22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 KASIM 2004 / SAYI 973 MEHMET EROGLU Her yazar biraz da ressamdır Eylem Özçimen dıçtan keskin sözler... Gerçeğe edebiyatla dokunmaya muktedir kitaplar... Eroğlu ilk romanı "Issızhğın Ortasında"dan beri camdan küreyi yani ruhumuzu derinlikli eserleriyle bir güzel incitmeye devam ediyor. Onun romanlarıyla karşdaştıkça, insanın kendi suretiyle hesaplaşmaktan başka bir şansı kalmıyor çünkü. Mehmet Eroğlu'nun, "Kusma Kulübü"nden sonra, daha önceki eserlerinden "Zamanın Manzarası" romanı da Agora Yayınevi tarafından okuyuculara sunuldu. Eroğlu ile çelikle yoğrulmuş "iri bir karanlık damlamış" romanlarının kahramanlarını, bilmenin acılığını, Güneydoğu'da yaşanan savaşın ve trajik bir aşkın örüldüğü romanı "Zamanın Manzarası"nı konuştuk... "Benim kadar acı çekmedikçe Tanrı'ya inanmamı beklemeyin benden" diyen bir yazarın hikmetinden sual olunmayacağını bilerek... Zamanın Manzarası'nda, "Benim ka K ,.* ' : 1; , # !> l î dar acı çekmedikçe Tanrıya inanmamı beklemeyin benden" diyen Barış Utkan'ın, hayatın trajedisini kendinizden başka yerde aramayın dercesine yaşayan bir adamın gözünden, zamanın manzarası çiziliyor. Kitabın yazılma fikrini, ismiyle bağlantılı anlatabilir misiniz? Her yazar bir anlamda ressamdır da. Gördüklerinin, hissettiklerinin resmini çizmeye çalışır. Ben, hiç kimsenin görmediği, görse de bakmadığı insan manzaralarının ressamı olmayı seçmiş birisiyim. Durum böyle olunca ülkenin belli bir döneminin resmi yapdırken zamana bakmak kaygısı, romanın adıyla, tema arasında bir bağlantı oluşturuyor diyebiliriz. Son on beş yirmi yılda, kurbanla suçlunun birbirine karıştığı ülkeyi, edebiyat neşteriyle lime lime etme, sığlaşan toplumsal vicdanı ortaya serme, savaşı ve bütün bunların ortasında kendi kişisel yıkımının altmda ezilen, felaketinin ateşinde pişen insanJan anlatma amacıdır beni 'Zamanın Manzarası'nı yazmaya iten. Kitap geçmişin, şimdinin ve geleceğin zamanlarına bölünmüş. Senaryo gibi mi düşündünüz yazarken, yoksa zamanın manzarasını çizdiğiniz için mi metni zaman dilimlerine böldünüz? • Hayır, sadece hayatı taklit ettim. Hayatımız da aslında sonunda, ölüm kavşağında birleşecek üç nehir halinde akmaz mı? Içinde yaşadığımız şimdiki zaman; geriye dönüşlerimiz, anılarımız ve gelecek. Bir diğer neden de romanda iki kreşendo olması: Elif ile Barış' ın aşkının sonucu ve sözde "Hayata Döniiş" operasyonu gibi bir trajediyle sonuçlanan açlık grevleri... Yani aslında romanın iki sonu vardı ve üç zamanda yazma bana bu iki finali üst üste getirme olanağı verdi. Zamanın Manzarası romanınızdaki, Barış Utkan, siyasetin, solculuğun hayatında olduğu yıllardan sonra hırpalanmış bir şekilde kendi yalnızlığına derinleşiyor. Elif Heper ise onun aksine zengin, güzel ve kendini yüceltecek kadar mağrur... Kısacası trajik bir aşk için mükemmel bir karşılaşma. Yazmaya değer aşk, sonu trajik şekilde biten aşktır. Böyle bir aşk için ise Barış'la Elif' in arasındaki gibi engeller ve zıtlıklar gerekir. Sınırlar ve zıtlıklar her zaman yaratıcdığıaşkı beslemez mi? Aşk de ilgili durumun yani sıra, kitapta etkdeyici olan bazı kavramalar üzerine felsefi düşünmelere açık bir metin olması... Arkadaşlıkdostluk, vicdanpişmanlık, umutumutsuzluk, aşkintihargibi... Mesela, Banş Utkan'm uğruna askerde parmağını kaybettiği arkadaşı ona daha sonra para kazanması için olanak sağlıyor. Bir tur ödeşme... Romanda, askerde erkeklerin yaşadıkları duygusal çatışmaların yani sıra Güneydoğu'daki savaşın izleri de var... Benim neredeyse her romanımda savaşmışya da varhğmı riske etmiş, kendi kişisel serüveninin içinde yazgısının peşine takdmışbir kahramanım vardır. Savaş insanın içinde kaynayıp yok olduğu ya da yeniden yaratddığı bir cehennem kazanıdır ve edebiyat için sonsuz olanaklar içerir. Tabii buna şunları da eklemek gerekir: Ben, tspanyol iç savaşından sonraki belki de tek romantik savaş saydabdecek Fdistin Kurtuluş savaşına katılan (mensubu olduğum) 1968 kuşağını da yazdım. " Adını Unutturan Adam"ı hatırlayın. Bu nedenleepey deneyimli olmam gerekmez mi? "Tedirginim, adamın varlığı mercek gibi yalnızlığımı büyütüyor" diyor kahramanınız... Evet, bilmeye çalıştıkça acımız artar. Hemen he' men tüm erdem*% rimizin anası, merhamettir ve merhamet göğsümüzde, yüreğimizin yakınındaki vicdan dediğimiz derin çukurdan doğar. Birçok dilde bilmek sözcüğü ile vicdan aynı kökten gelir. Yani bilmek acımaktır, varlığımızı başka varlıkların acılarına açmaktır. Bu da doğal olarak acıyı çoğaltır ve yoğunlaştınr. Kitapta kendi başına bir roman olabilecek kadar etkili cümleler var: "Miicevher takmamıştı ama gözleri vardı" gibi... "îyi, gerçek resim çizen imgeler, kimsenin yazmadığı betimler bulmak yazın eyleminde ustalığa çıkan merdivenin basamaklandır" diyorum verdiğim derslerde. Böyle bir cevap, yazdığım cümleleri çok mu önemsemiş olurum sizce? Edebiyat kendimizi bağışlamamızı sağlar... Roman kahramanlarınıza baktığımızda, hep aynı kaderi paylaştıklarım görüyoruz. "Issızhğın Ortasında", "Geç Kalmış Ölü", "Kusma Kuliibü", "Zamanın Manzarası"nın kahramanları... Isimlerini unutabiliriz, ama bıraktıklan benzer duygu kolayca silinmiyor... Hepsi hayatın uzağında, ruhları çelik, fakat kalpleri sökülüp atılamamış hayaletler gibi... Ben roman kahramanlarımı yaratırım. Shakespeare, Conrad ya da Dostoyevski gibi. Çünkü kahramanlarım varoluşlarını sorgulayan, trajik yazgılarını değiştirmeye çalışan, kendilerine tehlikeli sorular soran ve bu soruların peşinden sonuna kadar giden yalnız insanlardır. Romanlarımda ele aldığım temalar, edebiyatın trajik temaları olunca bu temaların renginin kahramanlara yansıması kaçınılmaz diye düşünüyorum. Birisi kahramanlarımın ortak paydasını şöyle ifade etmişti: "Hemen hemen hepsi Yüz 1981 'deki adı olmayan, sıradanlığın prototipi olan tip hariç pişmanlıktan oyulmuş puta tapan, hüzünlü hayatlarının üstüneyaşamlannın bir safhasında iri bir karanlık damlamış, kırgın insanlar..." Sorunuzdaki değerlendirmeyi de göz önünde tuttursak bu pek de yanlış olmaz sanırım. Tüm romanlarınız sahici bir yalnızlığın tam ortasındaki kişilerle dolu. Ama samimi oldukları çok belirgin. Zamanın şimdiki haline gelirsek okuduğunuz yalnızlığı, aşkı, hayatı, ölümü anlatan romanlar size samimi geliyor mu? lyi anlatılmışsa neden gelmesin? Sıraladığınız temalar edebiyatın, hatta sanatın ana temaları. Hatırladığınız başyapıtları alt alta sıralayın; çoğu bu temalarla çakışacakur. Ama sorun temanın ne olduğu değil, nasıl anlatıldığı, yazarın mayasında ne ölçüde kendini suçlama yeteneğinin var olduğudur. Çünkü bu yaratıcı ve soylu yetenek acının kaynağıdır. Acı ise bizi sahici, gerçek ve o ölçüde de samimi kılar. "İnsanın takıldığı yer dramın kendisidir" diyor, Kemal Tahir. Okuyucularınız olarak bizler de, ilk romanlarınızdan bu yana dramın kendisi ile uğraşıp duran bir Eroğlu ile karşı karşıyayız. Fakat bunu bıçaktan kaleminizle, yaşamı bıçaklayıp gerçeği çıkartarak yapıyorsunuz. Bir tane tiiy gibi yumuşak cümlenizi okumadım. Edebiyatı algılayış biçiminiz mi? Kaleminizle yaptığınız bir diiello mu bu?.. Eğer hayatınızı anılaştıramıyorsanız önünde sonunda yazarsınız. Edebiyat kendinizi bağışlamanın en etkin yollarından birisidir. t Mehmet Eroğlu'nun "Zamanın Manzarası romanı bu kez bir başka yayınevi, Agora tarafından okura sunuldu. Yazar, "Ben hiç kimsenin görmediği, görse de bakmadığı insan manzaralarımn ressamı olmayı seçmiş birisiyim" diye tammlıyor edebiyattaki yerini. PAZARIN PENCERESİNDEN Selçuk Erez Meymenetliler I nsanlan görünüşlerine göre çeşitli tiplere ayınp sınıflamanm, karakterlerini, kişiliklerini bu açıdan yorumlamaya çalışmanın tarihi eskidir: Geçen yüzyılın başında birçok kriminoloji uzmanı bu konuya eğilmiş, belli bir "suç işlemeye yatkın" insan tipinin var olduğuna inanılmıştı. Bu görüştekilerin piri olan Lombroso'ya göre suç işlemeye yatkın insan, yüzündeki iki gözün birbirine yakın olması gibi bazı özelliklerden kolayca tanınabilirdi. Zamanla bunun aslının astarının olmadığı anlaşıldı: Sir Charles Göring, bu görüşü şöyle çürüttü: Bir ressam buldu, bir tutukevindeki mahkumları görmesini sağladı, sonra da bu insanlann resimlerini çizdirdi. Ardından bu resimlerin ortak yanlannı, fotoğraflar aracdığıyla bir araya getirdi. Böylece, gerçekten Lombroso'nun "suça yatkın tip" dediği insan suratı çıktı ortaya. Ancak, aynı montaj usulüyle mahkumların gerçek fotoğraflarını bir araya getirdiğinde "suça yatkın tip" denen gözleri birbirine yakın, burnu girik, çenesi buruk, kötü bakan insan tipiyle ilgisiz, mahkum olmamış insanların fotoğraflarının montajından çıkan tipten farksız görüntüler çıktı ortaya. Göring ve diğer bazı araştırmacdarın çalışmaları sonunda anasından katd ya da hortumcu doğmuş insanların var olmadddarını, insanları toplumdan topluma çok değişen "suç" dediğimiz eylemleri yapmaya itenin sosyal, psikolojik ve çevre koşulları olduğunu kavramış bulunuyoruz. Ama bu sonuca vardana dek yüzydlar geçti ve bu yüzydlar boyunca insanlar hep surata bakıp davranddar süngülerine ya da çiçek demetlerine: Mesela, Aristo, insanların benzedikleri hayvardarın nitelüderini taşıdıklarına inanırdı. Osmanlı toplumunda da bu iş önemsenirdi: Enderun Okulu'na alınacak öğrencderin simalarının incelendiğini ve bu işin "kıyafet dmi"ni iyi bilen, yani görüntüye bakıp insanoğlunun içini okuyabilen bir kimse tarafından, Kapu Ağası'nın huzurunda yapddığını biliyoruz. Eski kayıtlara göre, "Yüzlerinde sa'd ve meymenet görülenler Enderun Mektebi'ne alınır, büyük adam olmak üzere yetiştirilir, yüzünden şirret ve fesat sahibi olduğu anlaşdanlar ise okula alınmazlardı." Cemaleddin Server, "Erzurumlu Ibrahim Hakkı ve Marifetnamesi" adlı eserinde eski zaman insanları tarafından kullandan "kıyafetname" olarak andan on dört eseri sayar. Bugün üniversiteye giriş imtihanları yaparak seçtiğimiz, sonra birtakım sınavlarla, yöntemlerle değerlendirip doçent, profesör ve hatta YÖK başkaru yaptığımız kimselere bakıp çok parlak sonuçlara ulaş,amadığımızı düşünmek olasıdır. Bu durumda yeniden atalarımızın yararlanmış oldukları şu kıyafetnamelere bakmaya başlamak belki de şimdikinden daha iyi sonuçlara varmamıza yol açabdir. Bu kadar okul medrese göımüş, dışardarda yetişmiş insan kaynakları uzmanının eledikleri, taradddarı işe ahnıyor da şirkederimiz kâra mı geçiyor, ekonomimiz giderek düzeliyor mu? Kıyafetnamelere başvurulursa göreceksiniz, alınacak sonuçlar daha yüz güldürücü olacaktır! Aynı yöntemle biz seçimlerde kimlere oy vermenin daha uygun olacağını saptayabilir ve bugün bin çeşit propagandanın etkisi altında kalarak seçtilderimizden daha isabetli seçimler yapabiliriz. Kıyafetnamelerde yazdmış olanlar belki dünyanın en tutarlı şeyleri değü ama bunlara bakarak yapacağımız seçimler bile emin olun bizim bugün uyguladığımız süzgeçlerden katbekat daha iyi sonuç vereceklerdir! •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle