Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 17 TEMMUZ 2005 / SAYI 1008 Yazmış bulundum... Nilüfer Zengin "Keder Gibi Ödünç" Haydar Ergülen'in 10. kitabı. Uzun bir yolculuk gibi bir durum bu. Vardığı durağı "Şiirin ne olduğunu değil, ne olmadığını anladım" diye anlatıyor. "Şiir sebebim" demiyor artık, şiirlerini şairliğinin önünde tutuyor. Ona bakarsanız, şairlik fiyakası da yok... la. Tanımaz bile. Fiyakam yok işte. Şair imajım filan olsun da istemem. Şairlik de bir güç iddiası taşıyor çünkü. Aynı şiirde "17 yaşımdaki yarısı aptal yarısı korku dolu çehre" diye bir şey de vardır. 47 yaşımda hâlâ öyleyim. Sizin tabirinizle "fiyakasızlığın" dışında, belirgin bir "iyiliğiniz" var bir de. Genç şairlere destek olmak gibi, edebiyat tartışmalarında yıkıcı olmamak gibi... tyi bir adam olmak gibi... lyilik bazen kötülük yapamamaktır. Kötülük yapamadığım için iyiyim. Keder ödünç verilmiş bir şey mi peki? Her şeyin ödünç olduğu fikri giderek çok yerleşti bende. Şiir de ödünç. Tabii şairlerin kederinin de ödünç olduğunu düşünüyorum. Bir de bu kitapta "kardeşlik" var... Evet. Şairler kardeşiz. Kardeşliğin de birbirine benzemezliği önemlidir. Şiirlerimiz birbirine benzemez, ama kökümüz aynı. Günümüz Türk şiiri? Şiir yazılıyor... 1020 yılda bir "günümüz şiiri ölüyor" tartışmaları olur. Bu tartışmalar fazla şair heyecanından çıkar. Bu dünyada şiirin ölmesi kaçmılmaz. Devrimciler ölür, devrim yaşar diye bir şey yok, devrim de ölür. Şiir artık insanın kendisini dünyaya karşı korumasının yolu bile değil. Dünyada da çok fazla insan şiir okumuyor. Şiirin özel bir statüsiı yok, şairlerin okuduğu bir şey. Keder Gibi Odünç'ün yanı sıra Uvey Sokak isimli bir kitabınız da çıktı... Radikal'de çıkan sanat, edebiyat, şiir, sinema konulu yazıların toplamı Üvey Sokak. Nihayetinde sanat insanların üvey çocuğudur ya. Hem güncel olmasına hem de kalıcı olmasına özen göstererek yazdığım yazılar. 9) H aydar Ergülen, 80 sonrası şiirini köklerine bağlayan bir şair. Beylik bir benzetmeyle, Ikinci Yeni ve öncesiyle günümüz şiiri arasında "köprü" olmuş şiirleri yazan kişi. Tabii, bunu yaparken kendine has iç sesini kurmayı ihmal etmemiş. "Yasakmeyve" yayınlanndan çıkan son kitabı "Keder Gibi Ödünç" ve şiir üzerine konuştuk... Keder Gibi Ödünç, kitaplarınızda eskidenyer yer görülebilen "Ben bir şairim ve şiir yazıyorum" duygusunun ağırlığından sıyrılmış bir kitap... Bu onuncu kitabım. Artık şiirin ne olduğundan çok, ne olmadığını anladım. Bu beni rahatlattı. Doğrudan doğruya hayatla ilgili, kendimle ilgili, dünyadaki varhğımla ilgili şiirler. Bunların çok şairane olmaması gerekiyor du. Aslında mırıldanmalar diyorum bu şürlere. llk bölüm "Mırıldandığım Şeyler" adını taşıyor zaten. Bir zaman sonra insan şiir yazmak yerine, mırıldandığını hissediyor. Mırıldanmak bana daha hakiki, daha insana yakın bir şey gibi geliyor. Uzun yıllar reklam yazarı şairlerle ilgili bir tartışma yapıldı. Reklam yazarı bir şair olarak ne diyorsunuz bu konuya? Şair kimliğim üzerinden reklam yazarlığı yapmadım ben. Eğitimim üzerinden reklam yazarlığı yaptım ama şairliği üzerinden reklam yazarliğı yapanlara da itirazım yok. Reklam tüketime yönelik, şiir korumaya yönelik bir yaratım. Ben muhafazakâr bir şairim. Ashnda bütün şairlerin de muhafazakâr olduğunu düşünürüm. Şairlerin siyasi görüşleri devrimci olabilir, ama şiir muhafazakâr bir şeydir. Uzun yıllar reklam yazarlığı mesleğim, şiir sebebim diyerek yaşadım. Şairlik nasıl bir şey? Şiir sebebim diye görmüyorum artık. Çok seviyorum, ama abartılı bir değer atfetmiyorum. O zaman şiirden çok şairi önemsemiş olurum. Oysa benim için şairin hiç önemi yoktur. Edip Cansever'in "Gelmiş Bulundum" diye çok güzel bir şiiri vardır ya, ben de "yazmış bulundum" diye bakıyorum. Her şeyde olduğu gibi şiirde de gençler "yapılmamışı" istiyorlar. Keder Gibi Ödünç ise aksine, tkinci Yeni'nin kodlarına bir geri dönüş taşıyor. Selamlama gibi belki... Genelde hiç yenilikçi değilim zaten. Şiire de benden önceki kuşaklara saygı duruşıı gibi başladım. Onlardan etkilenerek yazdım. Haydar Ergülen, hayatla ve Şiir yazmak bir etkilenme biçimi benim için. kendisiyle ilgili şiirlerini Eskişehir, çocukluk gülanne... Şiirlerin "mırıldanmalar" diye niteliyor... arkasındaki hikâye hiç değişmiyor... Dünyadan aklımda kalanlan, özellikle anıları yazmaya çalışıyorum. Bir bakıma gerçek şiirin orada, o anılarda olduğunu düşünüyorum. Şiirlerimde çok fazla tema, çok fazla sözcük de yoktur, aynı temaların etrafında benzer sözcüklerle dolanırım. Bu okuyucu için sıkıcı da olabilir, ama başka türlü bir şey yazamıyorum. Eski defterleri hiç kapatmıyorum çünkü. TUTÜN KOKAN ADAMIM' Bir de Orhan Kemal'in kitaplarındaki adamlara öykünmenizi anlatmıyorsunuz... Bizim çocukluğumuz Orhan Kemal, Sabahattin Ali romanlarıyla geçti. Bu romanlar Çukurova'da geçer, Istanbul'da, Cibali Tütün Fabrikası'nda geçer. Oradaki kadınlar adamlarını çok severler. "Tütün kokan adamım" diye sarılan bir kadın imgesi kalmış aklımda. Bazı insanlar vardır, onlar jestleriyle tanınırlar. Bu hayattaki ya da şiirdeki bir jest olabilir. Kendimi hep gölgede kalmış, biraz geride kalmış bir adam gibi görürüm. Çok ileri atılmadığım için belki. Bir yerde 45 şair oturuyorsundur, diğerlerine birileri şair muamelesi yapar, ama bana yapmaz mese Ürünlerln sergilenişi Lüks parfüm yılda iki kez satılan bir ürün; bu yüzden de parfümlerin girişte bulunması mağazanın boş olduğu izlenimini uyandırıyor. Bu durumda kimsenin gitmediği bir mağazadan kim alışveriş yapmak ister ki? Bu arada parfümlerin kapıya en yakın yerde bulundurulmasının tarihsel sebebini biliyor musunuz? Çünkü otomobilden önceki dönemlerde, bunun dışarıdan gelen at pisliği kokusuna karşı bir önlem olacağını düşünmüşler... Düş gücünün bittiği yer... eden buradayız? Buradayız, çünkü bir şeyler alacağız. Buradayız, çünkü karım zorla getirdi. Buradayız, çünkü televizyonda seyredilecek hiçbir şey yok. Buradayız, ama neden burada olduğumuzu bilmiyoruz. Buradayız, çünkü herkes burada... Bir alışveriş merkezinegidip de kalabalıklarda birilerine neden orada olduklarını sorduğunuzda, benzer yanıtlar alırsınız... Eğer ağzı laf yapan birine denk gelirseniz, bu kişinin hayatta hiçbir şeyin sebepsiz olmadığına dair bilgisi varsa, yanıtı şu olabilir: Bizim için yaratılmış arzunun peşindeyiz... Bu, elbette doğru bir yanıt, çünkü yeni dünya sizden olur olmaz bir yığın ürün almanızı talep ediyor, bunun için yeni ihtiyaçlar yaraüyor, sizi ihtiyaç duymanız için zorluyor, bu ürünlere ilişkin arzunun doğmasını planlıyor. Ürünler ve vitrinler cinsel nesnelermişçesine, düşünmek ve bakmaktan zevk aldığımız, hayalini kurduAlışveriş ğumuz, sahıp olamadığımızda her şey bitmiş gibi davrandığımız, zaten merkezleri... çoğunlukla da bedensel arzu uyanİçinde, herkes ve dıracak şekilde tasarlanıyor. Reklamlar böyle yazılıyor, çekiliyor... her şey var... Paco Underhill, uluslararası araşSokaktakl tırma ve ticari danışmanlık firması Envirosell'in kurucusu ve CEO'su. karmaşadan Uzmanlık alanı "insanlarla ürünler, kaçarken gizli insanlarla mekânlar arasındaki etkileşim". The Wall Street Journal'da ırkçılığın yattığı bu ve The New Yorker Times'ta yazıları yayımlanan bir müşteri davramekânlara neden nışları uzmanı ve kent planlamacısığımyoruz? sı. Bir önceki kitabı "Alışveriş Bilimi Why We Buy"dan sonra, Sosyal Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı "Alışveriş Merkezleri Nereye Kadar?The Call Of The Mall", yollara düşmüş bir alışveriş merkezi canavarının gözlemleri, hikâyeleri ve çözümlerini anlatıyor. Underhill, "Alışveriş merkezleri her zaman olacak, ama yapabileceğimizin en iyisi bu değil" diyor. Geçmişe dönüp, eski pazaryerlerini, bedestenleri, tüccarları, romantik ve serüvenci halini hatırlatıyor bize, şimdiyse tüm bunların yok olduğunu. Bölümlere ayırdığı kitabında, ahşverişin seks ve statü ile bağlantısından tutun da kadın ve erkeğin neden ya da nasıl alışveriş yaptığına, bu yeni eğlencenin insanlan nasıl şekil ı Ezgi Altıner N Seks ve alışveriş İç çamaşırı mağazaları... İç çamaşırını ihtiyaç maddesi olmaktan çıkarıp, kişisel bağlantı nesnesi durumuna getiren yerler. Bazılan yeniyetme yosma işi gibi, değil mi? Büyükler kızların göbeği açıkta bırakan daracık tişörtleri ve düşük belli pantolonlarına bakıp şoke oluyorlar. Ama bir yosmanın nasıl giyindiğine, hatta yosmanın anlamına dair fikirleri yok bu kızcağızların. Bu onlar için alımlı bir genç kadının tercih etmesi gereken giyim tarzı. O kadar... lendirdiğine kadar birçok konuya değiniyor. Kimi zaman arkadaşlan, kimi zaman da tanımadığı insanlarla gezdiği alışveriş merkezlerindeki saptamaları, uzman kişilerin görüşleriyle pekişiyor. Türkiye'ye de uzanan bu yolculuğunda neredeyse bütün alışveriş merkezlerini gezip inceleyen yazar, " Alışverişten yana, ama alışveriş merkezlerine karşı mısınız?" diye soruyor hikâyesinin bir yerinde, "Sık rastlanan bir durum. Birçok sağduyulu, akılL insan, buraları küçümser ve aşağdar. Bazılan yine de düzenli olarak oralara giderler. Aynı düşüncedeyseniz, buralann çağdaş birer versiyon olduk Neden ve nasıl? Yıllar önce video kameralarından biri, iç çamaşırı raflarının önünde bir erkek tespit etmişti. Adam bir ara dönüp pantolonunun içine, iç çamaşırının etiketine baktı. Belki hayatında ilk kez, kendi iç çamaşırını kendisi alıyordu önce annesi, sonra sevgilisi, sonra da karısı yapmıştı onun için bu işi ve şimdi aynı adamın bir kadın için iç çamaşırı aldığını düşünün. Başarana kadar sapıkça görünecektir her şey. Satış elemanına anlatacak; "Hmm göğüsleri sizinkilerden daha büyük", "Bunun bedeninden emin değilim, anlamak için poponuza tutabilir miyim izniniz olursa?"... Çözüm farklı bedenlerde vitrin mankenleri! Evet bir sürü erkek müşteri toplaşmış, mankenleri okşayıp duruyor... Oysa kadınlar, tam da bu iş için oradalar. Nedeni belki de alışveriş merkezlerinin okul ve ev dışında ellerindeki yegâne mekânlar olması. lan savını ikna edici bulmuyorsunuz demektir. Ama buralarda olup bitenleri incelemek, kendimiz, yaşadığımız devlet ve toplum hakkında birçok şey öğretebilir." Bu mekânların, özellikle Amerika'da, ev ve işyerlerinden sonra en çok vakit geçirilen yerler olduğunu da sözlerine ekliyor. Markalar ve tüketim çılgınlığıyla çevrelenen insan kalabalığını ve iletişimsizlik sonucu birbirimize daha da yabancılaştığımızı gördüğümüz bir serüvendeyiz. Underhill, geleceği düşünülmemiş bu yapay dünyayı nasıl hazırladığımızı sorgulamayı öneriyor şimdı bize. "Alışveriş merkezi televizyona benziyor. Kim olduğumuzun, ne istediğimizin gerçek göstergesi olarak algılanmaya çalışılan, tümüyle sahte bir ortam. Ona burun kıvırıyoruz ama bakmadan da edemiyoruz. Arada bir televizyonun işlevini en yüksek düzeyde yerine getirdiği anlar var, ama daha öteye gidemiyor." Yeniliğe kapalı bu yerlerin acilen şekillcndirilmesi gerektiği üzerinde duruyor. "Estetik değer bir alışveriş merkezinde aklımıza gelen en son şey" diye ekliyor. UnderhilTın tespitlerinden biri de tüketim çılgınlığrnın kadın üzerine kurulduğu ve ancak onun üzerinden diğerlerine ulaşabilen bir salgın olduğu. Evet, kitap boyunca bir alışveriş merkezinin içindeyiz. Kadının, erkeğin, çocukların, yaşlıların, hatta eylemcilerin olduğu bu yerler Underhill'ın tabiriyle "Şehirlerimizin ana caddeleri mi" acaba? Sokaklardaki kargaşa, soygun, hız ve gerginlik gibi tehlikelerin, bizi bu güvenli (!) yerlere itmesiyle alışveriş merkezlerinin sağlıksız birer kamusal alana dönüştüğünü görüyoruz. Yazar, "Kimi yerlerde toplu taşımayı sınırlandırarak, kimin içeri girip kimin giremeyeceğini kontrol etmek istedikleri açık" derken üstü kapalı bir ırkçılığın varlığından da söz ediyor. Önerisi, bilinen en basit ve temel şeylere geri dönmek. Özgür olduğu sürece var olacak insan için fazla kapalı ve korunaklı bu mekânların daha akılcı ve düş gücüne elverişli çözümlerle dönüştürülmesi gerektiğine inanıyor. Rüzgârı ve güneşi tekrar hissettiğimiz, sanatın kendini gösterdiği, duygulanmızı kaybetmediğimiz ve en önemlisi neden orada olduğumuzu bilerek gittiğimiz yerlere sürüklenelim istiyor. Ancak siz yine de arabanızı nereye park ettiğinizi unutmayın! îyi alışverişler. •