17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 EKÎM 2004 / SAYI 969 Poyraz Sokak tanığımdır... Rosie PinhasDelpuech 18 yaşında terk ediyor Istanbul'u... Çokdilli evde doğuşunu, ilkokulda Türkçeyi öğrenmesini, bayrak tutmak isteyip de tutamamasını, kabul edilmek için mücadelesini geride bırakıyor... Türkçe içinde kapanıyor, ta ki "Bizans Süiti"ni yazana dek... Nena Çalidis P oyraz Sokak kuzey rüzgârının hızla dalıp estiği, kışın kann sert bir tipiye dönüştüğü dik yokuşlu bir sokak. Kuzey rüzgârı sokağı, ismi bu. Çocuk henüz hiçbir dili bilmezken, onu böyle duyuyor; henüz konuştuğunu ve hangi dilde konuştuğunu bilmeden, nefes alır gibi konuşuyor. 'Poyraz'da, arada bir ona bakmaya gelip masaUar anlatan pamuk saçlı anneannesinin, 'yaya'sının 'y'si gibi yumuşak damaksı sesi, 'raz'da babasının razuar'ının yani traş bıçağının çıkardığı sesi, hiç ellenmemesi gereken bileylenmiş bıçakları, dışarıda esen ve insanın ayağını kaydırıp yere düşüren, hatta bir yerini kırdıran karayeli, parmağını sokan anların vız vız eden sesini duyuyor. Sokak'ta ise rü sözcüğündeki yumuşaklığı değil de batan, kıran, ezen, tehlikelerle dolu dışarısıru çağrıştıran bir şeyler duyuyor." Bu sözler çok dilli küçük bir kızın zihninde Türkçe'ye dair ilk akknda kalanlar. Musevi kökenli bir ailenin kızı olan Rosie PinhasDelpuech yazdığı ilk kitabı "Bizans Süiti"nde (Yapı Kredi Yayınlan) düne dair Istanbul'da yaşadıklanndan aklına "kazınanları" anlatıyor. PinhasDelpuech, 1946 yılında Istanbul'da Almanca, Yahudi îspanyolcası ve Fransızca konuşulan bir evde doğdu. "Bu kitapta, çocukluğuma dönmenin baş nedeni dil meselesi" diyor Pinhas "Çok dilli bir aileden geliyordum. Evde konuştuğumuz farklı dilleri çözüp okumaya başladıktan sonra bunu bir şekilde yazmak istedim. Kısaca o ilk çocuğa geri dönmek istedim". Diller arasında yaptığı bu masalsı yolculukta dillerin ister istemez bağlı bulunduğu kültürleri küçük bir kızın gö zünden, kimi zaman Kutsal Kitap'tan çeşitli efsanelerle, kimi zaman büyüklerinin uzamında sınır tanımayan anılarıyla, kimi zaman da içinde bulunduğu dönemin toplumsal ve siyasal yönleriyle anlatıyor bize. MasaUar yazann yaşamında önemli bir rol oynamış, bunun en büyük nedeni de anneannesinin ona anlattıkları. Anne ve baba, Türkleştirmeye yönelik baskıları, çocuğa memurun sorduğu sorulara Türkçe cevap vermesi gerektiğini söyleyerek yansıtıyorlar... Sonuçta çocuğun zorunlu ilköğretimde, daha konuşmasını bilmediği bir dilde, Türkçe'de okuyup yazmayı öğrenmesi gerekiyor. 67 Eylül'de yaşananlar da küçük Rosie'nin diğerlerinden daha farklı olduğunu hissetmesinin ilk durağı. "Bu yaşananları anlatmak benim için çok zor oldu. Bu kitapta otobiyografik bir şeyler yapmak istemedim. Çünkü, hatıraları yazmak acıklı bir şey. Aynı zamanda anlatmak çok önemli benim için. Babam müzisyendi. Çello çalardı ve onu yapamamak çok acı verirdi ona. Yazarken sanki onun öcünü aldım. Onun müzik çalmamasının acısını ben yazı yazarak kurtardım. Eğer bu çalışmayı görseydi, memnun olurdu." diyor yazar. diğerlerinden farklısın. Türk arkadaşınla aranızda farklılıklar olduğunu ailen her fırsatta sana hatırlatır. Toplum hatırlatır... Sen ne kadar da insanlar eşit desen de "öteki" kimliğin hep gölgen gibi peşinde olur. Aslında sen bir nevi yarım insansındır. Ne özüne ne de aynı toprağı paylaştığın insanlara aitsindir. Çünkü sen azınlıksındır... Adı üstünde... Rosie PinhasDelpuech'un ilkokul yılları Nilüfer Hatun'da geçmiş. Öğretmeninin yapuğı aynmla diğer arkadaşlarından ne kadar farklı olduğunu işte o zaman anlamış: "Ben sokağa çıkar çıkmaz Türk çocuğu olmak istiyordum. Okulda bayrağı Türk çocukları tutardı, törene onlar çıkardı. Bana bayrağı tutturmazlardı, oysa ben de bayrak tutmak isterdim. Kabul edilmem için devamlı mücadele etmem gerekiyordu." DİL İÇİMDE KAPANDI... Rosie her gün hem yabancılığı öğreniyor hem de memleketinin kültürünü ve insanlarını daha çok sevmeye başlıyor. "Onlara benzemek istiyordum ama bir türlü onlar gibi olamıyordum. Bu ayrım çok net şekilde yapılmasa da hissettiriliyordu." diyor. NotreDame de Sion'a gittiğinde daha az vahşi bir dünya ile karşılaştığını söylüyor. Fakat orada karşılaştıklan da bekledikleriyle aynı olmuyor. Yazar, Fransız okulunda yaşadıklarınıbir sonraki kitabında anlatmayı planlıyor. Lise bitince göçler başlıyor, önce îsrail ardında da Fransa. İlk kez 18 yaşında gittiği Israil'de de kendini yabancı hissediyor. Türk ve Musevi kimliği kabul görüyor görmesine ama sık sık "sen değişiksin" cümlesiyle de karşılaşıyor. "Israil'i ilk defa, olduğum gibi kabul edildiğim tek yer gibi gördüm o yaşta" diyor Pinhas. Sonra Fransız eşiyle tanışıp Fransa'ya yerleşiyor. Ve o zaman hem Israil'e, hem de Fransa'ya çok bağlaniyor. 20 yıl Istanbul'a gelmiyor, daha doğrusu gelemiyor: "Içimde bir aşk hikâyesi ki, kapalı kaldı. Türkçe, yani dil içimde kapandı. Büyük bir sevgi ve özlem vardı. Ailem Istanbul'a geliyordu, ama ben gelemiyordum. Ne zaman ki bu kitap çıkmaya başladı, o zaman Istanbul'a gelmeye başladım. Yıllarca içimde kapalı kalan dil açümaya başladı." Poyraz Sokak, Burgazadası, çocuk ve göç... Yeniden Istanbul'a dönen yazar, bu kenti çok daha büyülü buluyor, dünden. • ATATÜRK VE ANNEANNEM... 6 7 Eylül olaylarının belleğinde ayn bir yeri var. "Bu olay bana çok şey öğretti" diye ekliyor Pinhas "Atatürk ile anneannem benim hayatımdaki baraj. Bir ülkede demokrasinin olmasının ne kadar büyük bir şey olduğunu öğrendim. Benim politik kafam yoktur, ama o dönem yaşadıklanmı sadece yazıyla anlatabilirdim. Yaşananlar hem Yahudi'nin dıştan korkusunu hem de Yahudi kimli Rosie PinhasDelpuech... ğimle birlikte azınlık olmamın insanı ne kadar zayıflattığını gösterdi." Aynı vatan toprağında yaşamak, aynı suyu içmek, aynı müziği dinlemek, aynı havayı solumak... Aslında görünürde her şey aynı ama özünde değil. Azınlık olmak aşkta, dinde, gelenekte görenekte pat di ye çıkıveriyor insanın karşısına. Ne zaman ki 'öteki'ne âşık olursun o zaman senin "öteki' kimliğin çıkar, ne zaman ki Kandil'de canın kandil simidi yemek ister o zaman "O bize ait değil Müslümanlar yer o simidi laöyla" karşılaşırsın yakın çevrenden ve o zaman anlarsın ki sen AH TUTKU BENİ ÖLDÜRÜR MÜSÜN? Cahide Birgül son rotnanı "Ah Tutku Beni Öldürür müsün"ü psikolojik gerilime yakın buluyor... Fotoğraf: Uğur Demir Nilüfer Zengin T h itaplanm okuyanlar bilecekler, dipten, derinden, sessizce ilerleyen bir yazar, Cahide Birgül. Özgeçmişi An. kara kökenli olduğunu, yazmaya tiyatro oyunlan ve arkası yarınlarla başladığını, uzun yıllar mimarmemurluk yaptığını söylüyor. Bu son derece ölçülü ve mazbut görünen çehreden yine ölçülü yapıtlar beklemeyin sakın. İlk kitabı "Gölgeler Çekildiğinde" geleneksel roman kalıbı içinde kalmakla birlikte, kahramanlarırun karanlık ruh hallerinin yarattığı gerilim gözden kaçmıyor. Cahide Birgül'ün ikinci kitabı "Geceye Uyananlar"sa tam manasıyla ağır bir psikolojik gerilim romanı. Geçen aylarda Iş Bankası Yayınlan'ndan çıkan " Ah Tutku Beni Öldürür musün" de korku edebiyatının çarpıcı bir örneği. Gasp, haneye tecavüz, hırsızlık, hayvan katli, cinayet, psikolojik taciz, davranış bozukluğu, delilik, kan, ihtiras, hepsi bu kitapta. Birgül'le romanını konuştuk: "Ah Tutku Beni Öldürür müsün"ün tam bir cinayet romanı olduğunu söyleyebilir miyiz? Tam olarak değil. Psikolojik gerilime daha yakın bana sorarsanız. Klasik anlamda polisiye kitap çerçevesine oturmuyor. Romanda ne bir cevval polis komiseri ne de onu roman boyunca peşinden koşturacak zeki bir katil var. Türkiye'de psikolojik gerilim romanı yazılıyor mu sizce? Sanıyorum yazılmıyor. Bizde adamın kafası kızıyor, karısını, sevgilisini ya da her kime luzgınsa onu vuruyor, doğruyor. Sonra da ya teslim oluyor ya da yakalanıyor. Yani planlı, soğukkanlılıkla hazırlanmış, üzerine uzun uzun kafa patlatılmış cinayetler değil çoğu... Boyle olunca da, cın polislere, kılı kırk yararak çalışan ipucu uzmanlarma falan gerek kalmıyor. O zaman da bu topraklarda yazacağınız bir polisiye ya da gerilim K romanı ülke insanının yapısına uymuyor gibi bir izlenim yaratabiliyor. Oysa çok da faili meçhul, aydınlanmamış ve asla da aydınlanmayacak nice cinayet vakası var. İnsanın olduğu yerde kötülük de, psikolojik gerilim de daima olacaktır bence. Mesele, o gözle bakmayı bilmekle ilgili. KARAKTER YARATILAMIYOR... İkinci kitabınız "Geceye Uyananlar"da devlete ait gizli bir örgütte çalışan bir adamın nasıl yavaşça delirdiğini okuyoruz. Son derece yerel bir kaynaktan yararlanmışsınız... Demek ki olabiliyor... Onu her zaman bulabilirsiniz, bu bakış açınızla ilgili bir şey. Neticede insan, her yerde ve her zaman aynı. Mühim olan, hikâyeyi tıpkı bir kumaş gibi, bu ülke topraklarına yakıştırarak biçmektir. Yazılan polisiye romanları nasıl buluyorsunuz peki? Doğrusu herhangi bir Türk polisiye yazarını çok beğendiğimi, merakla o yazann yeni kitabı Cahlde Birgül'ün son kitabı "Ah Tutku Beni Öldürür müsün"de ne ararsanız var... Gasp, haneye tecavüz, hırsızlık, psikolojik taclz, dellllk, kan... Birgül kltabına yönelik "Bir cinayet romanı" Iddialannı reddedlyor. Ona göre Türkiye'de henüz bir cinayet romanı yok... Yazara göre kitabı psikolojik gerilime daha yakın... nı beklediğimi söyleyemem. Nedense bir samimiyetsizlik, bir eksiklik seziyorum. Sanıyorum yazılanlarda biraz klasik örneklere öykünme var. Asıl sorun şu: Karakter yaratdamıyor. Böyle olunca da kitabı okuyor ve unutuyorsunuz. Bir tat kalmıyor geriye... Türkiye'de psikolojik gerilim ya da polisiye romanları genelde erkekler yazıyor. Sizce neden? Biliyorsunuz kadınlara kapalı tutulan meslekler var Türkiye'de. Beyın cerrahı olamazsınız, kamyon şoförü olamazsınız, hatta yakın zamana kadar hâkim olamazdınız. Polisiye ya da gerilim yazmak da böyle bir şey. Kan, silah, kavga, bedensel güç gösterileri, bütün bu malzemeler erkeklere mal edilmiş olduğundan bir kadınm bu alana girmesi tuhaf karşılanıyor. Tıpkı erkekler kulübünün kapısını bir kadının aralamasının tuhaf karşılanacağı gibi... Ama benim ümidim var, bu durumun kısa zamanda aşılacağına inanıyorum. Ahiret sorusu gibi olacak ama, Türkiye'de korku edebiyatı ve sinemasının olmamasını neye bağlıyorsunuz? Korkunun da tıpkı polisiye ya da gerilim gibi, Türkiye'de karşılığının bulunmamasıyla ilişkilendiriyorum. Oysa köklü geçmişimiz göz önüne alınırsa, korku malzemesi bizde Batı'ya göre çok daha fazla. Ama üzerinde düşünmek, araştırmak ve daha önemlisi böyle görebilen bir göze sahip olmak gerekiyor. Siz pazarda yanınızda domates seçen mazbut görünümlü kadının, kocasını aldatıyor olabileceğini düşünürsünüz, ben, kocasını ağır ağır zehirleyerek öldürmüş olabileceğini, bir başkasıysa, aynı kadının az sonra kara büyüler arasına gömülme ihtimalini düşünür. Farklı açılardan bakınca, aynı kadından bambaşka hikâyeler çıkabilir. • ıı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle