Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 EKlM 2005 / SAYI 1021 Demokrat olmaya çalışıyorum Berat Günçıkan H rant Dink, bir yazı yazdı ve başi derde girdi... Altı ay hapis cezası aJdı. Suçu, "Türklüğü tahkir vc tezyif". Bu suçun anlamı Dink'e göre "ırkçılık yapmak". Eğer cezası kesinleşirse, ertelense de bu topraklarda yaşamaya niyeti yok. Aydmlar bir araya gelip destek olsalar, "Onu bırakmayacağız" deseler de, o kendi kadar bizi de korumaya kararlı: "Bir ırkçıyla aynı toprakta yaşamayın." Dink'le yazısını, cezayı, tepkileri ve bir arada yaşamayi konuştuk. Böyle durumlarda geçtniş olsun denir ya, geçer mi gerçekten? Benim için geçmez. lnsanlar "Türklüğü tahkir ve tezyif "i nasıl anlıyorlar bilmiyorum, ama ben ırkçılık olarak algılıyorum ve böyle bir suçlamayı kabul etmiyorum. Belki de öncelikle 301. maddeyi yargılamalı... Ben, eğer bu ülkenin yurttaşıysam, kendi yurttaşlığımı da gerekirse tahkir ve tezyif edebilirim. Çünkü ben de bu ülkenin bir parçasıyım. Bu ifade özgürlüğü içinde görülebilir. O zaman da böyle bir ceza maddesi olmaz. Ama bu aşağılama etnik anlamdaysa, evet, bence böyle bir suç olmalı ve bence ırkçılık cezalandırılmalı. Böyle bir şey ifade özgürlüğü içine asla giremez. Madde bir etnisite taşıyor, Türklüğü tahkir ve tezyif diyor... Evet. Etnik anlamda bir aşağılama suç sayılmalı, ama bu bir tek etnisiteyle olmaz. Bu ülkede sayısız etnik kimlik var. Türkü, Lazı, Kürtü, Ermenisi, Çerkezi, Rumu var. Böyle bir yasaya sadece Türklüğü koymazsın, ya hepsinin adını koyarsın ya da... Irkçılığa karşı eşit ve evrensel düzeyde bir ceza kanununu bence herkes benimser. gusu. Benim de iki gücüm bu. Kendimi, aklımla bilgimı harmanladığımda ifade ediyorum. Bence bu ınsani bir duruş. Eğer aklanamazsam, eğer yargı süreci içinde bu olmazsa, şu kanaate varacağım ki ben ırkçılık yapmışım. O zaman da özür diliyorum sizden ve hadi eyvallah diyeceğim. Bence bir insanı aşağılamışsanız, ırkçılık yapmışsanız, artık o insanlarla yaşamamanız lazım. Esas an latmaya çalıştığım bu, yoksa ben üç bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir kültürün devamıyım... Hrant Dink, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni. Bir yazısından dolayı Türklüğü "tahkir ve tezyif" etmekle suçlandı, ceza aldı. Oysa onun sözü Ermenilereydi. Yine birileri durumdan vazife çıkardı ve... DEMOKRAT OLMAYA ÇALIŞIYORUM... Bu sözleriniz biraz da "öteki"ne ayna tutmak. Göriilecek mi peki? Evet, tam da bunu vurgulamaya çalışıyorum. Çünkü bu ülkede çok pervasızca ırkçılık yapılıyor. Şu an ortaya koyduğum üslubumun insanları çok rahatsız edeceğini düşünmüyorum, çünkü muhtemelen beni kendilerinden biri olarak hissediyorlardır. Bana kızanlar da hissediyorlardır. Belki böyle bir üslup geliştirmeliyiz, biz hepimiz aslında birbirimiziniz, hep beraberiz. Hepimizin kusurları var, ve gelin önce birbirimize nerelerde hata yapıyoruz, onu tarayalım. Bu Avrupa Birliği'nin dayatması olmasın. Belki o zaman, nasıl bankayı hortumlayan bir Türk için "Şu isimli Türk bankayı hortunıladı" diye yazılmıyorsa, Musevi asıllı biri dolandırıcılık yaptığında da "Musevi asıllı şu, şu kişiler dolandmcdık yaptı" diye yazılmaz.' Belki o zaman alfabede "Ali topu Agop'a at" diye yazıldığını görürüz. Hrant Dink, kendini nasıl tanımlıyor? Demokrat bir insan olmaya çalışıyorum. Türkiyeliyim, Türk değilim, Ermeniyim... Bildiğim bu benim... BEN BİR GAZETECİYİM... Ve siz, yazım Türkleri değil, Ermenileri hedef alıyordu, diyorsunuz... Evet, o yazıda hedef aldığım Türklük kimliği değildi. Ben Ermeni olarak Ermeni kimliğiyle uğraşırım, eleştiririm, iyiye gitmesini isterim... Türkiyelilikle de uğraşırım, çünkü onun bir parçasıyım, ama Türk kimliğiyle uğraşmam. Bu kimlikle bir Türk'ün uğraşması, kendini eleştirmesi ya da düzene sokması lazım. Dava konusu olan yazımda da, Ermenilere "Türk'e olan düşmanlığın senin kanını, kimliğini zehirliyor. Ofkeyle büyüyorsun, sağlıksızsın, at bu zehri içinden" diyorum. Şimdi, ben burada Türk kanı zehirli mi demiş oluyorum? Böyle algılanıyorsa, şöyleyecek lafım yok! Sabiha Gökçen'in bir Ermeni yetim olduğunu yazmanız, arkasından Ermeni sorununun 90. yılı tartışmaları şimşekleri üzerine çekmenize yol açtı. Zaman zaman derdinizi tam anlatamadığınızı düşünüyor musunuz? Ben bir gazeteciyim ve hem Türkiye'nin, hem dünyanın en zor konuşulan konularından birinde entelektüel açılımlar sağlamaya çalışıyorum. Benim, Türklere ayrı, Ermenilere ayn, yabancılara ayrı sözüm var. Canımı sıkan, bazen Erınenilere söylediğim şeylerden Türklerin, Türklere söylediklerimden Ermenilerin vaziyet çıkarması. Oysa ben her birine eleştirel yaklaşırım, her birinin kendi kafasını karıştırmak, o statükocu, siyah beyaz duruşlardan uzaklaştırmak, "Gri alanlar var buraya gelin" demek isterim, benim yaptığım bu. "Buradan giderim" demek çok ağır kaçmadı mı? Bakıfı, ben bir kurumun başında, üzerinde üniforması ya da makamı olan bir insan değilim, sıradan, basit bir insanım. Sıradan insanların iki gücü vardır, aklı ve duy ki sorunlar bir başka mecraya, kimliğe kaymış. Kürt, Ermeni, Alevi sorunları ortaya çıkmış, o zaman biz de etimizde kemiğimizde hissetmeye başladık. Sınıf meselesinin artık önemsizleştiğini mi diişünüyorsunuz? Sınıf meselesi hâlâ var, ama başka sorunlar da var ve bu sorunlardan birinin çözümü diğerinin çözümü değil. Sadece kendi sorunlarınla ilgilenirsen de bir batağa saplanıyorsun, o zaman da demokrat kavramının kendisi çıkıyor ortaya. Türkiye'de azınlıkların sorununun çözülmüş olması neye yarar ki? Çok daha kötü olur... BİR ARADA YAŞAMAK... 1915'in koşulları yeniden mi yaratılmış olur? Evet, aynı şey. Azınlıkların sorunu çözülmüş, öbürkülerin çözülmemiş olursa, çok haklı olarak Müslümanlar ortaya çıkar ve bunlara var da bize yok mu der? Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar diye boş yere denmiyor... Bir arada mı, yan yana mı? Nasıl bir yaşamı arzuluyorsunuz? Yan yana yaşamak her zaman için sorunsuz gibi görünür, birbirinin içine girmeden... Ulus devletin içinde de bu vardır. Ancak yan yana yaşamak devletlerin çıkarını, iç içe yaşama bireylerin çıkarını ön plana çıkanyor. Ve bence birey devletten önemlidir... Tehdit alıyor musunuz? Uzun zamandır mail'le, telefonla tehditler alıyorum. Onlem alıyor musunuz? Kendi güvenliğimi ahyorum. Güvenlik kavramının kendisine de o kadar güvenmiyorum. Kendi ülkemde yaşıyorum ben. Diğer Ermeniler gibi sessizce hazır cennetlere gidebilirdim, ama kalmayı yeğledim. lyi ki solcu olmuşum, sanırım kalmama solcu olmam neden oldu. • H Kimliğinizi farklılıklar ve dışlamalar üzerinden kavramanızın sürecini anlatmanızı istesem... Gençliğimizde bütün sorunların çözümünü sınıfsal çözümde görüyorduk. Şu ya da bu cemaatin sorunlarıyla tek tek uğraşmanın bir anlamı yoktu. Ama bu sınıfsal hareket içindeyken gördük ki, biz aslında başka sorunlar da yaşıyoruz. Orneğin, bir sendika seçimine giriyoruz, kulislerde "ama o Ermeni" diye fısıldanıyor... Askere gidiyorsun, arkadaşların çavuş oluyor, sen olamıyorsun. O zaman anladık ki bu, sınıf hikâyesiyle çözülmüyor. O zaman da bu fısıldaşmaların altında yatanlan gosterme isteği duymadınız mı? Ümidimiz hâlâ sol çözümdeydi. Ne zaman ki büyük darbe yedik, nasıl tekrar toparlanır, mücadeleye devam ederiz noktasında, kendi kendimizi sorgularken gördük Tamara Pur Kök salınan topraklarda... M armara Adası'nda yaşıyorlardı. 1920'lerde göçüp Amerika'nın kuzeybatısmda, Seattle'a yerleştiler. Eugene Normand, Izaac Azose, Albert S. Maimon ve diğerleri... Yıllardır Seattle'da; Bursalı, Tekirdağh, Marmaralı diye çağrılıyorlar. Sonunda atalarının izlerini bulmak, anılarında kalan öyküleri yaşamak, yeşertmek için Istanbul'a geldiler. Onlarla özlemlerini paylaşmak istedik, bu söyleşi ile... Yıllar sonra bu topraklara gelmeye nasıl karar verdiniz? Albert S. Maimon: Seattle'daki Türk konsolosu Can Ufuk Gökçen Türkiye'den gelen Sefaradlar ve Amerikalılar arasında çeşitli kültürel etkinhkler düzenler. Sefarad kültürü ve Türkiye Mirası adı altında Türkiye'ye bir yolculuk yapmaya karar verdik. Altı kişiydik. Hepimizin ailelerinden dolayı buradan hoş bir anısı var. Babam Bursa'da doğmuş, sonra Tekirdağ'a yerleşmişler. Annem, Rodos'tan Eguene, Esther, Izaac, Lilly... Seattle'dan Istanbul'a geldiler, Tekirdağ'a, Marmara Adası'na düşürdüler yollarını. Onlar, 1920'lerde bu topraklardan ayrılanların çocuklarıydı ve kendilerine anlatılanları anımsadılar... çiçekleri çok sevdiğimizden süslemelerde kullanıyoruz. Babam Tekirdağlıydı, babası Tekirdağ'da öğretmendi. Ona haham ol dediklerinde çocukları çok sevdiğini söylemiş, kabuJ etmemiş. Bize Tekirdağ ve Marmara'daki yaşamı anlatırdı. Marmara Adası'na gittiğimde evime gider gibi rahattım. Dedem mum imalatçısı idi. Adada gezerken onun yaptığı mum süslemelerini görmeyi umut ettim. Teyzemin yaptığı çevreyi, belki birine hediye etmiştir diye bakındım. Seattle'da bize Çanakkaleli, Izmirli, Marmaralı derler, Biz Türk'üz vebu geleneklerimizi sürdürüyoruz. 0 SAİME ARSLAN 80 yaşında. îzaac, Albert ve Lily'ye Marmara Adası'nda o rehberlik yaptı. Iştc onun tarihe dair anımsadıkları: Bizim adada oturduğumuz sokağın arkasında dört haneli bir Yahudi mahallesi vardı. 1935'li yıllardan 1949'a kadar birlikte, kardeşçe yaşadık. Birbirimizi insan olarak çok sevdik. Adada bir ilkokul vardı, hepimiz aynı okulda okuduk. Hamursuz bayramlarını bizimle paylaşırlardı. Hastalandığımızda, adada ilaç yoktu, otlardan karışım yapıp bize verirlerdi. 1949'dan sonra evlerini satıp gittiler; ne yazık... Yıllar sonra adaya geldiklerinde barbunya dediler, bamyayı hatırladılar... Sanki o günleri yaşıyorlardı. gelmiş. Dedem Rabi Abraham Maimon Tekirdağ'da hahammış, 1924 yüında hahamlık teklifi almış ve Seattle'a yerleşmişler. Ben Seattle Washington'da doğdum. Ailem bize buralardaki yaşantıyı anlatırdı. îçimizde hep bir özlem vardı. tzaac Azose sizin öykünüz nasıl? Ben daha önce iki kere Istanbul'da bulundum. 1974'te Istanbul'da yaşayan iki kuzinimle Tekirdağ'a gittik. Geleneklerimizden neler kaldığını görmek istemiştim. Bir de 1992 senesinde 500. yıl Vakfı kutlamaları için îstanbul'daydım. iki gelişimde de oniki gün kaldım.Bu tatillere doyamadım.Tanrı bana bir şans daha verirse, bu çok sevdiğim ülkeyi bir kez daha görürüm.Yaşım 75. Seattle'da Boeing şirketinde 45 yıl sistem analisti olarak çahştım, aynı zamanda sinagogda 44 yıl hazan olarak çalıştım. Türkiye benim ikinci memleketim. EVİMEGİDERGİBİ... Lily Da Jaen, aileleriniz Seattle'a yerleştikten sonra da Türkiye'deki yaşam geleneklerini sürdürdüler mi? Benim büyükannem Lily Polikar Marmara adasında yaşadı. 1920'de Amerika'ya geldi. Marmara adasında dut ağaçlan çokmuş. Kozalardan iplik büküp dokuma, ipek böcekçiliği yapılırmış. Beyoğlu'ndaki tpek mağazası adadan giden Calvo ailesininmiş. Seattle'da kelebekleri,