05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] / @Sozebesiozel / Okurla birlikte düşünmek “ Ç ok okunan” yazar olmak, okur ilgisi önemlidir; yazara eleştiri, övgü gelebilir; dahası sövgü(ler) de… Cumhuriyet okuru eleştiren, öneri üretebilen, övgüde ölçüyü bilendir. Kuşkusuz eleştiriyle sövgüyü karıştıran da olacaktır; nasıl doğada renk renk çiçek varsa, dokununca kaşındıran ısırgan da var… İnsan aklı yakan, kaşındıran ısırganı çok yararlı duruma getirebiliyor. Bana göre içinde bulunduğumuz bu karanlık dönemde inanın “yakınmak” için zamanımız yok… Okurlarımızın çoğu en çok bileşik sözcüklerden, birden çok yazım kılavuzu olmasından, bunlarda birbiriyle çelişen açıklama ve örneklerden yakınıyor. Çünkü çok uzun zamandır ortak dilimiz Türkçeyi doğru öğretemeyen sistem, Türkçe için kaygılanan bilinçli yurttaşları ister istemez, “sızlanmaya, sızlanarak anlatmaya, şikâyet etmeye” yöneltiyor. Çoğumuzun az düşündüğü önemli bir konu var; cumhuriyetten yüzyıllarca önce ArapçaFarsçayı Türkçeden üstün gören yönetenler gibi 1950’den son raki iktidarlar da devrimle yenileşen Türkçeyi sevmediğinden, çokları Türkçenin devrimlerden kaynaklanan sorunları var sanıyor. Bilim, sanatta önde olan, teknoloji üreten ülkeler de geçmişte dil sorunu yaşamıştır. Almanya, Macaristan, İsrail ve Norveç, Türkiye’den çok önce dilde devrim gereksinimi duymuş, bu ülkelerde de dilde devrim başlangıçta tepki almıştır. Ancak bu ülkelerin hiçbirinde yönetenler, kendi diline düşmanca yaklaşmamıştır. Evet, 12 Eylül hukuksuzluğuyla devrimin önü kesilmek istendi; yakınmak, üzülmek niye? Her ulusal günde Harf ve Dil Devrimlerine, devrimler üstünden Mustafa Kemal’e yürüyenler, devrimin sözcükleri olmadan, “yasa, Anayasa, bilim, açıklama, düşünce, üretim, tüketim, kavram, okul, öğrenci, öğretmen, ülke, sorun, oran, dönem vb.” demeden konuşabiliyorlar mı? Ne di yor Nâzım Hikmet; “Dilimiz, dibinin derinliklerini karıştırarak suyun yüzüne birçok söz çıkardı. Bunların içinden gerisin geriye, dibi boylayacaklar yok değildir. Birkaç söze takılıp köpükleneni, akanı görmeyenler var... Ne yapalım? Anadan doğma körlere gözlüğün yararlığı dokunmaz ki takalım... Dilimizin, bugün içine girdiği dönüm yeri, konuşma diliyle yazı dilinin arasındaki derin ayrıklığı kaldıracak; yalnız ikisini de temizleyerek, ışıklandırarak bu işi yapacaktır... Ben kendi payıma, ne yeni sözlerden korkuyorum, ne de birçoklarını yadırgıyorum. Becerikli bir yapıcı, kurulan yeni yapıda, onların birçoğunu yadırgamadan kullanabilir. İş becerikli olmakta... Dil yürüyor... Yürüyenin önünde durulmaz...” (Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil, Yazılar 1, 1991, s. 51). Yinelemekte yarar var; sorun dilde değil; “İş becerikli olmakta” ya da olamamakta… Saklayacak değilim; öfkeliyim; ancak öfkeme yenilmek yerine ustaları düşünüyor; onlar gibi direnmeyi yeğliyorum. Nurullah Ataç’ı sık sık düşünürüm. Ataç, kendisini şöyle anlatıyor: “Dil işine sonradan giriştim. Daha önce başlasaydım, Dil Devriminin gerekli olduğunu daha önce anlayabilseydim ne iyi olurdu! Erken olsun geç olsun, giriştim dil işine. Gençler arasında bana uyanlar çok oldu. Yaşlılardan da var. Neden ötekilerden çok bana uyanlar oldu? Dil işine girişmem bir çıkar kaygısıyla değildir de onun için. (…) Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler.” Atalar, “Göğe direk, denize kapak olmaz” demişler, yanılmışlar; günümüz siyasetçileri, göğe direk, denize kapak mantıksızlığıyla eğitime karışıyorlar. Oysa yaşam başka türlü akıyor; eğitim ve gelir düzeyinin yokuş aşağı olması, her konuya ve dile duyarlı yurttaşları çok üzüyor da yılgınlığa itmiyor. Yolda belde, evde sokakta herkesin herkese “Aşkım!” demesine aldanmayın; eğitimsizlik, dil sevgisizliği aşkları bırakır mı? İnanın “yakınmak” için zamanımız yok; gerçek aşk(lar) dilsiz olmaz! Karamsarlık, “kara”dan gelir; karamsarlığın beslediği karanlıktan aklın öncülüğü, bilginin gücüyle çıkacağız; okuyalım! Sinan Meydan, 1923/ Kuruluş Ayarlarına Dönmek (İnkılap Kitabevi, 2017). n AHMET CAN UYSAL’DAN ‘İSTANBUL KIYILARI’ Bostancıbaşı defterleri Araştırmacıyazar Ahmet Can Uysal, 1793 ve 1802 yıllarında İstanbul Kıyıları adlı kitabıyla Boğaziçi’nin imar tarihinin izini süren önemli bir çalışmaya imza atıyor. İHSAN TEVFİK Bostancı Ocağı, Saray’ın muhafızları olup asayiş ve güvenliği sağlarlar. Padişah Haliç’te ya da Boğaz’da sandalla gezintiye çıktığında ona eşlik ederler. 18. yüzyılın sonu 19. yüzyılın başına doğru Boğaziçi’nde yerleşim o derece artıyor ki o dönemde padişah olan III. Selim ve II. Mahmut’un dikkatini bu gezintiler sırasında Boğaziçi’ndeki yapılar çekiyor. Ve Bostancı Ağa’ya: “Şu kimin hânesidir?..” gibi sorular soruyor. Bostancıbaşı da: “Falan kullarının hânesi” diyerek padişahı bilgilendiriyor. İşte bu soruları yanlış cevaplamamak için Bostancıbaşı bir defter düzenler. Böylelikle Tophane’den başlayan yolculukta Rumeli Kavağına, Üsküdar’dan başlayan yolculukta Anadolu Kavağına kadar süren yolculuk sırasında gö rülen yalı, hane, cami, çeşme ve boş arsaların kaydı tutulur. Bu çalışma, o dönemde İstanbul ve çevresindeki maddi kültür verilerinin saptaması için yapılmış biricik çalışmadır. Yazar, Boğaziçi yalılarını Bostancıbaşı defterlerinden hareketle saptamaya çalışmış. Kitapta dokuz yalının hikâyesi ayrıntılı olarak işlenmiştir. Bunlar arasında Esma Sultan, Hidiv İsmail Paşa, Sadullah Paşa yalılarını, Mediha Sultan Sahil Sarayını, Kıbrıslı Yalısı’nı sayabiliriz. İlk defter kaydının tarihi 1793’tür. Defterlerin çevirisini ilk olarak 1952’de Reşat Ekrem Koçu yapmıştır. İkinci yayın Cahit Kayra ve Erol Üyepazarcıklı’nın 1992’de çıkardıkları II. Mahmut’un İstanbul’u ad lı kitaptır. 2013’te Keçecizade ailesine ait nüshayı Murat Bardakçı III. Selim Dönemine Ait Bir Bostancıbaşı Defteri adıyla ki taplaştırmıştır. Ahmet Can Uysal’ın çevirmiş olduğu defter, bu alandaki son çeviridir. Uysal’ın yaptığı çalışma bu defterlerin günümüz Türkçesine çevrilmesi ile birlikte Boğaziçi’nin her semtinin kısa bir tarihsel anlatısıdır. Yazar, her Boğaziçi semti için defterlere bakarak Müslümanlara ve Gayrimüslimlere ait yapıları sayısal karşılıkları ile anlatmıştır. Boğaziçi semtlerini “Haliç Semtleri, Rumeli Yakası, Anadolu Yakası” adlı üç bölüme ayıran Uysal; Eminönü’nden, Eyüp’e, Kasımpaşa’ya, Tophane ve Beşiktaş’tan Sarıyer’e; Anado lu yakasında Üsküdar’dan Beykoz’a kadar bütün Boğaziçi semtlerini ayrı başlıklar halinde mimari yapılar bakımından değerlendirmiştir. Kitabın sonuna eklenen harita ve görsel malzeme ise kitabı ayrıca zenginleştirmiştir. Uysal, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde ve Millet Yazma Eserler Kütüphanesi’nde bulunan nüshaları yayınlamış. Mesela Beşiktaş iskelesi ile Ortaköy iskelesi arasında kaç yapı var, bunlar kimlere ait, sahipleri Müslim mi Gayrimüslim mi? Ya da kiracı mı değil mi? Bunları da ayrıntılı olarak belirttikten sonra sırasıyla Boğaziçi’nde bulunan her semt için bu karşılaştırmayı yapmıştır. Yazar, kitabın giriş kısmında kısa bir İstanbul tarihi ve Osmanlı sosyal tarihine değiniyor. Bu defterlerin çevirisini yaparken günümüze kalan yalıların önceki ve şimdiki sahipleri kimler, bunları da belirtiyor. Defter analizlerinde ise 17931815 arası Boğaziçi ve Haliç’te Müslim ve Gayrimüslim dağılımını yapıyor. Sonuç kısmında ise konuyu özetleyip İstanbul Boğaziçi’ndeki yerleşim haritalarını ve tıpkıbasımlarını veriyor. Böylelikle İstanbul’un bir dönemine ışık tutan önemli bir çalışmaya imza atmış oluyor. n 1793 ve 1802 yıllarında İstanbul Kıyıları / Ahmet Can Uysal / Hoşgörü Yayınları / 300 s. / 2019. 14 6 Şubat 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle