02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

T Dünyalar Savaşı'nı kim durduracak? Volkan Aran ondra hayalet bir şehirdi artık. Beyaz boyalı evlerin pencereleri, bir kafatasında yer alan göz çukurlarını andırıyordu. Çevremde binlerce sessiz ve sinsi düşman yaratıyordu hayal gücüm. Bu satırlar Herbert George Wells'in 1898'de yazdığı, üç kez sinemaya aktarılan aktanlan Dünyalar Savaşı romanından. Spielberg'in uyarlamasında ABD'de geçen uzaylılann istüası Wells'in romanında o yıllarda hızla kolonileşen Ingiltere'nin ve "medeniyetin" başkenti Londra'da geçiyordu. 19. yüzyıhn sonlarında gerçekleşen Afrika'nın kolonileştirilmesi hareketi ve yeni emperyalizm kavramlarına açık bir eleştiri olan roman, sırf dünyanın başka yerindeki insanlardan daha gelişmiş ve daha zeki olduğunu düşündükleri için onların yönetiminde ve topraklarında hak sahibi olduğunu iddia eden "medeni ülkeler"i sorguluyordu. Bu yüzden uzaylılar Londra yakınlarına iniyor ve "medeni" insanın da kendinden daha gelişmiş L bir tür karşısında nasıl çaresiz kalabileceği anlatılıyordu. Filmde ise, insanlara besin maddesi olmaktan öte bir değer vermeyen uzaylıların, insanlığı acımasızca yok etmesine tanık olan izleyici dehşete kapıiıyor. Çünkü Spielberg'in E.T.'sinden tanıdığımız uzaylılara hiç benzemiyor bu defakiler. Ama kitapta geçtiği şekliyle "onları acımasızca yargılamadan önce, kendi türümüzün, yalnızca günümüzde nesli tükenmiş bizon, dodo gibi hayvanlara değil, aynı zamanda kendinden aşağı gördüğü ırklara da uyguladığı acımasız katliamı hatırlamalıydık". BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI Film bu ay içinde tüm dünyada vizyondayken Londra'da gerçekleşen bombalı eylemler şehri benzer bir şoka soktu ve Dünyalar Savaşı'nın insanın kendi türüyle de aynı acımasızlıkta sürdüğünü gösterdi. Orson Welles'in radyo uyarlaması sırasında gerçek bir uzaylı istilasının olduğunu düşünüp panik içinde sokaklara dökülen on binlerce Amerikalının aksine, Dünyalar Savaşı'nı izleyenler sinemadan çıktıklarında artık uzaylıların istilasından o kadar ürkmediklerini görüyorlar. Çünkü dünyadaki insanların büyük bir kısmı ya görünmeyen bir düşmanın tehdidı altında ya da teknolojik olarak daha üstün bir gücün acımasızlığının kurbanı olarak bu de neyimleri uzaydan gelecek istilacılara ihtiyaç duymadan yaşıyor. Acaba tüm bu güç savaşları bitip insanlık evrensel barışçı ilkeler üzerinde uzlaşabilir mi? Bunun cevabını pek çok insan bugüne kadar uluslararası bir güç birliğinde aradı. Bunların en örgütlü olanı Birleşmiş Milletler Teşkilatı'ydı. Ancak etnik temizlemeye karşı harekete geçilemeyen Rvvanda'dan, Güvenlik Konseyi onayı alınmadan işgal edilen Irak'a kadar pek çok örnekte Birleşmiş Milletler bu misyonunu yerine getiremedi. Bir veto hakkı milyonlarca insanın yaşama hakkının önüne geçti. Barışçı bir dünya hayalinin karşısındaki en büyük engel ise, ulusla Fukuyama'ya göre, Birleşmiş Milletler barışı vaat etmiyor, edemiyor, çünkü... rarası ilışkilerdeki gerçekçilik anlayışı oldu. Soğuk savaş döneminden kalan ve bu savaşın hep var olacağı savındaki gerçekçilerin mırası ABD'nin dış politikasında dcvam ediyor. ABD'nin şu an izlediği politikanın hâlâ tam bir politik gerçekçilik olup olmadığı sorumuzu, Washington Johns Hopkins Üniversitesi'nde uluslararası politik ekonomi profesörü olan ve Tarihin Sonu ve Son tnsan adlı ünlii kitabın yazarı Francis Fukuyama şöyle yanıtlıyor: "ABD eskiden olduğu gibi şimdi de hem gerçekçi hem idealist. Ama şu anki sorun büyük bir inandırıcılık sorunu." MEŞRUİYETSORUNU... Peki insanın dünya üzerinde birbirini yabancı görmeden aynı ortak değerlerle ilerlemesi ve tnutlak banşı sağlaması mümkün değil mi? Bu sorunun yanıtı ülkelerin güç politikasından vazgeçip, kabul edilecek ortak meşruiyer anlayışını uygulamakta yatıyor. Prof. Fukuyama, dünya güçlerinin her zar"aıı gucünii arttırmak üzerine davranacağını öngören gerçekçiliğin meşruiyet arayışı karşısında yenilgiye düşeceğini savunuyor: "Devletler basit olarak yalnızca güç peşinde koşmazlar, çeşitlı yasallık anlayışları tarafindan dikte edilen bir dizi amacı izlerler. Meşruiyet anlayışları salt güç uğruna güç pe şinde koşmayı önemli ölçüde sınırlar ve meşruiyet sorunlarını görmezden gelen devletler büyük riske girer." Fukuyama da dünya barışı beklentisini Birleşmiş Milletler'in gerçekleştireceğine inanmanın bir yanılgı olduğunu söyleyenler arasındaydı. Ancak bu yılın başında yayımlanan Kemal Derviş'in "A Better GlobalizationDaha lyi Bir Küreselleşme' kitabı için yaptığıyorumda, "Birleşmiş Milletler'in yeniden yapılandırılması sorununa şu ana kadar gör düğüm en yaratıcı çözünıü bu kitap sunuyor" dedi. Derviş ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi için yeni katılacak ülkelerle birlikte, ağırhklandınlmış bir veto hakkı öneriyordu. Bu sayede hem tek bir ülkenin vetosuyla pek çok kararın uygulanamayışı önündeki engel büyük ölçüde kalkacak hem de yeni katılan ülkelerle dünya nüfusu daha gerçeğe yakın bir şekilde temsil edilebilecekti. Fukuyama'ya yorumunun Birleşmiş Milletler'in geleceği hakkındaki karamsarlığının sona erdiği anlamına gelip gelmediğini sorduk. Yanıtı BM açısından çok iç açıcı değil: "Kemal Derviş'in önerisi Güvenlik Konseyi'nin yapılandırılmasında ABD dışında beş daimi üyenin veto hakkını oıtadan kaldıran akıllı bir tasarı. Aslında bu kurallar altında BM daha etkin bir organizasyona dönüşür dü. Ne var ki bu reformun gerçekleşme şan ' sının olmadığım düşünüyorum. Söz konusu olan diğer tüm reformlar da, Güvenlik Konseyi'nin ortak karar almasını güçleştirecek türden. Bu nedenle üzerinde üyeler arasında tam bir uzlaşmaya varılmış konular dışında Birleşmiş Milletler'in etkin bir güvenlik mekanizması olarak çalışacağı konusunda kötümserliğimi koruyorum." BM hkrinin kurucularından olan ABD şimdi onu bertarat etmek istiyor. îki kutuplu dünyada meşruiyetini eleştirmediği Birleşmiş Milletler'i şimdi artan gücü ve ulusal çıkarlarının tatbiki açısından kendisine engel olarak görüyor. Kısacası bir ölçüde güçlü olanın meşruiyet anlayışı diinyaya kabul ettiriliyor. Yine de 20. yüzyılda Avrupa ülkelerini kolonilerınden ayrılmaya iten, ABD'yi Vietnam'dan çıkmaya zorlayan meşruiyet ve haklılık beklentisinin güçlü olanca değil, insanlık vicdanınca belirleneceğini umalım. Belki bu sayede içinde bulunduğumuz ve izlediğimiz Dünyalar Savaşı, H.G. Wells'in yazdığı gibi "yozlaşmanın ve çöküşün başlıca kaynaklarından olan geleceğe bilinçsizce duyulan güveni elimizden alacak ve insanlığın çıkarı kavramının gündeme gelmesine ve tartışılarak gelişmesine neden olacaktır"... • HALİT ERGENÇ k defa maraton koşuyorum! Esra Başıbüyük liye, bu sezonun en çok izlenilen dizilerinden, Sinan ise bu dizinin en sinir bozan ama "renkli" karakterlerinden birisiydi malumunuz. Aliye şimdi tatilde! Bir sezon boyunca bazen sinirlendik, bazen acıdık, bazen de onu anlamaya çalıştık, ama daha çok Sinan'a fena kızdık. Bunun sebebi oyuncu Halit Ergenç'in performansıydı. Hatta bu rol öyle bir oldu ki insanlar Ergenç'i o karakter sanmaya başlamışlar. Ergeııç'le rolünü ve oyunculuğu konuştuk: "Aliye" tatilde artık! Ama önümüzdeki sezon devam edecek değil mi? Edecek. Inşallah tabii. Biliyorsun bu işler hiç belli olmuyor o yüzden cevap verirken ucunu serbest bırakmak istedim. Bir oyuncu olarak Zerda' dan sonra Aliye tam anlamıyla insanlarla yüz yüze geldiğin bir proje oldu. Evet, bana çok kızıyorlar. Sinan'ı kötü adam zannediyorlar. tnsanlar dizilerle bütünleşiyorlar Seni bir anda o karakter zannediyorlar. Mesela gelip " Ya geçen sene pek bir iyiydiniz, size ne oldu bu sene" diye soruyor. "Zerda'yı boşayıp, Aliye ile evlenip, iki ço A cuk da yapınca ben böyle oldum" demek geliyor insanın içinden ama onlar böyle düşünüyorlar. Günliik hayat içinde çözümcül, uyumlu birisiyken dizi de tam tersi bir karakter, oynarken deşarj oluyor musun, ya da tam tersı... O bağırıp çağırına sahnelerinde o kadar yoruluyorum ki... Bir de, ilk seferde çekip bitirmiyoruz. Biliyorsun öfke çaresizlikden doğar. Çözüm üretemezsin, öfkelenir ve kabalaşırsın. Sinan'ın kafası çok çalışmadığı için çabuk öfkeleniyor ama çabuk da sönüyor. Aslında çok duygusal bir adam. Fakat nasıl yapacağını bilemiyor. Sen günliik hayatında öfkelerine nasıl çözüm buluyorsun? Mümkün olduğu kadar empati kurmaya çalışıyorum Bazen içimden hiç gelmiyor, 'Hayır canım biraz da beni düşünsünler' dediğim oluyor ama anlayıp çözebildiysem ortada sorun yok. Kendim ve karşımdaki insan arasında bir şekilde arabulucu olmaya çalışıyorum. Bazen bu ukalalık gibi algılanıyor. Olayı net görüp,benim yüzümden bir terslik çıkmışsa elimden geldiğince düzeltmeye, kar "Aliye" dlzisl yaz tatilinde... Büyük ihtimal önümüzdeki sezon da devam edecek... Halit Ergenç de tatilde, ama kiminle karşılaşsa sanki Sinan'mış gibi tepki alıyor. Sinan, Aliye'nin "kötü" kocası. Ergenç bu rolüyle, sezonun en parlak performanslarından birisini sergiledi. Ne olacak bu Sinan'ın hali sorusuna " Böyle giderse çok zor!" diyor... Lrgenç, çabuk sı (Fotoğrat: Uğur Demir' rum. Şimdilik Aliye için verilmiş bir söz var ve bunu en iyi biçimde gerçekleştirmem gerekiyor. Tiyatro, müzik hepsini çok seviyorum ve hiçbirini diğeriyle zorlayamam. Ama senin bir an önce şöhret olayım gibi bir derdin yok. Yok hayır, yok. Benim işimi iyi yapmakla derdim var. Yapayım, yapıldıktan sonra 'Evet, düzgün oldu' diyeyim, benim derdim o! Oyuncu olarak, bu dönemde neler keşfettin, neler açığa çıktı, buradan bir özeleştiri alayım... şı taraftan kaynaklanıyorsa onu anlamaya çalışırım. Ha yok, düzeltemeyeceği bir şeyse ve o insanla dostluğunu devam ettirmek istiyorsan o konuyu orada kesmek lazım. Peki, zor bir rolün altından kalktın, şimdi neyi hedefliyorsun? Açıkçası geçen sezon çok düşünecek zamanım olmadı. Dizi bitmedi, teneffüste gibi hissediyorum. Ne kadar dinlcnir, rahatlarsam yeni sezona o kadar iyi başlayacağım. Tiyatro ile ilgili birtakım teklifler var ama okuduğum projelerin çok ıyi olmadığım düşünüyo îşini yaparken, birtakım örnekler alıyorsun. Bir model çıkarıyorsun. Bunu dozla ilgili daha ıncc çalışmaya başladım. Şöyle anlatayım. Elinde çok lezzetli bir krema var.Bir pasta yapıyorsun. O kadar lezzetli ki, tadınca o kremaya kimse doyamayacak. Sen bunun farkındasın ve pastanın üstünü dağ gibi krema yapıyorsun ya da bu kremayı öyle yerlere sıkıyorsun ki insanlar yerken küçük süprizlerle karşılaşıp.bitmesin isteyecekler. Bununla ilgili ince bir çalışma oldu. Doz, denge? Denge. Elimde olan malzemeyi ne kadar, nereye, nasıl kullanmam gerekliliği ile ilgili biraz daha ilerlemiş oldum. Bunu söyleyebilırım. tşine dönük olmayı sevdiğin kadar kenfe> dine dönük yaşamayı da seven birisisin değil mi? Kesinlikle.Kendimi koruyamazsam sonra çok zor oluyor. Çabuk sıkılıyorum.Kendime bakamazsam, bir nokt'a da otomatik olarak kendimden vermeye başhyorum. Benim güçlü bir otokontrolüm var. O noktaya gelirsem her şeyi silip atabiliyorum. Gözüm kararıyor! Bunun örneğini birkaç defa yaşadığım için dersimi de aldığımı düşünüyorum. Çok zorlanmasam dengesini bulurum. Bu arada ney üflemeye başlamışsın? Bir süredir var. Sesinı çok seviyorum, ama sadece ses çıkarabiliyorum. Anladığım kadarıyla bir ses çıkarmak bile ciddi bir iş. Elime aldığımın 15. dakikasında ses çıkarmıştım. Mercan Dedebana "bir sene boyunca sadece üfle, hiç melodi çalmaya çalışma, hatta mümkünse günde bir, bir buçuk saat üfle" demıştı. () kadar zor ki. Bir seneye yakırıdır ağzımı bilc sürmüyorum. O ne durumdadır, bana küsmüş müdür bilmiyorum. Ona alışıyorsunuz, o da size alışıyor. Neyden herkes aynı sesı çıkarmıyor. Bütün neyzenle , rin rengi tarklıdır. • [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle