bir taş ocağında düzenlemeler yaptık. Klip özel ışıklarla gece çekildi, görüntüdeki uzay fonu aslinda, gece Karadeniz'in sakin görüntüsüydü. Bundan sonra neler yapacaksınız? Bir bakıma klavyecilik dönemim bıtti. Sadece özel konser ve çalışmalarda klavyeci olarak katılabilırim. Artık kendi müziğimle ilgilenirken düzenleme yapmaya da devam edeceğim. Düzenleme yapmadan duramıyorum, bir şeyleri bozmak her zaman hoşuma gidiyor çünkü. Şu an ilk düşüncem eylül ayına kadar albümü ayakta tutmak. Eylül'den sonra klip çekilirse, o benim tarihim olacak. Kış, yağmur, karanlık... Soğukta insanlar odalarına çekilecekler, ben de onların odalarına gireceğim. Çünkü ben eğlendirici işler yapan bir adam değilim, yazın herkes eğlenmek istiyor. Ben duygu yüklemeyi seviyorum, ama eğlenceli bir duygu değil bu...# Cazın bugün geldiği yeri izliyorum. Parker'dan sonra Dizzy ve John Coltrane önemli şeyler yaptılar. Ama şimdi caz hâlâ o eski temelleri üzerinde yüriiyor ve çok önemli bir değişiklik olmuyor. Hâlâ birçok boşluk var ve doldurulamıyor. Caz eskisinden çok uzak bir yere gitmedi. Bu işe gönül verirken para kazanmayı, şöhret olmayı hiç düşünmedim. Caz müziğini dünyadaki devlerden, yani bu işin gerçek babalarından öğrendim. Yıllarca öğrendiğim şeyleri Almanya'da, îsveç'te öğrettim. Şimdi ülkemde kalıp bunları memleketimin yetenekli gençlerine de öğretmek istiyorum. Caz zor bir müziktir. Onu çalabilmek için çok şey bilmek gerekir. Türkiye'de caz namına bir şeyler çalınıyor ama ben henüz kendi bildiğim manada Türkiye'de caz görmedim, bildiklerimi öğreteyim, burada da caz başlasın istiyorum. Bunu yapabilmek için bir okul açılsın istiyorum. Böyle bir okulda caz dünyasından arkadaşlarımla ders verebiliriz. Okul konusunda bana maddi destek verecek kişilere ihtiyacım var." Ona geçmişi ile ilgili bir pişmanlığı olup olmadığını da sordum: "Geçmişe dair pişmanlığım yok. Ama bazen saksofoncuları gördüğümde keşke konservatuvarda bu aleti çalsaydım dediğim oluyor. Bazen piyano çalmadığım için de pişman olduğum oluyor. Tabii müzik eğitimimin parçası olarak piyano çalmayı öğrendim, ama ellerim bu işe pek uygun değil, küçük. Piyano çalabilirim, ama kendime piyanist demem." Îstanbul Caz Festivali'nde bu yıl Maffi Falay rüzgân esti. O rüzgârı estiren ufak tefek, ama gözleri ışıl ışıl adam son olarak memleketinin insanlarına şu mesajını iletmemi istedi: "Müziği öğrenmek, gerçekten öğrenmek için çok derinine gitmeniz lazım, çünkü müzik çok derin. Müzik aynı zamanda çok da yüksek bir şey. Ben her ikisini de yaşadım ve şimdi sizlerle birlikteyim. Buraya bildiklerimi sizlere aktarmak için geldim. Bendenöğrenin." • Goncagül Sunar Oyuncu En büyiik hatanız nedir? Beni düşündükçe, kahreden bir hatam olmadı. Ufak tefek hatalarım olmuştur, bedelleriyle birlikte tabii... Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey sizce nedir? En sevdiği insanların ölümleri... Tanrı korusun! Hayattaki en büyük keyfıniz nedir? Benim için birkaç tane en büyük keyif var, örneğin şehre gelen bütün konser zamanlarının içinde olmak. Kedilerimle, sevdiğim müzikle, kahvemle evdeki sakinlik. En yakın dostlarımla olduğum hafif sarhoş ev partileri... Saymakla bitmez. En sevdiğiniz yazar kim? Dostoyevski, Romain Gray, Gustave Flaubert, Leyla Erbil... En sevdiğiniz film/yönetmen? Birlikte ve Naked Lunch/ Lukas Moodysson En büyük aşk hikâyesi kimlerinki? Romy Schneider ve oğlu... Sizi en çok güldüren şey nedir? Hayatın içındeki bir sürü an. En büyük mutsuzluk? Sonlar, yok olanlar... Bir hayvan olsaydınız, ne olurdunuz? Tekir kedi. En çok yaşamak istediğiniz şehir? Bir masalın ıçindeki nehir... Yangında kurtaracağınız ilk üç şey nedir? Kurtarabildiğim herkes ve her şey... Bir hayali kahraman olsaydınız kim olurdunuz? Niye? Kibritçi kız ile Alice arasında gidip gelirdim... Sizi en çok tedirgin eden ve en beğendiğiniz özelliğiniz? 1 Her durumda ille de kendim olmam. Sizin için affedilemeyecek hata nedir? Birinin hayatına mal olmuş bir hata. Sahip olduğunuz en değerli şey? Hayatım. Güncel olaylar içinde yakın zamanda sizi en çok üzen olay nedir? Birçok şey var, Kazım Koyuncu'nun ölümü. Dünya gündemindeki ya da hayatınızdaki bir olayı değiştirme şansınız olsaydı, neyi değiştirmek isterdiniz? Dünyadaki sosyal adaletsizliği değiştirebilmek. Hayata gelirken seçme şansınız olsaydı, ne olmak isterdiniz? Doğuştan yetenekli bir müzisyen... En sık kullandığınız kelime nedir? Bir de şöyle bir şey var: }
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle