03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SELİM ERAYDIN’NDAN ‘US’ İTALYAN FAŞİZMİNİN AYNASI Acının kanatları Us, büyük çelişkiyi ve acıyı benimsemenin her şey üzerinde egemen olmanın yegâne yolu olduğunu kanıtlayan bir çalışma... GÖKHAN GENÇAY G erçekliğin bir hayale dönüştüğü, hayal ettiklerimizle gerçekler arasındaki farkın ayırt edilemez hale geldiği anlar vardır. Gerçekliğin maddi boyutunu sorgulamak delilere has bir uğraş olarak nitelenir. Deliler cemaati ise haklarında üretilen yargılara kulaklarını tıkar, gizem dolu bir karanlığın eşliğinde kendi direnişlerini örmeye devam eder. Bu tavır belki de hayallerin gerçekliği şekillendirme gücünü elde etmesinin biricik yolunu işaret etmektedir, kim bilir? Selim Eraydın ilk romanı Us’ta tam tamına bu sorunu gündeme getiriyor. Aşırılığa eğilimli, hayallere dalmaya kararlı bir karakter yaratıyor ve kendi karanlığını ödünç aldığı renklerle aydınlatmaya çalışan karakterinin yaşadıkları üzerinden insanlığı çepeçevre saran varoluşsal sancıya odaklanıyor. İnsan denen canlının kaçınılmaz çileciliğini, olduğundan başka türlü görünme çabasını incelikle işliyor. Dünyaya evet demenin nafile bir çabaya denk düştüğü insanlık âleminin manzarasını gözler önüne seren bir hikâye anlatırken, kadim yadsıma eylemini karakterinin gözünden naklediyor. HAYAL GÜCÜ SAYESİNDE KAPANMAYAN PERDE Us, “topluma ve doğrularına” karşı ruhani bir savaş açan Konur’u merkezine alıyor. Eraydın, okuru Konur’un çelişkilerinin ve iç hesaplaşmalarının görünür olduğu anlara doğru sürüklüyor. Yoksullukla geçen bir çocukluğu travmaların birbiri ardına sıralandığı bir ergenlik dönemi izliyor. Annesini erken yaşlarda yitiren küçük Konur, babasının zoruyla abisiyle birlikte sokaklarda dilencilik yapıyor. O yine de kurban rolüne bürünüp pes etmiyor, hayal gücü ve yeteneklerinin yardımıyla dilenciliği bir çeşit sokak tiyatrosuna çeviriyor; sokakları sahnesi, çevredeki insanları da seyircisi haline getirmeyi beceriyor. Konur’un olanca gayreti hayatın acımasızlığını yok etmeye yetmiyor. Trajedinin kader olduğu bir sosyal çevrede uçmaya çalışanların kanatlarının kırılmasının kural olduğunu çabuk öğreniyor. Sırayla abisini ve babasını kaybediyor. Ne ki, yıllarca şiddet gördüğü babasının kaybı onun önüne yeni yollar açılmasını sağlıyor. Acının, çaresizliğin, suçluluk duygusunun kıskacındaki Konur, halasının yanında yeni bir hayata adım atıyor. Yetişkin Konur, küçüklüğünden beri yetenekli olduğu oyunculuk alanında kendini geliştirmiş, sinema filmlerinden tiyatro oyunlarına, pek çok alanda kendini kanıtlamış başarılı bir insan. Başarısını takıntılı bir kararlılıkla çalışmasına borçlu. Metot oyunculuğunu benimseyen Konur, kabul ettiği her rolü giysi gibi üstüne giyiyor, gündelik yaşamında da karakteriyle bütünleşiyor. Dilenciyi canlandıracağı zaman dilencilik yapıyor, trans bir bireyi canlandırması gerektiğinde kendini trans olarak baştan yaratıyor. Böylesi bir hazırlığın günlük hayatına somut etkileri de oluyor, tabii ki. Çevresindeki insanlarla ilişkisi de içine sürüklendiği karakter karmaşasının izlerini taşıyor. Aşkın da en takıntılısını yaşıyor Konur. Türkân’a duyduğu derin tutku onun elini kolunu bağlıyor. Platonik duygularını kalbine gömen genç adam, aşkını dillendireceği ânın hayaliyle yaşıyor. Bu aşamada başka kadınlar giriyor hayatına ama hiçbiri Türkân’ın kapladığı yeri değiştirmiyor. Türkân, Konur’un zihinsel düğümünün anahtarı, nitekim her şey onun aracılığıyla yerine oturuyor. LABİRENT Selim Eraydın, Us’u bir labirent gibi inşa ediyor. Ro mana geçmişle geleceğin, bugünle yarının iç içe geçtiği, birbiri içinde eriyerek yok olduğu bir zamansızlık egemen. Yavaş yavaş hayalle gerçeğin arasındaki sınır çizgisi aşılıyor ve Konur’un bilinçaltının rehberliğinde hüzünlü bir yolculuk başlıyor. Sis perdesinin arkasında belirmeye yüz tutan gerçek melankoli yüklü. Eraydın, bir yandan hikâyesini anlatırken bir yandan da okurları kurguladığı dünyanın görünmez duvarlarını hissetmeye yönlendiriyor. Us, büyük çelişkiyi ve acıyı benimsemenin her şey üzerinde egemen olmanın biricik yolu olduğunu kanıtlayan bir çalışma. İlk roman olmanın dezavantajlarının birçoğundan uzak, akıcı ve etkileyici. Işığın söndüğü, yoksamanın haşin düzenin insan bilincini işgal ettiği anlarda hangi duyguların pusuya yattığının arkeolojisine girişilen Us, yeni ve genç bir yazarı müjdeliyor. n Us / Selim Eraydın / Pan Yayınları / 184 s. / 2019. Suyun ve toprağın isyanı HAMDI YAVER AKTAN F ontamara yeniden yayımlandı. Sabahattin Ali’nin 1943 yılında Akba Kitabevi tarafından yayımlanan çevirisinde yer almayan kısımları da Tonguç Ok’un İtalyanca aslıyla karşılaştırarak metne eklenerek… Kitabın üçüncü baskısına “sunu” yazan Can Yücel, Fontamara ve Sabahattin Ali için yazmış; “Faşizmi bizlere sergile mek için Sabahattin Bey’in cıvıl cıvıl gözleriyle, sekmez sezgisiyle seçtiği bu kitap, zaten mütegallibe sultası altında inleyen bir köylülüğün faşizmden de nasibini alınca nasıl direnç bilincini devşirdiğini anlatır. Sabahattin Bey örnek bir çeviri çıkarmıştır ortaya, her yapıtında olduğu gibi Fontamara’da da tam bir usta vardır önümüzde. Ey sevgili usta, toprağın memleket topraklarınca bol olsun…” Fontamara köylülerinin acılı ve umutsuz yaşamları anlatılır Fontamara’da. Kanun, korku ve kokunun anlatıldığı kısımlar çok çarpıcı: “Roma artık dayanılmaz bir hale geldi. Her gün başka, her gün yeni bir kanun çıkıyor her yeni hükümet elbette yeni kanunlar yapmıştır, fakat şimdiki hükümet her gün bir yenisini çıkarıyor…” YOK KANUN, YAP KANUN! Roma’da nedeni belirsiz koku yayılmakta: “Havası zehirlendi. Rom a’nın havası pis kokuyor…” “Roma’daki bu pis kokunun membaını, hiç kimse bulup çıkaramadı. Halk mahallelerinde… o kadar kuvvetli değil… Buna karşılık şehrin orta yerinde, nazırlıklarla Sen Piyer civarında, kıran kokusu gibi korkunç bir hal alıyor…” Roma’da pis koku önlenemiyor. Korku da… Korku’dan korkuluyor. Neden korkudan korkuyorlar sorusuna ihtiyar cevap veriyor: Neden olduğunu kimse bilmiyor... Şu faşist dedikleri adamlar çok daha fazla korkuyorlar. Onlar da bu işin böyle sürüp gidemeyeceğini hem biliyorlar hem söylüyorlar, ama bundan korkuyorlar... Cinayetleri arttıkça korkuları da artıyor... Korkuları arttıkça da cinayetleri artıyor… Sonrası kitapta var ve okunmalı. Papa korkuya ne diyor. Cevap hazır: “Papa da korkuyor... Papa yeni hükümetten iki milyar liret aldı, otomobiller te darik etti, bir radyo istasyonu kurdurdu, hiçbir zaman seyahat etmediği halde, kendine mahsus bir tren istasyonu yaptırdı, daha başka lüks işlere kalkıştı; şimdi bunlar onu korkutmaya başlıyor... Roma’daki kiliselerle manastırlara bir yazı göndermiş, daha fazla fukara çorbası dağıtılmasını istiyor. Bu, korku çorbasıdır… son zamanlarda… çorbaya birer parça domuz yağı pastırması atıyor. Bu da korku yağıdır. Ama iki milyarı unutturmak için çok çorbalar, çok yağlar lâzım!..” Sonra!... Fontamara okunmalı. “Bu kitapçığı ya rejime düşman olan biri alay olsun diye yazmış yahut da tımarhanede yazılmış…”, Musa’nın on emrinden biri şudur: “Hırsızlık etmeyeceksin” “Bugün Musa’nın hükmü yürümüyor, Mussolini’nin hükmü yürüyor.”, “Her gün efendiler lehine yeni yeni kanunlar çıkıyor; ama eski kanunlardan yalnız köylülerin lehine olanları kaldırılıyordu.” cümleleri neden yazılmış, anlamak için tekrar tekrar okumalı! Üçüncü kez okuduğumda kanunun, kokunun, korkunun vb. ayırdına vardım. n Fontamara / Ignazio Silone / Çev: Sabahattin Ali / Kor Kitap / 192 s. / 2019. 175 Eylül 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle