Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sirus’un silindiri Neymiş insan hakları? diye merak edenler, Samuel Moyn’un Son Ütopya – Tarihte İnsan Hakları (Çev. Firdevs Ev, KÜY, 2017) kitabına bakabilir. İ nsan haklarının son ütopya olduğu doğrudur: İnsanlığın tümü ortak değerler temelinde anlaşıp barış içinde yaşayacak. Zaten bu değerleri ülkelerin hepsi resmen tanımış, yasalarına koymuş, sözleşmelere bağlanmış. Yapılacak şey, bu sözleri hayata geçirmek. Sorunlarımızın çözümü ne kadar basit değil mi? Gel gör ki, olmuyor. Moyn, insan haklarını nasıl sardık başımıza, 20. yüzyıl ve BM (Birleşmiş Milletler) ekseninde anlatıyor. Azınlık haklarını ve sendikal hakları es geçmesi önemli eksiklik. “İnsan birey” kavramına odaklanmak için konusunu sınırladığı söylenebilir. Michel Foucault’nun “icat” edilmiş insanı bu. Batının zamanla evrenselleşen tarihinde bir aşama olan “icat”. Rönesans ve Aydınlanmanın verimi olarak insan teki, birey ön plana çıkmıştır. İnsanların eşitliği, yaşama, zulüm görmeme hakları gibi anlayışlar insanın tinsel (manevi), Tanpınar’ın deyimiyle “iç insanın” gelişmesinde önemli ilerlemelerdir. Böylece varoluşumuzu anlamlı kılma olanakları artmıştır. Bu olanakları yeterince kullandığımızı söylemek güçtür elbette. İNSAN OLMA HAKKI İnsan haklarının kökenleri deyince Jeanne Hersch’in UNESCO için hazırladığı İnsan Olma Hakkı (1968) derlemesi gelir aklıma. Hersch ilk çağlardan bu yana bütün kültürlerden insan hakları anlamı taşıyan metinleri, sözleri bir araya getirmiştir. Cenevreli filozof, “İnsan olmanın yolunu ilk günden beri arıyoruz” demek istemiştir sanki. Nitekim, Sirus MÖ 539’da Babil’i fethedikten sonra o coğrafyada yaşayanların haklarını silindir şeklinde bir tablete yazdırmıştır. Sirus’un silindiri diye bilinen bu belgeye ‘ilk insan hakları bildirgesi’ derler. Daha bilinçli anlatım olarak insan hakları deyince, ABD Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları bildirgesinin akla gelmesi doğrudur. Ancak, Moyn önemli bir ayırtıyı anımsatır. Bu belgelerdeki öngörülen haklar daha çok yurttaşlar ve ulus devlet kavramının içini doldurmak içindir. Yerkürenin tümüne ve evrensel insana yönelmesi için bu hakların, zamanın geçmesi gerekecektir. Moyn, gündeş anlamıyla insan haklarının İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra BM’in İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni üretmesiyle ortaya çıktığını vurgular. İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ Temel belge niteliğindeki bu bildirge büyük ölçüde Eleanor Roosevelt ve René Cassin gibi idealistlerin ürünü olmuştur. SSCB oylamada çekimser kalmıştır. 1950 ve 60’larda bağımsız olan bir çok ülke de görüşülmesine katılmadıkları için Bildirgeye sıcak bakmamışlardır. Ancak bütün bunlar insan haklarını uygulamamak için bahanedir. Şimdiye kadar bu bildirgenin bir alternatifi oluşturulmamış, öngördüğü hakların geçersizliğini iddia eden çıkamamıştır. Bence Bildirgenin bir eksiği vardır: Demokrasi vurgusu ve tanımını içermez. SSCB engel olmuştur. Bildiğimiz çok partili demokrasi anlayışı henüz uluslararası insan hakları hukukunda bir düzgü (norm) haline gelmemiştir. Engel Çin’dir. 1950’lerde Soğuk Savaş zıtlaşması yüzünden insan hakları hukuku BM’de geliştirilememiştir. 1968 DALGASI VE SONRASI SSCB bireysel hak ve özgürlüklere burjuva aldatmacası diye bakmış, yeni bağımsız ülkeler de kitlesel boyutlu yaklaşımları yeğlemiştir. 1960’larda iki tarafı da hoşnut kılacak şekilde, hem siyasal ve medeni haklar, hem de ekonomik ve sosyal haklar sözleşmeleri onaylanmıştır. 1968’de (ironik bir şekilde) Tahran’da yapılan I. Dünya Hakları Konferansında insan haklarının bölünmezliği kabul edilmiştir. Önemli bir yıl. Soyvet tankları Prag’da insan haklarının üstünden geçerken, Batı öğrenci hareketleriyle sarsılmıştır. 1968 dalgası Batı’da daha serbest bir yaşam biçimine geçilmesini sağlamış, bireysel özgürlükleri genişletmiştir. İnsan hakları uluslararası düzeyde 1970’lerde ön plana çıkmıştır. Batı’da sivil toplumun ve siyasal partilerin konuya ilgisi artmıştır. Devletler düzeyindeyse insan hakları Batı’nın Sovyet Blokuna ve Üçüncü Dünyaya karşı kozu olmuştur. Sovyet sosyalizmi bireye, bireysel hak ve özgürlüklere gereken değeri vermemenin bedelini pahalı ödemiş, kapitalizme alternatif ortadan kalkmıştır. Batılılar da, İsrail’in ihlallerini görmeme, ırkçılığı hafife alma, ekonomik ve sosyal hakları küçümseme gibi çifte standart uygulamalarıyla insan haklarının yayılmasının önüne yeni engeller çıkartmıştır. İnsan hakları Aydınlanma’nın olumlu değerlerinin kalıtımıdır. Burjuvazi devrimci döneminde benimsemiş göründüğü bu değerlerle zamanla çatışmalı bir ilişki kurmuştur. Kapitalizmin gereği olan ekonomik çıkarlar insan haklarından önde olagelmiştir. Kapitalizmin gündeş aşamasında insan hakları ikinci plana itilmiş görünmektedir. Varsa, yoksa para! Ne ki, gerçek aydınlanmacılar, kapitalizm distopyasına karşı insan hakları ütopyasında direnmektedir. Türkiye’de de insan haklarının tarihi yazılmalı. Bizim Nobellilere başka bir vesileyle değindiğimde unutmuşum. Uluslararası Af Örgütü’nün 1977 Nobel Barış Ödülünü kabul konuşmasını Mümtaz Soysal yapmıştır. “İnsan hakları araç değil amaçtır” vurgusunun yanı sıra Mümtaz Hoca, “Kişilerin özgürce düşünme, kendilerini özgürce ifade etme, başka kişilerle özgürce örgütlenme ve fikirlerini yayma haklarının korunması dünya barışının muhafaza edilmesi için zaruridir.” de demiştir.. Atatürk’ün Nutuk’ta verdiği mesaj, ‘ya Cumhuriyet, ya istibdat’tır. 1930’ların ölçülerine göre değil, evrimci bakışla yorumlamalıyız bu mesajı. ‘Atatürkçüyüm’ diyen herkesin insan haklarını içselleştirmiş olması gerekir. İnsan hakları savaşımı sürüyor. Sirus’un silindiri kırılmadı daha. Ne yurtta ne de cihanda kırılmasına izin vermemeliyiz. n KITAP l İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına: Alev Coşkun l Genel Yayın Yönetmeni: Aykut Küçükkaya l Yayın Yönetmeni: Turgay Fişekçi l Editör: Gamze Akdemir l Tasarım: Bahadır Aktaş l Sorumlu Müdür: Olcay Büyüktaş Akça l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul l Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam Genel Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 343 72 74 l Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. Aş., Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No: 11A/41 Bahçelievler İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. MERHABA D ostlar Tiyatrosu’nun elli yıllık serüveni, ülkemiz yakın tarihinin en önemli kültür olaylarından biri. Bu serüvene yalnızca bir kültür olayı olarak bakmak yeterli değil, Dostlar Tiyatrosu siyasal bir tutumun, ilkeli bir sanatın ödünsüz temsilcisi oldu. Ülkemizin ilerici kamuoyu, sahnede kendine bir direnme, yenilenme, gelişme alanı buldu. Nâzım’dan Aziz Nesin’e, Yaşar Kemal’den Can Yücel’e, edebiyatımızın devleri Dostlar sahnelerinden geniş kesimlere ulaştı. Dostlar Tiyatrosu’nun elli yıllık, Genco Erkal’ın altmış yıllık tiyatro serüveni, bir yolculuğun çok ötesinde renkli, derinlikli, şenlikli bir destana dönüştü. Ülkemiz tarihinin aynalarından bir destan… Ne demişti büyük şairimiz Gülten Akın, “Genco İçin İlahi” şiirinde: Gizil gizil açan bir çiçeği Hiç usanmadan izleyebilir Ve bu konuda kimseye Söylemez tek sözcük bile Ufaltılmış çıralar halinde Dünyayı tutuşturur ve siz Sanırsınız Dünya çok eskiden yanmaktadır Ilık sislerle tütsüler Sesindeki incecik kıyılmış Ayınga tütünü Dostum dediklerini Dağ gibi dağ gibi durmadığından Dağ gibi görünmez Genco Gösterişsizdir Işgın gibidir asmanın ucunda Özsuyu o taşıdığından İçten içe asmadır da Ömründe tüfeği olmayacaktır Eğer olmuşsa Çiçekler sürmüştür namlusuna Değerli tiyatro eleştirmenimiz Ayşegül Yüksel, Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu Serüveni’ni inceledi. İyi okumalar. turgay.fisekci@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap