16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

27 ŞUBAT 2005 / SAYI 988 BUSH İran'ı tehdit ediyor ama... Bush Irak'tan sonra şlmdi de İran'ı nükleer sllah üretmekle suçluyor. Dünyayı bu kez İran'a saldırmakla tehdit ediyor. Oysa nükleer silahların denetim altında tutulması ve sllahsızlanmaya gidllmesi yönündeki uluslararası sözleşmelere sırt çevlren kendlsi... luyorlar. ABD'nin tepeden tırnağa erdemli bir ulus, Iran gibi, bu ülkeyle ilişkileri yolunda gitmeyen ulusların da "kötü" olduklarına inanıyorlar. Bu mantıktan yola çıkarak, ABD hükümetinin nükleer silahlar üretme ve kullanma konusunda yerden göğe haklı olduğunu savunurken, bu ülke tarafından "düşman" kapsamına alınan uluslara bu hakkı tanımıyorlar. Beklendiği gibi, bu görüş tranlı hükümet yetkilileri tarafından hiç de ciddiye alınmıyor. ABD yetkilileri Nükleer Silahsızlanma Sözleşmesi'ni göz göre göre çiğnerken, îranlı yetkililerin buna uymaları da pek olası görülmüyor. Bush yönetimi en azından îran'a nükleer silahlar üretme yönünde elle tutulur bir gerekçe sunmuş oluyor. Başka ülkeler de aynı sonuca varmış durumdalar. Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark 2004 güzünde verdiği bir demeçte, "Öncelikle ve özellikle Nükleer Silahsızlanma Sözleşmesi'nin temsil ettiği esas konuyu göz önünde tutmamız gerekiyor. Nükleer silahsızlanma ve bu silahların yayılmasını önleme yönündeki girişımlere seve seve katılsak da, bu hükümlerin nükleer silahları olan uluslar tarafından da yerine getirilmesini sağlayacak önlemlerle güvence altına alınması bizleri uzun erimli nükleer silahsızlanma hedefine daha da yaklaştıracaktır" diyordu. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed El Baradey de bu yılın başlarında yaptığı bir konuşmada aynı noktaya parmak basıyordu. Tüm ülkelere önümüzdeki beş yıl içinde güçlendirilmiş uranyum üretimi ve nükleer denemelerden vazgcçme çağnsında bulunan Baradey, "Ellerinde nükleer silahlar bulunduran ülkelerin de nükleer silahsızlanma kararına bağlı kalmaları gerektiğini unutmamalıyız" diye ekliyordu. Gerçekte, El Baradey'in nükleer silah konusuna tarafsız yaklaşması, şimdilerde onun UAEA başkanlığına yeniden atanmasına karşı çıkan Bush yönetimini küplere bindirmişti. Nükleer Silahsızlanma Sözleşmesi'ne imza atan tüm ülkelerin üstlendiği sorumluluk hiç kuşkusuz bu yıl Mayıs ayında Birleşmiş Milletler'de toplanacak inceleme konferansında oldukça ateşli tartışmalara konu olacak. Bush yönetiminin nükleer politikasındaki tutarsızhklar konusunda getireceği gerekçeler de ilginç olacağa benzer. Ne yazık ki, o güne gelinmeden kendimizi bir başka kanlı savaşın içindebulabiliri/. Irak'taki savaş gibi, bu savaş da bizlere kitle imha gücüne sahip silahları elinde bulunduran bir ulusun yarattığı olası tehlike gerekçesiyle yutturulmaya çalışılacak. Ve yine Irak savaşmda olduğu gibi, bu savaş da Bush yönetiminin küstah ve aptalca tavrı yüzünden başlatılmış gereksiz bir girişim olarak tarihe geçecek. ZNet'ten (Lawrence S. Wittner'ın yazısı*) çeviren: RlTA URGAN *New York Eyalet Üniversitesi tarih profesörü olan Latvrence S. Wıttner'in son kttabı "Totvard NudearAbolition=NükleerStlahsızlanmayaDoğru" baslığtnı taşıyor. A • t Son günlerin haber programlarına ve Başkan Bush'un "Birliğin Durumu" başlıklı konuşmasına bakılırsa, Bush yönetimine egemen olan yeni muhafazakârlar bu kez îran'ı hedef alan korunma amaçlı yeni bir askeri saldırıya hazırlanıyorlar. Böylesi bir saldırının görünürdeki gerekçesi olarak Iran hükümetinin nükleer silahlar geliştirdiği öne sürülüyor. tşin aslına bakılırsa, îran'daki nükleer etkinlikleri düzenli olarak izleyen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ülkede herhangi bir nükleer silahın izine rastlamış değil. Söz konusu kurum Iran'ın sivil ya da askeri amaçlarla güçlendirilmiş uranyum ürettiği yönünde bir rapor ver miş olsa bile, ülkenin 2004 yılında Fransa, Al manya ve Britanya ile birlikte imzaladığı bir sözleşme sayesinde bu üretime son verildi. Öyle ki, îran'ın gelecekte nükleer silah üretmesi gibi bir olasılık söz konusu olsa da, bunun kesin bir gerçeklik olduğu söylenemez. Dahası, îran hükümetinin daha önce böyle bir tasarısı olduğu da kuşku götürür. Ne gariptir ki, Bush hükümeti her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu böylesine kritik bir dönemde Nükleer Silahsızlanma Sözleşmesi'ni çiğnemeye hazırlanıyor. ABD ve hemen hemen tüm başka ülke yetkılilerı arasında 1968 yılında imzalanan bu sözleşme nükleer silahı olmayan ulusların bu yöndeki girişimlerini durdurmalarını ve olanların ise nükleer silahsızlanma yoluna gitmelerini öngörüyor. Bush yönetimi bu kuralların ilkine uyarken, ikincisini ayaklar altına alıyor. KONGRE'DE BAŞKALDIRI... Bush yönetiminin nükleer silahlarla ilgili politikasını izleyenler için bu durum hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. Yönetim bu tavnyla yalnızca nükleer silahların denetim altında tutulması ve silahsızlanmaya gidilmesi yönündeki uluslararası girişimlere sırt çevirmekle kalmayıp, Nixon döneminde imzalanan "Balistik Silahların Önlenme si" ve Başkan Clinton'un imzaladığı "Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması" sözleşmelerini de hiçe sayıyor. Bush yönetimi yeni nükleer silahların geliştirilmesi ve ABD'nin nükleer denemeleri yeni baştan başlatmasına olanak tanınması yönünde de birtakım girişimlerde bulundu. Söz konusu girişimleri engelleyen tek şey Kongre'de, Temsilciler Meclisi üyelerinden David Hobson ile Enerji ve Su Tahsisatı Komitesi üst düzey yetkilılerinden Cumhuriyetçi Pete Viclosky'nin önderliğinde başlatılan ve yeni nükleer silahlar üretilmesi yönündeki ödeneklerin kesilmesini sağlayan beklenmedik başkaldın oldu. Politika analizcileri yönetimin bu konuda yeni bir girişimde bulunacağını düşünüyorlar. Bush yönetimi ve onun izinden gidenler ABD'nin Nükleer Silahsızlanma Sözleşmesi'ne karşın sergilediği bu tavrı son derece akla yatkın bu OSMAN BAHADIR [email protected] &D yıl önce nın) teşekkülünü icap ettirmektedir. Darülbedayi'nin birden fazla gruba ayrılması sanatkâr yetiştirmek bakımından faydalı olmuştur. Mesela bu ayrılık olmasaydı, ne bir Vasfi Rıza, ne bir Hâzım, Âdil, ne bir Yaşar yetişmeyeceklerdi. Kuruluşundan beri Darülbedayi ailesinden olan çocukların hiçbirisi inkişaf edememiş (gelişememiş), halka kendisini gösterememişti. Sebebi de şu;Raşid'den, benden, ötekinden berikinden onlara ayrıca rol verilmeye vakit bile kalmazdı. Binaenaleyh parti parti çalışmanın kabiliyetli gençlerin inkişafını kolaylaştırması ve hatta temin etmesi itibariyle de faydası aşikârdır. Ancak temsil heyetlerinin şimdiki gibi dargınhkla değil, uyum içinde çalışmaları, aralarında genel toplantılar tertip ederek senelik proğramlarını birlikte düzenlemeleri ve bu suretle memleketin çeşitli mıntıkalarmda temsil vermeleri lâzımdı... Şimdi gelelim geçimsizlik meselelerine.. Bunda da kabahatı sanatkârlara buluyorlar, fakat unuttularmı ki, ilk geçimsizlik kendi aralarında başlamıştır. Esasen yazarlarla sanatkârların böyle bir kurumun yalnız edebi heyetine dahil olmaları uygundur. Yazarlarla sanatkârların idare heyetine dahil olmaması kurumun iyi bir şekilde idare edilmesini daha ziyade temin cder zannındayım... Eliza ve Roza hanımdan bahsettikten sonra kadın sanatkârlarımız hakkındaki fikirlerini anlatmaya başladı; " Maalesef hanım sanatkârlarımız pek azdır. Olanlar da kendilerini kemale gelmiş saymakta acelecidirler. Gerçi gayri Türk unsurların yerine Türk hanımların sahneye çıkması ile kulaklarımız düzgün bir lisan işitti. Fakat yalnız o kadarla mı kalmalı idi? Hanımlarımızın sahnede her şeyden evvel sanat lazım olduğunu nazarı itibara almaları lazımdır. îçlerinde çok kabiliyetlileri mevcut olduğu halde çalışmıyorlar, çalışanları da pek azdır." Şadi Bey, hanımlar arasında iyi bir inkişafa namzet olarak hangisini gördüğümü öğrenmek istiyordu; Neyire Neyir, dedim. Tasdik etti. "Filhakika benim de en çok kabiliyetli bulduğum ve takdir ettiğim Neyire Neyir hanımdır. Esaslı bir tahsil görmüş olan Neyire Neyir hanım, büyük bir tevazu ve hevesle çalışmaktadır. Hanım sanatkarlarımızın inkişafına darbe vurmakta münekkid (eleştirmen) beyler de ciddi maharet sahibidirler" dedi Şadi Bey. Bilhassa son günlerde piyasada bol ve çeşitli imzalarla görülen bir zümrenin icrai tenkidatından (eleştirilerinden) pek üzgündü. "Bir aktrise kompliman yapılır, anlarım" diyordu. "Bu kostüm ne kadar yaraşmış, dün gece cidden enfestiniz, hele rolünüze ne kadar da o Sanatkâr Şadi Bey ile bir mülakat ...Evvela şehir tiyatrosu tesisi hakkında Şehremanetine (Belediyeye) müracaat eden idare heyetinin mütalaasından bahsetti. İdare heyeti, sanatkârların uyuşmazlık veya ihtiyaç sebebiyle ayrı ayrı gruplara dağıldığını kaydetmekte idi. Şadi Bey; " Sorarım onlara", dedi; "Tam üç sene biz bu idare heyetinin emrine askeri bir itaatle boyun eğerken ne yapabildiler? Aralarında şahıslarına pek ziyade hürmetkâr olduğum kişiler bulunan bir idare heyetinin hemen yegane işi, o zamana kadar memlekette az çok tanınmış sanatkârları bir araya toplamak olmuştu. Fakat sadece bir araya toplamak.. Yoksa ne Raşid'i, ne Muhsin'i, ne Nureddin'i, ne beni onlar yetiştirmemişlerdi. Bilhassa dünya savaşının cereyan ettiği sıralarda ellerinde birçok fırsatlar vardı. Eğer heyet alâkadar olsaydı şimdi şehir tiyatrosu inşaası için Emanet'e müracaata bile mahal kalmazdı, çoktan bir şehir tiyatrosu kurulmuş olurdu. O zaman bizim en büyüğümüzün 17.5 lira aylığı vardı. Savaşta temsil vermemize müsaade etmezlerdi; sık sık temsillerle Darülbedayi'nin şerefi haleldar olurmuş, Sonra idare heyetinin hayıflandığı bu ayrılıkları da ben bilakis faydalı buluyorum. Bir kere, memleketin ihtiyacı, bir değil, üç değil, daha birçok temsil heyetlerinin (tiyatro toplulukları sahiptiniz" denilebilir, fakat tenkid namı altında yazılan bendlerde bu iltifatın yeri olmasa gerektir. Halbuki bir zaman tenkid sütunları, salon iltifatlan ve kulis arası komplimanlarının saf saf sıraya dizildiği bir yer haline gelmiştir. Kendilerini münekkidden sayanlar maalesef ya bunu, yahut da büsbütün aksini yapıyor, o zaman cümlelerindeki gereksiz takdirleri, haysiyet kırıcı hücumlarla değiştiriyorlar" Şadi Bey bu nevzuhur (yeni yetme) muhar rirlere tuluatçı münekkidler unvanını veriyor ve bunlara ait fikirlerinin geri kalan kısımlarını açmaktan kaçınmayı daha uygun buluyordu. Şadi Bey'den Türk Tiyatrosu'nu Himaye Cemiyeti hakkında mâlumat vermesini rica ettim; "Bunun hakkında esaslı mâlumat almak için yetki sahibi büyüklere müracaatı tercih etmek gerekir, benim cemiyetteki vaziyetim idare heyetinde bir oya sahip olmaktan ibarettır, Yalnız kemali şükranla şunu söyleyebilirim ki, Türk tiyatroculuğunun inkişafını samimi bir gaye edinen muhtrem zevat bu'cemiyeti tesis etmişlerdir." Şadi Bey'in teessürü (üzüntüsü) temsil heyetiyle beraber üç sene Anadolu'da yaptığı seyahatleri anlatırken tamamıyla yok olmuştu. "Tiyatroyu henüz ismi işitilmemiş olan yerlere götürdüm. Tuluat namı altındaki kepazelikler oralara bir daha dönemedi. Ne reklam, ne de halkı okşamak için söylüyorum, bu bir hakikattir. Anadolu'da gördüğümüz hüsnü kabul bütün zorluklan ve çektiğimiz sıkıntıları unutturdu. Beni Anadolu'dan hiç ayırmayan, yer yer dolaştıran da odur. Nereye gittikse büyük bir tehalük (coşku) ve arzu ile karşılandık. Bu halkın yüksek bir sanat ihtiyaç ve şevkiyle çırpındığını, heyecanını tatmin için şimdiye kadar bir vasıta bulamadığını göstermesi itibarıyla da mühimdir. Bu seyahatlerde elde ettiğimiz maddi sermaye, hemen hemen yok gibidir; Fakat manen o kadar memnun ve tatmin edilmiş olarak dönüyoruz ki, bunun kâfi bir mükafat saymaktayız." 4Ağustosl925
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle