22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 EKlM 2005 / SAYI1021 Tünel Meydanı'nda eksikolan ne? Ayşe Erkmen'in heykeli, 12 yıldır Tünel Meydanı'nda "yaşıyor", gelen geçeni selamlıyordu. Artık yok... Erkmen, heykelin, aynı yerde ömrünü eskitmesini umuyor. Acaba üzerine afişlerin asıldığı, çocukların tırmandığı "Tünel Heykeli" yine meydanda soluyacak mı? Uzerindeki desenlerin, çevre binalardan, boyutu ve oranlarının ise Tünel'in karşısındaki bacadan esinlenilerek yapıldığı heykel, yine eski yerini arıyor... Özlem Altunok araköy'den tramvaya binip Tünel'den kafanızı uzattığınızda küçücük meydanda sizi selamlayan bir heykel vardı. Iki hafta öncesine kadar... Ayşe Erkmen'in 12 yıldır meydanın simgesi haline gelen "Tünel Heykeli", "Yaya Sergileri" kapsamındaki bir çalışmayla straforla kaplanmıştı. Kemal Önsoy'un eserin daha çok dikkat çekmesi için yaptığı bu miidahale, straforun yakılmasıyla heykelin tahrip olmasına sebep oldu. "Tünel Heykeli" artık yerinde yok, ama Ayşe Erkmen üzerine afişlerin asıldığı, çocukların tırmandığı, elektrik tellerinin geçtiği heykeli yine aynı şekilde, orada görebilmeyi umuyor. Erkmen'le, heykelin 12 yılını ve bundan sonraki akıbetini konuştuk. "Tünel Heykeli"nin 1993 yılında belediyenin düzenlediği bir yarışma sonucunda K Tünel Meydanı'na yerleştirildiğini biliyoruz. Heykelin yapılma sürecini, ortaya çıkış hikâyesini, o süreçte biriktirdiğiniz anıları, meydanla nasıl bir bütünlük kurmaya çalıştığınızı anlatır mısınız? Tünel Meydanı'nı özellikle ben istedim, orası benim en iyi tanıdığım, büyüdüğüm, okula gittiğim yerdi. O zamanki düşüncem çevrenin dar, kalabalık ve sıkışık yaplsının içinde o yapıyı da içine alan şeffaf bir heykel yapmaktı. Heykelin üzerinde bulunan desen bölümlerini çevre binaların ferforje desenlerinden aldım, boyutu ve oranlan için ise Tünel'in karşısındaki bacadan esinlendim. Bu heykelin, meydanda hep oradaymış gibi duran ve çevrenin yoğun yapısı içinde çevre ile birlikte yaşayan bir yapıt olmasını istedim. 12 yıldır Tünel Meydanı'nı tamamlayan, meydanın simgesi haline gelen heykel, sizce bugüne kadar Istanbullularla nasıl bir ilişki kuruyordu, kurmalıydı? Heykelin Istanbullularla kurduğu ilişki benim düşündüğüme ve istediğime çok yakın oldu. Gerçekten oranın bir parçası oldu, çevresiyle, insanlarıyla birlikte yaşadı, kullanıldı, üzerine afişler, politik mesajlar asıldı, çocuklar üzerine tırmandı, deliklerinden ipler, elektrik telleri geçirildi. Ben heykelin bu şekilde yaşamasından memnundum. Kemal Önsoy'un heykeliniz üzerinde gerçekleştirdiği çalışması, herkesin kanıksadığı heykeli gizleyerek, sergi sonunda yeniden insanlara hatırlatmak amacını taşıyordu. Amaçla tezat bir sonucun ortaya çıkması size neler düşündürttü? Bence Kemal Önsoy'un fikri iyiydi, ama uygulama, düşünce kadar iyi olmayınca fikri yeterince görünür kılamıyordu. Strafor gibi hafif ve günlük bir malzeme, izleyiciden saklanmaya çalışüan ahşap ve büyük metal çivilerle ayakta tutulmaya çalışılıyordu. Yandıktan sonraki acıklı görüntüde straforların arkasında ne kadar çok ve gereksiz malzemenin "saklandığı" açıkça görülüyordu. Amaç benim heykelimi gizlemek ise straforla heykel arasındaki malzemeler olmamalıydı, ki bu "ağır" uygulama heykelin boğulup yok edilmesine neden oldu. Ayrıca heykelin benim açımdan "gizlenmesi" veya "hatırlanması" gibi istekleri de yoktu! "Tünel Heykeli"nin bundan sonraki akı beti ne olacak? Yeniden yapılması söz konusu ise heykelin yeni anlatacaklan neler olacak? Umarım heykel yeniden orada aynı şekilde yapılabilir. Heykelin yeni anlatacaklan bugüne kadar anlattıklarına yakın olacak sanırım. Yeni heykelin, başına gelenlerden yakınmasını istemem. • Türkiye'de heykelin yerinden edilmesi ya da yok edilmesi örneklerine sıkça rastlıyoruz. Sizce Türkiye'de neden heykele toplumsal talep yok? Heykele/sanata toplumsal talep olmaz. Toplumsal talep anıtlara olabilir ancak, bir şeyin kutlanması ya da hatırlanması için. Bu yüzden Türkiye'de ya da herhangi başka bir yerde böyle bir talep beklenmemeli. Sanatçı ya da sanat, kültürle ilgili kurumlar talep beklemeden çalışırlar. Güncel sanatla uğraşan bir sanatçı olarak interaktif işlere de imza atıyorsunuz. Bugün sokağa taşınan işlerle Türkiyeli izleyici sizce nasıl ilişki kuruyor? Bu ilgi coğrafyaya göre değil, yapılan işe göre değişir. Eğer kendini gösteren, bağıran, eğlenceli bir işse izleyici daha çok ilişki kurar. Izleyiciyi aktif olarak işin içine sokarsanız yine çok ilgilenir. Ama fısıldayan, kendini göstermeyen, mesajını doğrudan söylemeyen işler bazen hiç fark edilmez bile. Bu hiç de kötü bir şey değil. İzleyiciden hep şefkat beklemek doğru değil. • HANDAN BÖRÜTEÇENE Şeyda Cesur sergisi 60 milyon yaşında! H andan Börüteçene, Istanbul Bienali'ne paralel bir çalışma olarak sunduğu "60 Milyon Yaşında" başhklı enstalasyonuyla ortak belleği mercek altına alıyor. Börüteçene, Şişhane Meydanı'ndaki Sarkuysan Binası'na (Frej Apartmanı) yerleştirdiği 150 büyüteçle izleyiciyi "göremediğimiz Istanbul'un" geçmişine çağırıyor. Frej Apartmanı'nı seçmesinin sebebi ise 19. yüzyıl sonlarında mimar Kyriakidis'in inşa ettiği binanın yapımında biyokalkarenit taşının kullanılması. Bu taş, denizler yükselip kara parçalarına dönüştükleri zaman oluşmaya başlamış, içi 60 milyon yıl öncesinin deniz kabukluları, mercanlarıyla dolu bir taş. Istanbul'un milyonlarca yılda oluşan farklı jeolojik dönemlerine karşılık, Haliç'in kuzeybatısını içine alan bu bölge, karbonifer dönemde oluşan tek bölge... 1983 yüına gelindiğinde Sarkusyan A.Ş tarafından satın alınan binanın, 19881989 yıllarında restorasyonunu yapan Börüteçene, Kyrıakidis gibi, 60 milyon yaşındakı biyokalkarenit taşını kullanmış. "Çünkü" diyor Börüteçene, "Istanbul'da üzerinde yaşamak için dilediğıniz eskilikte toprağı seçme şansınız var! Oysa biz bugün yalnızca üzerinde yürüyor, önünden yanından geçiyor, sağa sola bakıyoruz". Frej Apartmanı'nın ön cephesine yerleştirilen 150 mercek, bu şehrin, binanın ve tüm yaşanmışlıklarının belleğine dair izleri görmek için. Bu merceklerden bakarken sız de bu ortak belleğe dahil olabilirsiniz... (Enstalasyon 30 Ekim'e kadar Frej Apartmanı'nda görülebilir.) • azının başüğı, aslında serginin de adı: Çöp Adam Masalları. Şeyda Cesur'un bu üçüncü kişisel sergisi... Cesur, işlerine gündelik hayatın akışını yansıtmış, tıpkı bir günlük tutar gibi... Isteği de, resimlerine bakanın, korkutucu bir biçimde tanıdık olaylarla kendi belleklerine inmesi... Elbette o bellekte, evrensel hallerini, gündelik hayatın basidiğini ve insanın giderek yüzeyselleşmesini görmeleri; "Bunu ben de yaparım"... Resimlere bakanın aklından bu cümleyi geçirmeleri mümkün. Ortak tat almayı da sağlayan bu işte. Cesur'un işleri, hem kendi hikâyesi ama aynı zamanda Çöp adam masalları Y gizemini koruduğu ve yoruma açık olduğu için ötekinin de hikâyesi... 1972 doğumlu Cesur, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu. Genç sanatçı resimlerinde pleksiglas, tuval ve ahşap üzerine, el yapımı kâğıtlar, şans kâğıtları, peçeteler, mulaj kağıtları, Bangkok'dan gelen yaldızlı kâğıtlar ve kâğıt tutkah kullanarak, bunlarda kolaj, üstüste bindirme, silme, yeniden yapıştırma tekniklerini uygularruş. Çöp adamlar ise ya mum kalem yağlıboya ya da CD marker'larla çizilmiş. Şans kâğıtlarının ise sanatçı için özel bir önemi var. Çinliler bunları ölülerin arkasından yakarlarmış. Cesur bu kâğıtları yaşamla ölüm arasındaki bir ince çizgi gibi görüyor, bu kâğıtları kullanmanın, yeniden doğuş gibi olduğunu, kendisine bir şans daha verdiğini düşünüyor. Cesur'un, Devran Mursaloğlu'nun D Art and Design Galerisi tarafından düzenlenen sergisi, 20 Ekim'e kadar Polat Tower'daki özel bir alanda izlenebilir. •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle