Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KITAP l BEBEK l ÇOCUK cumhuriyetkitapcocuk@gmail.com l GENÇ BURCU YILMAZ l HAFİZE ÇINAR GÜNER l SİMLÂ SUNAY TAŞ KÂĞIT MAKAS Köy Enstitüleri’ni yeni kuşaklara anlatmak Ömür Kurt’un tarihsel misyonlu Karaca serisinin son kitabı Karaca ve Mucizeler Köyü, Cumhuriyet’in kırsala yönelik “yaşam eğitimi” modeli Köy Enstitüleri’nin tarihini ve önemini çocuklara aktarıyor. SIMLÂ SUNAY F ilozof, eğitim teorisyeni, Foucault ile yeniden gündeme gelen John Dewey’nin 1924’te Türkiye’ye gelip, eğitim sistemi üzerine araştırma yaptıktan sonra yazdığı rapor1 ve önerilerin yerele uyarlanmasıyla hayata geçirilen Köy Enstitüleri’nin temel eğitim felsefesi “yaparken öğrenmek”ti.2 Bu Dewey’in de eğitim felsefesiydi ancak Köy Enstitüleri doğrudan kopyalanmış bir model değildi, Dewey de kopyalamayı önermiyordu.3 Ziya Gökalp’in “meslek liseleri” önerisinden, Hasan Âli’nin, İsmail Hakkı Tonguç’un fikir ve uygulama yöntemlerine değin ülke koşulları ekseninde kotarılmış, evet ideolojik ancak sadece böyle bakamayacağımız kadar çok katmanlı ve yerel, dolayısıyla da özgün bir eğitim deneyiydi. Köy öğretmeni yetiştirme amacındaki eğitim sisteminin ülkeye yayılmasını gösteren harita ise son derece etkileyici bir eşitlik tablosu çizer. Öğrencilerin ve hatta öğretmenlerin kendi diktikleri tek tip, keten üniformalar giymesi iddia edildiği gibi (kapatılma nedenlerinden biri) komünizm etkisiyle değil ülke ekonomisinin sınırlılığıyla ve hızlı, kolay üretimle ilgili olmalıydı. Kız erkek karma eğitim biçimi ve öğrencilerin yönetime katılmasıysa Dewey’in cumhuriyet ile uyuşan “demokratik eğitim” fikrine dayanıyordu. O tarihte, hatta şimdi de köy enstitülerinde öğrencilerin okul inşaatlarında bedava çalıştırılması eleştirilmişti ki kimse köylerde çocukların aileleri tarafından nasıl çalıştırıldığını pek düşünmemişti. Ömür Kurt ilginçtir ki, konuyu işlediği, çocuk romanı Karaca ve Mucizeler Köyü’nde bu iki farklı “çocuk çalıştırma” eylemini kıyaslıyor ve bir tartışma açıyor. MUCİZE Mİ? Tümüyle yanlış anlaşılmış, işe gelmemiş, çok tartışılmış bir eğitim deneyini çocuklara anlatmak hiç kolay olmasa gerek. Yazar, başkahramanı Karaca’nın, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nden mezun öğretmen dedesi ve ninesinin kurgusal yaşam hikâyeleri üzerinden enstitülerin kuruluşunu, eğitim içeriğini, köy halkı tarafından nasıl karşılandığını, dönemin yaşam zorlukları ekseninde günümüzle kıyaslayarak anlatıyor. Yazarın seçtiği meseleyi değerli ve önemli buluyorum. Didaktik de olsa çocuk okurda merak uyandırabilir, tarihsel olguyla tanışmasını, kesişmesini sağlayabilir. Mucizeler köyü; Karaca’nın dedesi ve ninesinin emeklilik hayatını geçirdikleri Samsun’da, bahçesinden çatısına kendi elleriyle yaptıkları, enstitü anılarıyla dolu, müzevari, ahşap evlerinin bulunduğu köy de olabilir, yaşlı öğretmen çiftin tanıştığı, yüksek öğretim işlevli Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün (mimarı ilk kadın mimarlarlarımızdan Mualla Eyuboğlu’dur, romanda adı geçmiyor) kurulduğu Ankara bozkırındaki Hasanoğlan Köyü de olabilir. Yazar için bu eğitim modeli bir mucizedir belli ki. Ancak tutkuyla ve insan eliyle kolektif başarılmış uluslararası tarihi değerde bir eğitim modeli mucize gibi, beklenmedik değil, emek ve süreç temellidir. “Köy Enstitüleri’nin amacı iş içinde eğitimdi. Örneğin tarım dersimizde, elimize çapaları alır, tarlaya gider ve hep birlikte nasıl ürün yetiştirileceğini öğrenirdik.” (s. 52). Zamane çocuklarına elbette ki alet edevatlı, uygulamalı, okul içi kadar dışında da ders görülen, temel dersler kadar; yapıcılık, ekimdikim, marangozluk, arıcılık, dikişnakış, halk oyunları, ev ekonomisi ve sanatın pek çok çeşidini kapsayan özgün müfredat içeren eğitim çok farklı gelecektir. Elleriyle üretmeyen nesil için çok ya bancı bir şeydir alet kullanımı ve yaşam ile okul arasındaki mesafenin kapanması. Japonya’da çocuklar okula girerken ayakkabılarını çıkarıyorlar, okullarını temizliyor ve onarıyorlar. Türkiye bu enstitülerin kapanmasıyla çok erken yakaladığı, bugünden geriye doğru tanımlarsak ekolojist, antikapitalist, demokratik, eşitlikçi, yerel değerlerle donatılmış, geliştirilmesi ve yerleşmesinin bugün çok şeyi değiştirebileceği eğitim fırsatını maalesef kaçırmıştır. Politik olarak hegemonik, karşı devrimci, devrimci, tek tipçi, batılılaşmacı, aydınlanmacı, tepeden inme vb. kavramlarla övülsün veya yerilsin, ülkede ortak üretimin, tabanın yönetimde söz sahibi olmasının, özeleştirinin, toplumsallığın temellerini atabilirdi. Karaca’nın dedesi: “Her cumartesi günü tüm enstitülülerin katıldığı büyük bir toplantı yapılırdı. O toplantıda bizler söz alır, eleştirilerimizi yapardık.” (s. 74). Yazar romanın sonunda Köy Enstitüleri’ndeki kolektiviteyi hikâyeye mikro bir örnekle taşıyor. Karaca ve arkadaşlarının ricasıyla, dedesinin ve ninesinin yardımıyla okullarındaki tek katlı ek yapıyı ortaklaşarak kütüphaneye çeviriyorlar (resimde iki katlı çizilmiş). Elleriyle üretiyorlar. “Görülmemiş bir heyecan yaşanıyordu. Kimi boyaları karıştırıyor, kimi yerleri siliyor, kimi duvardaki çatlakları sıvıyordu... Herkes çalıştığı için bina çok kısa bir süre içinde tamamlandı.” (s. 84). Romanda tartışılması gereken bir başka unsur yoksulluğun nitelendirilmesindedir. Karaca’nın dedesi çok yoksul bir aileden gelmektedir, üstü başı yırtık, lastik pabuçlarla okula geldiğinde halinden utanmaktadır. Bir başka utanma ânı ise bayramlarda yatılı okuldan eve izne geldiğinde evini, köyünü beğenmemesi ve içten içe eleştirmesinde ortaya çıkar. “(…) Her yer çamur içindeydi. Evler eski püskü, eğri büğrü, bakımsızdı. Gözüme her şey kötü görünüyordu. Evimizin içi bile.” (s. 54). “Kötü görün me” doğaldır, bu duygular yaşanmış da olabilir. Ancak Köy Enstitüleri bir şehir leşme projesi değildir. Bir yerel kalkın madır evet ancak beraberinde yoksul luğun, köylü kimliğinin kasıtsız da ol sa küçümsenmesine yer verilmemeli dir. Hele de köy diye bir şeyin kalmadığı günümüzde yazılan bir kurguysa. Yok sulluk bir tercih değil sonuçtur. Roman da tarif edilen köy hayatı bugün bilinç li tercih edilen tüketimden uzak, ekolo jist bir yaşam biçimine benzemektedir; tarım, kerpiç evler, parasız alışveriş, ta kas, kendi başına onarma, inşa etme, az giysi vb. Bugün artık “yoksul” denen kısıtlı ve sınırlı yaşam, Dünya’nın ömrü için gerekli bir hayat biçimidir. Şükrü Dede’ye göre çocukluğun da köyünde tarlada ve hayvancılık ta çalıştırıldığında başkalarına, Köy Enstitüsü’nde inşaat yaparken ise ken disine çalışmaktadır. Bu iki çalışmayı “çocuk işçi” sorunsalından ayırmak ge rekiyor. Çocukların gündelik hayata et kin katılması, sorumluluk alması, sefer berlik nedeniyle devlet ile gönüllü işbir liği yapması, rülmesinden fkaarpkliıtdaılrist sistemde dayatma sömüyok sa, gönüllük varsa ve yetişkinler ka dar uzun süreler almıyorsa elbette. Ba na göre köyünde de (okuldan ve oyun dan geri kalmıyorsa), okulunda da hem kendi hem de yakın çevresi için çalışa bilir, üretebilir. Çocukların gündelik ha yat sorumluluklarına katılmaları, yapar ken öğrenmeleri, bir iş tutmaları, okul la yaşam arasında bağlar ve ilişkiler ku rabilmeleri yeni ve modern eğitim sis temlerinin de tartıştığı ve araştırdığı me selelerdir. Köy Enstitüleri’nin eğitim fel sefesi, tüm münazaralara rağmen gün celliğini ve örnekliğini hâlâ korumakta dır. Bununla beraber eleştiri sistemini işletmiş bir kurumu yeni kuşaklara anla tırken eleştirinin olanaklarını kullanma mak, övgüye yoğunlaşmak bu kitap için tartışılmalıdır. n Karaca ve Mucizeler Köyü / Ömür Kurt / Resimleyen: Ümit Atalay / Editör: Keriman Güldiken / Doğan Egmont / 192 sayfa / 2019, 9 + yaş 1. https://chipbruce.files.wordpress. com/2008/10/deweyturkey.pdf 2. Dewey’in Children and Society ve School and Society adlı kitapları 1923’te dilimize çevrilmiştir. y.n. 3. Bknz: “The Influence Of An American Educator (John Dewey) On The Turkish Edu cational System”, Bahri Ata, 2000, http://der giler.ankara.edu.tr/dergiler/44/671/8547.pdf 16 6 Şubat 2020