17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 5 ARALIK 2004 / SAYI 976 ADALET TUTKUSU Özlem Altunok dalet kavramı, Platon'dan bugüne en çok tartışılan, sorgulanan kavramlardan biri. Peki, günün birinde herkesin başvurabileceği, ihtiyaç duyabileceği adalet arayışı gündelik hayatımızda ne kadar yer kaplıyor? întikam, merhamet, acı, ofke gibi duygularla ilişkisi ne kadar organik? Bir başka soru da filozof Robert C. Solomon'dan. Filozof, Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan "Adalet Tutkusu" kitabının girişinde "Televizyondaki şiddet ve çirkinliğin ne kadarı, dünyanın değiştiremeyeceğimiz bir yer olduğunu kabul ettirerek bizi daha duygusuz ve umursamaz kılmak üzere hazırlanıyor" diye soruyor. "Toplum Sözleşmesinin KökenleriveTemelindekiDuygular" alt başlıklı kitap, adından da anlaşılacağı gibi adalet kavramının duygularla ilişkisini sorguluyor. Dolayısıyla kitapta teknik ustalıkların, felsefe gösterilerinin, hııkuki terimlerin yerine, acı, merhamet, öfke, bencillik gibi duyguların çözümlemesi yer alıyor. Solomon'un yola çıktığı nokta da, adaletin yardımseverlikten, etiğin duygudan, aklın tutkudan ayrıldığı yer. Yani modern zamanların biiyük felsefi trajedilerinden biri... Oysa duygular neden adaletin temeli olmasın? Aziz Paulus'tan Aquinalı Thomas'a, Luther ve Kierkegaard'a kadar hemen tüm Hıristiyan filozoflar erdemli tutkuların, özellikle sevgi, sadakat, umut ve cömertliğin önemini vurguladılar. Solomon; "Gündelik etik yargılarımızda sıcaklığa ve cömertliğe değer verdiğimiz, ama soğuk ve hesaplı çıkarcılığa güvenmediğimiz açıktır" diyor ve soruyor: "Peki etik, neden duygulara sırt çevirmiş, onları tartışmak yerine yok saymıştır?" A ADALET YERİNİ BULSUN! Hepimiz biliyoruz; adalet her vatandaşın kişisel sorıımluluğu. Solomon da bugün konuyla ilgili tartışmaların ozelleşmiş, akademik ve anlaşılmaz hale getirilmiş olmasından rahatsız. Önerisi ise "mükemmel ama var olmayan" bir toplum tasansı değil. Merkeze yerleştirdiği sav, adaletin iyi bir hayat için gerekli olduğu ve herkesin adalet için sorumluluk taşıması gerektiği. "Çok özelleşmiş akılsallık anlayışına yüklenen küstahça vurguya ve daha sıradan olan adalet ve paylaşım hislerimizin görmezden gelinmesine bir meydan okuma" olarak nitelendiriyor kitabını. Odağı da kurum ve yönetim politikalarından ahp, bireylere ve bireyin kişisel tutkularına kaydırıyor. "Adalet nedir" sorusunu Sokrates'ten bu yana soruyoruz. Solomon'a göre, adalet kavramının içerdiği temel sorular sadece bize zarar veren kişilerin nasıl cezalandınlması gerektiğine dair sorular değil. Adalet kavramı; "iyi bir hayat nedir, nasıl elde edilir, nasıl yaşanır" sorularını da kuşatır. Ama adalet, aynı zamanda tartışılmaz biçimde kozmik, evrensel ve zorunlu olduğu için bizleri korkutur. Saygın, onurlu, biraz da kahramanca bir şeylere işaret eder. Ideal bir dünya yöneüminde, "olması gereken" durumla ilgilidir. Ve bu anlayış, adaleti insandan uzak küar. Gündelik hayatta adalede pek işimiz olmaz. "Adalet ye Adalet kavramı insanda nasıl bir his bırakır? Adalet soğuk mudur, ısıtır mı? Sadece ihtiyaç duyduguımızda mı adalete başvururuz? Adalet denildiğinde çoğunluğun aklına, kurumlar, yasalar gelir... Robert C. Solomon ise "Oysa adalet gündelik yaşamın duygusal bir parçasıdır" diyor... rini bulsun" diye umar, ama bunun için kılımızı kıpırdatmayız. Adaletin başkalarının işi olduğunu, bizim elimizde olmadığını düşünmeyi yeğleriz. Kendimizi de adaletsizliğin potansiyel kurbanlan olaral görürüz. Solomon "Adalet Tutkusu"ndabu anlayı§ın köklerine inerek Platon'a kadar uzanıyor. "Devlet"te adaletin başka bir dünyaya ait, bu dünyada yetersiz ölçüde gerçekleştirilebilecek bir ideal olarak sunulduğunu, Sokrates'in "Adalet kişisel bir erdem midir, öbür dünyaya ait soyut bir form mudur?" tartışmasındakazananın, adaleti üst düzeyde bir soyutlama olarak gören düşunce olduğunu hatırlatıyor. Sonrasında da "kişisel bir erdem olarak adalet" fikrinin neredeyse kaybolduğunu ekliyor. Kısacası yazar kitap boyunca, adaletin aslında bir hisler demeti olduğunu savunuyor. Bunun göz ardı edilmesinin nedenlerini de duyguların güvenilmez olmasına bağlıyor. Peki insan nasıldır? Bu sorunun yanıtını ise, Thomas Hobbes'a verdiriyor. Hobbes'un "doğa hali" adı altında yaptığı tanımda insan yaşamı, yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısa. Yani hepimiz kendi derdinde kişiler olduğumuz için bir otoriteye ihtiyaç duyarız. Bu mantığa göre toplum da, herkesin kabul ettiği bir "sözleşme" yoluyla oluşmuştur. Adalet kuramları kişisel çıkarlarımıza ters düşse bile toplumsal kurumlan desteklememiz gerekir. Solomon kitabını da neredeyse tüm adalet kuramlarının temelini oluşturan bu ikilikte düğümlüyor: Bir tarafta doğal eğilimlerimiz, diğer tarafta toplumsal ve sözleşmeyle edindiğimiz yükumlülüklerimiz. "Bu ayrım, insanı hislerinden uzaklaştırır ve cazip kurguyu kabul etmeye zorlar. Ve adaleti yalnızca devletlere, hükümetlere ve kurumlara ait bir özellik kılar" diyor. Oysa Solomon'a göre adaletsizlik olmadan adalet de olmaz. Şahsımıza yonelmiş saldırıya olumsuz tepki vermek, aslında benlik duygumuz için bir gerekliliktir. Benlik duygusunu besleyen, insanı harekete geçiren guçlerden biri de intikam. Ona göre ceza düşüncesinin yakıtı olan bu duygu, görmezden gelinenlerden biri. Intikamın yasa alanındaki itici guçlerden biri olduğu da inkâr edilir. Oysa öç duygusu ilkel olduğu kadar, adaletin kavramsal özü de. Çünkü adalet duygusu tarafsızlığı değil, taraf tutmayı gerektirir. "Sanki her tutkunun kendi aklı yok" der Nietzsche. insanı insan yapan, hayatı anlamlı kılan duygulandır. Solomon'a göre birçok geleneksel kuramın düştüğü hata da buradadır: Duygu kötü ve yanlış, mantıksa doğru ve iyidir. Solomon'a göre hem doğal adalet duygusunu hem de çeşitliliğimizi açıklayan şey, karşılıklı diğerkâmlık (fayda gözetmeden bir başkasına yardımcı olma) erdemidir. Çünkü bu duygu yüksek bir vazgeçme ve verme diızeyine işaret eder. Solomon'un tarif etmeye çalıştığı adaletduygu ilişkisini şu sözlcrle noktalayabiliriz: En sık tekrarlanan adalet imgesi; bağlantısız, hissiz, kişisel kimlik ve farklılıkları algılamayan, o gözleri bağlı heykelin, insana uzak biçimidir. • Komünde bir eksik var Emin Karaca I ki yıl önce, 2002 Ekimi'nin başında bir gece bir telefon aldım. Neredeyse 40 yıldır tanıdığım Orhan Usta'nın başına geleni haber veriyordu telefondaki ses. Önce, atölyesine indirilmeye çalışdan iki ton ağırlığındaki bir merdane yuvarlanıp çarpmış, vücudu berelenmiş, bütün iç organları sarsılmıştı. Daha bunun yarabere ve hasarını atlatamadan, evinde, giydiği hafif nemli fanilayı, ateşe tutup, üzerinde kurutmaya çalışırken tutuşmuş ve bütün gövdesi yanmıştı... Gündelik yaşamında yapayalnız olduğundan, çevresindeki eşdost yardımıyla pazartesi günü Yedikule Ermeni Hastanesi'ne yatırıldı. Yıllarca spor, yüzme, derin nefes alma idmanlarıyla da baktığı sağlam naturası onu iki yıl daha ayakta tutacaktı, ta ki 19 Kasım 2004'e kadar... SOYADINDAKİ KISALTMA... 1924'te Bakkesir'de dünyaya geldi. Babasını kaybedince Istanbul Erkek Lisesi'ndeki öğrenimini onuncu sınıfta bırakmak zorunda kaldı. Resme olan yeteneğini kısa sürede geliştirerek; önce bazı basın kurum ve kuruluşlarında çalıştı, daha sonra da kendisi Babıâli'de bir atölye açarak resim işleriyle hayatını kazanmaya ve ailesini geçindirmeye başladı. 16 Mayıs 1946'da kurulan Türkiye Sosyalist Partisi'nin Başkanı Esat Adil Orhan Müstecapiıoğlu, 80 yıllık ömrünün 60'ını Türkiye halkının, Işçllerlnin özgür ve adil bir yaşama kavuşmast için ayırdı. 1969 da "Blrl Yer Bfnl Bakar, Kıyamet Bundan Kopar!" üst başlıklı ve "Sömürücü Zenglne Karşı, Sömürülen Fakirden Yana" lejandlı "Faklrln Dostu" gazeteslnl çıkardı... Sosyalizm, onun İçin bir "yaşama biçlmrydl, öyle yaşadı... Müstecaplıoğlu'nun yeğeniydi. Amcayeğen ilişkisi içinde sosyalizmle ve sosyalist mücadele ile genç yaşında tanıştı.1946 ilkbaharih<&ı*askerden döndüğünde kendisinı, Türkiye Sosyalist Partisi'nin kuruluş hazırlıkları içinde buldu. Parti kurulduğUhda da, hem örgütlenmedehem deyayıtıorganlan "Gün" dergisi ve "Gerçek" gazetesinde görev alıp çalıştı. Işçiler arasırida sendikal ve politik mücadelöye jtoğun şekilde katıldı. Ancak, "Soğuk Savaş/'m eh pimpirikli ülkelerinden biri haline gelen Türkiye'de antikomünizmin doruğuna çıktığı bir dönemdi. Bu ntedertfc rrritnlenmiş, sicillenmiş "MüSt4ÖkpİR5g1u" «oyadının geçim dünyasmırj .önunü kesmemesi için "Orhan Müs.," ftjsakmasını kullanmaya başladı. "Gerçek"in logosunun çiziminden sayfa düzelrine, satışından abonesine.heı* türlü Iştni üstlfendi. Bir yandan da "Ernekçinin.Djliyle" sÇtun başlığı altında "O. însanıçij" takma.adıyla kronikler yazdı. Amcasıyla düştüğü politik anlaşmazlık üzerine'mİTl&teketten ayrıldı. Dr. Hikm«t Kıvılamlı ile 15 Temmuz 1950 affiyla hapjsjen^çıktığmda tanıştı, "Vatan Partisi^nih oltîştiırulmasında etkin rol aldı, ama ^ordjjğü bazı önemli ve ciddi yanlışlıklaV ülefîne, kısa süre sonra harekettçn aynldı. 1950'li yılların ortasmdan itiharen, eski bittanıdığının sözleriyle; "Kendiİinlboyluboyunca proletarya ve halk $enizinin içlne bırakıvermişti." Sosyalistliği "yaşama biçimi" ola rak algılıyordu. Evlenmedi, hiç evi olmadı. Bazen atölyesinde bir sandalyenin üzerinde kıvnlıp yatar, bazı zamanlarda işyerineyakın.ortakırattakiotellerde barmırdı. Hep iradi yaşardı. ORHAN MÜS. TİP'TE... Turkiye tşçi Partisi'nin ilk kurucu Merkez Komitesi'nde, sendikacı ve işçi olmayan, tek "sosyalist aydın" kişi olarak yer aldı. Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile devrimci parti ve kadro konusunda düştükleri anlaşrnazlık, 1965 yılı dolaylarında çözüldü. Kıvılcımlı ile yeniden başlattıkları iş ve güç birliği 7 sayı çıkan "Sosyalist" gazetesi şeklinde somutlaştı. 1968'de "îşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği"nin (tPSD) önce kurucusu son ra genel sekreteri oldu. 1516 Hazirandirenişlerinde gözaltına altndı. KartalMaltepe Askeri Ceza ve Tutukevi'nde tutuklu bulunduğu süre zarfında; gerek işçiler gerek öğrenciler tarafından bilimselliği, tarihsel mücadele birikimi ve tutarlılığıyla yerli yerine oturtularak, önerisi üzerine kurulan komünal hav^ta uyuldu, eğitim çahşmaları yapıldı, derin nefes alma idmanları uygulandı. Tahliyesinden sonra Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın sahip vebaşyazan olduğu "Sosyalist" gazetesinin ikinci çıkışının başına geçti. 12 Mart'tan sonra üç sayı da olsa, birlikte "Gerçeğin Sesi" gazetesini çıkardık... Ondan sonra da hayat ve devrimci mücadele yılları aktı gitti. Ta ki, 19 Kasım 2004 sabahına kadar... • Orhan Müs., 1950'li yıllarda Eflatun Nuri ile Çiçek Pasajı'nda...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle